ÖLÜME UZANAN HAYATLAR
Bir garip ölmüş diyeler
Üç günden sonra duyalar
Soğuk su ile yuyalar
Şöyle garip bencileyin
Yunus Emre
Gün geçmiyor ki bir intihar haberiyle karşılaşmayalım. Toplumun farklı kesimlerinden,farklı sınıflarından,farklı mesleklerden insanlar tek başlarına ya da çift olarak bazen arkalarında yazılı ,sözlü,görüntülü kayıtlar bırakarak bazen de sessiz sedasız bu hayattan kayıp gidiyorlar.Bu insanların son zamanlarda yoğunlaşan işsizlik,yüksek enflasyona bağlı geçim sıkıntısı gibi ‘ekonomik’ gerekçelerle intihar ettiklerine dair vurgu daha ön planda.Özellikle pandemi sürecinde kapanan ya da iş hacmi daralan işyerlerinde ,karantina tedbirleri kapsamında icrası mümkün olmayan meslek gruplarında çalışan milyonlarca insan ya işini kaybetti ya da oldukça sınırlı bir faaliyet yürütme konumuna sürüklendi.Bunun sonucu da elbette mutlak bir gelir kaybı.Paraya ya da geçim kaynaklarına ulaşamama günümüz toplumunda ölümle özdeş bir durum.Paran yoksa öl! mottosu şehirlerin caddelerinde köşe başlarını tutmuş billboardlara yazılacak duruma geldi neredeyse.
Devletin bu ekonomik çöküşte yoksul,ihtiyaç sahibi insanlara yönelik alabileceği tedbirler ve yardımlar konusunda,yine ekonomiyi gerekçe göstererek sergilediği kayıtsızlığı ve isteksizliği ortada. Belediyelerden ,sivil toplum kuruluşlarından ya da geleneksel kurumlardan,ağlardan ve kişilerden kaynaklı yardımın da yeterli olmadığı aşikar.Her ne kadar pandeminin yıkıcı sonuçlarının ülke sathını aşan küresel boyutları açık bir şekilde görüldüğünde ‘aynı gemideyiz’ söylemi çok kullanılır olduysa da, durumu Titanic metaforu güzel açıklıyor.Evet aynı dünyada yaşıyoruz bu anlamda aynı gemideyiz ama gemi batarken sağ kalmak için gerekli filikalarda yeri olmayan çoğunluk ne yapacak?Tüm bu karmaşa ortamı ve bilirsizlik geniş bir insan kitlesinin gelecekte yaygın ruhsal sorunlarla karşılaşacağının habercisidir.
Bebek doğumundan itibaren onun temel ihtiyaçlarını karşılayan annesi ve diğer bakıcılarıyla,onların sinir sistemini,duygu donanımlarını kullanarak adım adım kendini büyütür.Kullanılan sinir sistemi ve duygusal repertuar sağlıklı ve işlevselse,insanın yolunu ciddi bir ruhsal sıkıntı yaşamadan yürümesi kuvvetle muhtemeldir.Tersi durumda ise daha başlangıçtan 1-0 yenik başlarız hayata.Yani bireysel olarak görülen kaderimiz,bizimle başlamamıştır.Tarihsel bir insanlık durumu zincirinin halkalarıyız.Diğer halkalarla temasla alıp veririz.Halkalar güçlü ve ışıltılıysa,aktarım da olumludur.
İnsan, hayatına devam ederken kendini güvende hissetmeye ihtiyaç duyar.Türümüz dünyayla ilişkisini bu güven duygusu üzerinden kuruyor.Dünya nasıl bir yer?Varlığımızı onurlandıran,bizi destekleyen bir hayat mı önümüzdeki, yoksa Hobbes’un söylediği kurtlar sofrasında mıyız?Aslında dünya aynı yerdir ancak zihinlerde ona dair imge deneyime bağlı değişir.Şu bir gerçek gibi görünüyor.İnsan yavrusunun diğer hayvan türleriyle kıyaslandığında çıplak,aciz ve uzun bir süre bakıma muhtaç varlığı onun hayatta kalmak için bir topluluk ya da toplum içinde bulunmasını gerekli kılıyor. Bu sosyallik de rekabetten ve büyük balığın küçük balığı yuttuğu bir durumdan ziyade dayanışma ve yardımlaşmaya yaslanıyor ve bunlardan besleniyor.
Toplum ve devlet gibi formel yapılar ne kadar karmaşık hale geçip,insanın zihnen ve duygusal beslenmesini sağlayan ‘organik’ topluluktan uzaklaşırsa,insanın ruhsal çözülmesi ve yıkımı o kadar şiddetli oluyor.Biz insanlara yalnızlık yaramıyor.İlişkisizlik en berbat tecrit durumu ve paslı demir parmaklıkların arkasında yıllar geçiriyormuşçasına kişiyi adım adım çürütüyor.
Modern toplumlarda ekonomi ve ekonomik parametreler, egemen ideolojik aygıt ve sistemler tarafından sürekli pompalansa da,mülkiyet ya da güç- mevki sahibi olmak ön plana çıkarılsa da insanın ruhsal dayanıklılığı,iyilik hali sahici besleyen ilişkiler içinde olmasıyla bağlantılıdır.Para,iktidara sahip olma,hiyerarşilerin üst basamaklarında bulunma saikleri şahane ve boş oyalanmalardır.Anlamsızlık,boşluk duygusu,doyumsuzluk,mutsuzluk; tahakküm ve hiyerarşi topraklarında bolca yetişir ve hasat edilir.İnsan para için yaşamaz,yaşayamıyor.İnsanlar paraları olmadığı için intihar etmiyorlar.Tüm bu altüst oluşta görünür olmadıkları için,değer bulamadıkları için,içinde yaşamaya zorlandıkları koşullar onurlarını kırdığı için ölüyorlar.Meslekleri,toplumsal statüleri,etnik kökenleri,yüzleri,bedenleri,ten renkleri,kılık kıyafetleriyle değerlendirildikleri egemen toplumsal süzgeçten geçemiyorlar.Muhtemelen bir tıp doktoru ya da SAT komandosu olsalardı (tabi ölüm sebepleri de farklı olurdu o zaman) toplumun bir çok kesimi ya da insan üzüntüsünü belirtmek için trajik bir biçimde birbiriyle yarışırdı.Yanlış anlaşılmasın.Burada bir tıp doktorunun ya da SAT komandosunun hayatının değerini sorgulamıyorum.Sadece hiyerarşilerin ve hiyerarşik düşünme,değerlendirme stilinin toplumun bünyesine nasıl nüfuz ettiğini görüyor ve göstermeye çalışıyorum.Hiyerarşi,’algıda seçicilik’ gibi kavramlarla kendini gizler,ikiyüzlü,değerbilmez ve acımasızdır.
Aygün Özer
Psikoterapist
21-01-2021/AYGÜN ÖZER