Köy Kahvesi
Arabayı duvarın dibine parkettim. Birazdan bu güvenli ve konforlu alanı terk edip, dışarıya çıkmanın mide bulandırıcı tedirginliğini yaşıyorum. Bedenim atağa kalkıyor;kalbim hızlanıyor,nefesim sıklaşıyor.
Sıcak.Karasinekler enerjilerini güneşten alan küçük robotlar gibi her şeyin derin bir uyuşukluğa gömüldüğü bu köy kahvesinde canlı cansız tüm varlıklara konmaya yeminli oradan oraya uçuşuyorlar.Daha dışarıdayken mimlediler beni,bir türlü ayrılmak bilmiyorlar.İlla her yanıma konup,bedenimi her şeyiyle sömürecekler.O kadar terliyorum ki,sanki ruhum da gözeneklerimden fışkıran tere tutunup serinlemek telaşında.Dışarının fırın sıcaklığından sonra kahvenin içinde biraz olsun ferahlayacağımı ummuştum oysa.Kahve dışarıya göre daha serin elbette ama sinekler asıl burada pusu kurmuşlar,insanı rahat bırakmıyorlar.
Oldum olalı köy kahvelerinde rahat değilimdir.Çocukluğumun yaz dönemlerinin bol sigara dumanlı,tahta masa-sandalyeli mekanları buralar.Kocaman masaların etrafında dizilen müşterilerin sabitliği beni hep tedirgin etmiştir.Her türlü eylem sarsılmaz bir kararlılıkla yerine getirilir.Çaylar afili höpürdeterek içilir,pişti oynanırken kağıtlar masalara güm güm vurulur,etrafa bıçkın bakışlar atılır.Sanki kahve, erkeklerin dışarıdaki hayatlarında yaşadıkları çuvallamaların,küçük düşmelerin,gönül vurgunlarının sıfırlandığı yerlerdir.
Köy kahvelerinde zaman ağır akıyor.Hatta kendi zamanına sahip mekanlardır köy kahveleri.Ağır akan bu zamanda ortam daha kirli,insan yüzleri daha çizgili,ışık daha loş,eşyalar daha eski ve kokuludur.
İçeriye şöyle bir bakıyorum,sekiz on masadan sadece ikisinde canlılık var.Birinde kahveci kendinden oldukça yaşlı bir köylüyle kağıt oynuyor.Kahveci içeriye girdiğimi gördüğünde,başını şöyle bir kaldırıp belli belirsiz bir kafa hareketiyle hoş geldin diyor.Sözler ağzından çıktı mı çıkmadı mı belirsiz.
Az ötedeki masada da öğleden önce eczaneye gelen altmışlı yaşlardaki köylü tüm dikkatini çözdüğü bulmacaya vermiş,üzerine kapandığı gazeteden başını kaldırmadan kayıtsız oturuyor.
Ocakta onbeş onaltı yaşlarında bir oğlan duruyor.İçlerinde en canlı görünen bu genç.Ancak o da üzerinde sessizce anlaşma yapılan bu kayıtsızlık duruşuna saygıyla katılıyor.Sıkıntıyla ellerimdeki içi ilaç torbalarıyla dolu karton kutuyla boş bir masaya yerleşiyorum.Bir an önce ilaçların dağıtım işini bitirip eczaneye dönmek istiyorum.
Heyhat, kahveci beni öyle kolay bırakmayacak.Ocaktaki çocuğa, bana peşpeşe iki tane çay getirmesini söyleyecek .Hayır diyemeyeceğim,içmeyeceğim diyemeyeceğim,içim burkula burkula o iki çayı içeceğim.İki sayısının kahveci için özel bir anlamı mı var acaba?Bir olan belirsiz,iki olan mühürlenmiş mi oluyor zihninde?Daha önce denedim birkaç kez hayır demeyi,kahveci direniyor.Doğrusu, kendisini dayatıyor.O iki çay içilmeden ilaç dağıtımında eşlik etmiyor,öyle kenarda duruyor.İkram ettiği çaylar içilince yardım kampanyası başlıyor gibi.Buradan biran önce kurtulmam için,hızlıca o iki bardak çayı içmek zorundayım.Bu artık tartışılmayacak bir ritüel oldu.O iki bardak çayı içmezsem bu paragraf da bitmeyecek.
Çayları içtim.ilaçlar sahiplerini buldu.Nihayet bu fasıl da bitti.Zamanda yolculuğu tamamlayıp geldiğim zamana geçiş yapabilirim.
AYGÜN ÖZER - BANDIRMA 30-06-2019