GERÇEK KENDİLİK
İnsanın gerçek kendiliğe ulaşması meşakkatli bir yolculuğu gerektiriyor. Bu yolculuk daha anne karnında iken başlıyor.İnsan yavrusunun fiziksel doğumuna psikolojik doğumu eşlik ediyor.Bu süreçte çevre ve kültürle belirlenen insan,otantik bir varoluş için sağlıklı bağlanma,yerinde ve yeterince duygusal beslenmeyi göremezse sahte bir kendilik ve kimlikler geliştiriyor.İnsanın kendisini aidiyetlerle ya da işlevselliğiyle değil de, içsel kaynaklarına yönelmesi ve kendini keşfiyle anlamlandırması, gerçek kendiliğiyle buluşmasında kilit taşıdır .Yaşam boyu sürecek bu macerada kahramanımız kendine ve diğerlerine şefkat ve merhamet duymalıdır.Çünkü bu tüm katılımcıların farklı şartlarla girdiği bir serüvendir.Başlangıç ve bitiş çizgileri her katılımcı için ayrı saptanmıştır.Eşitsiz ve çoğunlukla adaletsiz bir durum vardır.
Kendiliğin oluşumunda doğuştan getirdiğimiz biyolojik yükle belirlenen mizaçtan bahsedilir. Kişilik ise biyolojik materyalle çevre denilen çoklu bir matrixte form kazanır.Tüm bu oluşum sürecinde de amorf,tek kalıba sığmayacak çeşitlilikte kendilikler gelişir.Monodik değil de birbiriyle irtibat halinde bir kendilik organizasyonu, bireyi dünyaya getiren eşsiz bir süreçtir.
Gerçek kendilik,her insan için onu yaşamda tutan duygu kaynaklarına ulaşmakla mümkündür.Bu kaynakların duru ve adil bir varoluş yaratmada belirleyici olduğuna dair yeterince veri mevcuttur.Birey içinde yeraldığı psikososyal gelişim süreçlerinde,bu ruhsal kaynaklardan uzaklaşmasına neden olan ikincil ve manüpülatif duygular geliştirmektedir.İşin ilginç yanı bunu yine hayatta kalmak için yapmaktadır.
Aydın-halk,öncü-kitle vs.kategorileştirmeleri bir mesafe ve hiyerarşik bir yapılanmada anlamını bulabilir.Sosyal ya da kişisel değişimin genellikle bir paradigma değişikliğiyle,zihinsel bir sıçramayla geleceği varsayılır.Bu varsayımdan sonra,zihinsel değişim için kitlelere bilinç denen ağır yükü taşıyan aydın sahne alır.Bu görevi tarihsel,diyalektik,dinsel ya da ideolojik gerekçelerle istemeye istemeye kabul eden aydınımız halk,sınıf vs.dediği kitle üzerinde kendini bir sömürgeci gibi konumlandırdığının farkında değildir.Benzerliğe bakın ki,sömürgeciliğin ve emperyalizmin ideolojik savlarından birisi ‘beyaz adamın yükü’dür.Uygarlık,İlkel topraklarda bu yükün ifasıyla kurulacaktır.Aydının toprağı da halktır ve istenilen kıvama gelene kadar halka her türlü müdahale yapılabilir.Oysa ‘aydın’gibi ‘halk’ da soyutlamadır,genellemedir.Genellemelerde görülebileceği gibi tekil olanın görülmeme,anlaşılmama ihtimali vardır.Oysa anlamlı değişimler bireylerde görünür olur. Hayatın kısır döngülerde sürüp giden bunaltıcı seyrini, bir insanın gelişiminin önünü açan eşitlikçi ve dayanışmacı bir ilişkiyle değiştirebiliriz.Asıl değişim koşulsuz kabulle, şevkat ve merhamet duygularının kaynaklarına ulaşıldığında gelecektir.
Paradoksal olarak,insanı belki de kısmi bir sorumluluğa sahip olacağı ‘çocukluk’ döneminde tam sorumlu kabul edip yerden yere vuruyoruz.Oysa insanın hayatına bir anlam verme arayışında olması ya da sistemin dayattığından farklı onu aşan bir hedefinin olması güçlü bir kendilik çekirdeğinin olmasını gerektirmez mi?Üstelik bu da yetmez,aynı zamanda belirgin bir motivasyona ve beslenmeye de ihtiyaç vardır.Bu şansa sahip kaç insan tanıyorsunuz?
Gerçek kendilik bir ideal olamaz,belli bir yönü,verili bir zemini,bir sonu yoktur.Kaotik nitelikte,göreli bir durumdur.Nereye varacağı bilinmez,bir kalıbı yoktur.Gerçek kendiliğin kendi dinamiği vardır ve bu dinamik duyguyla örülüdür.Hayata coşkuyla katılımı tarif eder.Paylaşımı,yaşamayı-yaşatmayı,çoğalmayı-çoğaltmayı ve hoşgörüyü içerir.
AYGÜN ÖZER- Psikoterapist- aygun_ozer@yahoo.com - BANDIRMA 12-07-2019