İyi Bayramlar

İYİ BAYRAMLAR
 Ömer Amca pandemi nedediyle uzun zamandır sokağa çıkamıyor. Evin içinde bir iki dolaşsa da yetmiyor tabii! Yasaklar başlayalı daha da artırdığı ibadetini hiç aksatmıyor. Dualarını içinden okusa iyi. Ama o, sevaba ev halkını da ortak edip biraz da ibadete yönlendirmek için sesli okuyor. Arada bir( Hay ü Hak!) diye bağırıyor. Torunu Muratcan üniversiteyi bu yıl kazandı, civan gibi bir delikanlı. Futbol oynuyor, spor yapıyor, halk dansları ve karate kurslarına gidiyor.  İkisi aynı odada yatıyorlar. Muratcan  gece geç saatlere kadar bilgisayara takılıyor, kız arkadaşıyla mesajlaşıyor. Sabaha karşı tam uykuya yatacak; dede yatağın içinde oturup fısır fısır  okumaya başlıyor. Gürültülü ortamda horul horul uyuyabilen çocuk, bu fısırtıya takıntılı.  Dede fısırdamaya başlayınca; ha şimdi (Hay ü Hak! ) diye bağırdı, ha şimdi bağıracak, diye bir türlü  uykuya dalamıyor. Birkaç kere konuyu dedesine söyleyip içinden oku demişse de; dede alışkanlığından vazgeçmiyor. ( Oğlum ben Cennet'e gitmek istiyorum. Onun için çok çok okumam gerek. Sen malak gibi yat, okuyup üfleme, Cehennem'e girince görürsün gününü!) diye, başlıyor nasihata.
Yine bir sabah, dede Cennet'e gideyim diye dua ederken, arkasından sessizce yaklaşan torun, dedeyi koltuklarının altından kavradığı gibi, sesini kalınlaştırıp (Haydi Cennet' lik oldun, Cennet'e gidiyorsun!) diye kucağına alıveriyor. Alaca karanlıkta duasına odaklanmış olan dede can havliyle ( Dur yahu! Cennet istediysek, hemen şimdi , demedik!)  diye haykırıyor. 
     Hepimiz Cennet'lik   olmak istesek de: kimse hemen gitmeye razı değil. Her birimizin yapacak işi var. Bebekler büyüyecek, gençler okuyup mezun olacaklar, iş hayatına başlayacak, evlenip ev kuracaklar... Ana baba olacaklar. Daha bir sürü yaşanacak güzellik var. Geleceğe dair, hedefler var, planlar var! Bu beklentiler, yaşlandıkça azalmış görünse de; illaki ufukta bir ışık görünüyor. İnsan, yaşamın getirdiği sıkıntılardan ne kadar bunalırsa bunalsın,  bütün içtenliğiyle; ölsem de kurtulsam, dediği anlarda bile, ölüme hazır olmuyor. İllaki yarınlarda yapılacak bir iş, görülecek bir güzellik  karanlık köşelerden yeşil ışık yakıyor.
      Eninde sonunda birgün tadacağımızı bildiğimiz, ama asla beklemediğimiz, hazır olmadığımız gerçek; pandemi nedeniyle  çok can aldı. Bu güne kadar doğru saptanabildiyse;  ülkemizde;28 285  insanımızı corona nedeniyle  kaybettik. 2 Milyon  379 Bin 70  kişi sağlığına kavuştu. Dünya genelinde 2 Milyon 255 Bin 974 can gitti.  Virüs 104 Milyon 193 Bin 668 kişiye ulaştı.  En çok kayıp sahada çalışan sağlık  ve güvenlik görevlilerinden oldu.  
       Sağlık ve güvenlik çalışanlarına devlet ve ulus olarak çok borçlandık. Onlardan hizmet beklemeye yüzümüz yok. Bir gecede onlarca yasa  ve kararname çıkarabilen değerli devletimiz onları mutlu edecek bir haberi çıkarmak için illiyet bağına takıldı kaldı. Toplumun içinde kadir kıymet bilmeyen insanlar, onlara saldırdılar. Ailelerine, sevdiklerine hasret çekerek, çok ağır şartlarda hizmet veriyorlar. Emekli olamıyor,  izin kullanamıyorlar. Bu arada Hemşireler günü tüm hemşire ve sağlık çalışanlarına kutlu olsun.
     Biz, insan olmakla övünür, kendimizi en akıllı canlı olarak tanımlarız ya! Şimdi; gözle göremediğimiz, dünya planetinde ne kadar varsa hepsini toplasak bir gram ağırlığı olmayan virüs karşısında apışıp kaldık. Bu güne kadar edinilen bilgilere göre, pandemiyi kontrol altına alabilen devletler bu başarıya aşı sayesinde ulaştılar. Kapanmanın ve yasakların da  büyük etkisi oldu. Bizde daha toplumun % 10 u aşılanabildi. Kapanma ve yasaklamalardan fazla sonuç alınamadı. Niye?( Balık baştan  kokar. ) ,  ( İmam gaz kaçırırsa, cemaat kaka yapar.) diyen özlü sözlerimizin dediği gibi yasakları koyanlar , kendi koydukları yasaklara uymadılar da ondan! Kısıtlamalar planlı programlı yapılamadı da ondan!

Toplum olarak sağlık sorunlarını ciddiye almayacak kadar cahiliz de ondan! Yani el birliği ile pandeminin en çok can yaktığı ülkelerin başında yer aldık sonunda. Bu arada caanım özlü sözü de kabalık yapmıyayım diye kuşa çevirdim, söyleyen atalarımdan özür dilerim. Aşı ile ilgili haklı endişelerimiz vardı. Çünkü Çin' den aldığımız, oyuncaklarda yüksek radyasyon olduğunu, yine oradan gelen ayakkabı ve baskılı tişörtlerin insanlara zarar verdiğini öğrenip birkaç kez şok yaşadık.  Aşılara temkinli yaklaşmamız bundandı. Sonunda korkularımızı yendik .Şimdi de aşı sıkıntısı kabusumuz oldu. Ha bir de aşı olmamakta kararlı insanlarımız var. Aşı buldular ve türlü sebeplerle yaptırmadılar, yaptırmıyorlar. Bunula ilgili eğitim programı uygulanmalıymış. Değerli yetkililer, siz aşıyı getirin, elbet yaptıracak birileri vardır. Bakalım kaç kişi aşı olmamakta inat edecek. Eh! Biz azraile davetiye çıkartıyorsak, o da bizi kırmayacaktır.  Biz virüse karşı önlem almamakta direniyorsak, o da bizi seve seve kucaklayacaktır.   Bilinçsizlik kurbanı, elindeki olanakları doğru kullanamayan insanlar, geri kalmaya mahkum düzenler içinde  kaybolup giderler. 
   İçinde bulunduğumuz durumu doğru algılayıp çözüm üretmemiz, hep daha iyi, daha güzeli amaçlamamız gerek. Bilimselliği, özgür düşünen, aklını öne çıkaran, sorgulayan, gerektiğinde hesap soran bireyler olmamız şart.  
        Pandemi sayesinde bir sürü yeni sözcük öğrendik, bildiklerimiz tazelendi bilmediklerimizin ne anlama geldiğini araştırır olduk. Çoğu tıbbi  terim olsa da; bilmek öğrenmek güzeldir. İnsan ne kadar çok kelime biliyor ve kullanıyorsa çevresiyle o kadar kolay ve kaliteli iletişim kurar. Kelimenin  kökü yabancı bir dile dayanıyorsa bile, ben onu anlıyor , biliyor ve kullanıyorsam, karşımdakine derdimi  anlatabiliyorsam  bana göre o kelime benimdir artık. Karşımdaki beni anlıyor ise cevap veriyorsa; o kelime bizimdir 
 TDK ( Türk Dil Kurumu ) 1938 de Mustafa Kemal Atatürk'ün emriyle kuruldu. O günden beri ülkemizde dil birliğinin sağlanması, ana dilimizin gelişip korunması için hizmet veriyor. Sözcüklerin köküne iniliyor, araştırılıyor, doğrular belirleniyor, yanlışlar düzeltiliyor, noksanlar tamamlanıyor. Bütün bu olanları da sadece ilgililer ve meraklılar biliyor. Topluma ne kadar,  ne yansıyor  bilmiyoruz. Ana dil, adından da anlaşıldığı gibi ana ocağında öğreniliyor, eğitimle şekilleniyor.
    Son jenerasyona bizden kalan sözcükler yetmiyor.  Onlar sıkışınca bizim gibi arapça, farsça veya batı dillerinden alıntı sözcükleri de kullanmaktan hoşlanmıyorlar galiba. Yıllardır anlamını bildiğimiz, yeri gelince çatır çatır kullandığımız sözcükleri farklı anlamlarda kullanıyorlar. Çoğuna alıştık. Bu ne demek şimdi diye şaşırmıyoruz. Ben, sözlü ve yazılı anlatımlarımda; karşımdaki kişi ve kişilerin anlayacağından emin olduğum, anlamını bildiğim sözcükleri kullanmayı  seviyor, seçiyorum. Ana dilimiz belki dünyanın en güzel dillerinden biri.  Ona sahip çıkmak ve geliştirmek gerek. Ancak; Türkiye Cumhuriyet' i  sınırları içinde bildiğimiz en basit sözcük bile şekilden şekile giriyor. Çoğu kez birinin dediği, diğerine hiç mi hiç benzemiyor.  Örneğin; gidiyorum sözcüğünü ele alalım.  Gidiyom, gidiyurum, cideyrum, gediyurum gibi en az ,üç beş şekilde söyleniyorken, bölgeler arasında büyük farklar varken, sözcüklerin köküne nasıl inilir  bilemiyorum.  Dilbilimcilere, dil öğretici mesleği olanlara  kolaylıklar diliyorum. Umarım birgün hepimiz en doğru şekilde anadilimizi öğrenir kullanırız. Dil kuralları da bölgeler arasında farklılık  gösteriyor. Zaman ekleri, iyelik ekleri, soru ekleri yer değiştiriyor. Ha bir de Türk Dil Kurumu' nun zaman zaman yaptığı değişiklikler var! Kısacası anadilimiz çok netleşmiş değil, doğru kullanan vatandaş sayısı çok çok az. Kimse de bundan şikayetçi görünmüyor.  Yazıma  başlarken dediğim gibi ülkemizdeki son kuşak da yeni bir akım başlattı. Ne kadar kabul görür, nereye kadar ulaşır bilemeyiz. A kişisi bir B kişisine  ilgi duyuyor, bazı söz ve davranışlarla onun dikkatini çekmeye çalışıyorsa  gençlik buna;  A,  B'  ye yürüyor veya yazıyor diyor. Biri, herhangi bir nedenle heyecanlanıp, telaşa kapıldıysa, kendi kendine havaya girdiyse ona da ( yükseldi) deniyor.  Günlük konuşmalara girdi bu ifadeler. Bakalım TDK buna ne diyecek?  Yazarken klavyenin azizlğine de uğradığımız oluyor. Yazdığımız bir kelime veya cümle şekilden şekile giriyor. 
     Yazmayı sevenlerin ve yazarların enstrumanı eskiden kalemdi. Kurşun kalemler, dolma kalemler, tükenmezler eskite eskite bu günlere geldik. Özenle yazılan bayram tebrikleri veda bile etmeden sessiz sedasız çıktılar yaşamımızdan. Ben kullandığım eski, tükenmiş kalemlerden saksı yaptım, içine çiçek ektim. Bu benim onlara vefa borcumu ödeyiş şeklimdi. Yine elimizin altında birkaç kalem bulundurma ihtiyacımız  devam ediyor. Klavye ile dost olmak bir yandan işimizi kolaylaştırırken bir yandan bizi yeni beceriler edinmeye zorladı. Benim gibi bütün parmaklarını kullanamayıp tek parmakla yazmaya çalışanların zavallı işaret parmağı yamuldu , yoruldu. Birinci kitabımı basıma hazırlarken, tek parmakla tam iki bin sayfa yazdığımı farkettim. Bir süre bu parmağı dinlenmeye aldım. İkinci kitap ve diğer yazılarım sırasında tuşlar arasında dolaşan parmağım yine  yaklaşık üç bin sayfa yazmış. Canım benim. Ona, kalbim ve beynim kadar önem verir oldum. Biraz yazmaya ara verip resim yapayım dedim. Kızımın anneler gününde hediye aldığı akrilik boya setini kullanmaya başladım. İlk tablomu bir günde yaptım. Bir iki yakınımın dışında kimselere gösteremedim tabii! Resim yapanlar, el çizmenin zor olduğunu bilirler. Ben de  cahil cesaretimle işe el çizerek başlamışım. Başlamışım diyorum, çünkü bilinçli bir seçim olmadı. Pastel renklerle önce bir melek figürü çizdim. Sonra gökyüzüne açılmış iki el. Eşime  (El nasıl olmuş?) diye sordum. Tabloya baktı baktı( El nerede? ) diye bana sordu. Biraz burulsam da; yılmadım. Parmakları uzattım, parmak boğumlarındaki gölgeleri koyulaştırdım, bazı bölgeleri beyaz çizgilerle daha ön plana çıkardım. Açıkçası yine  içime sinmedi. Bir gariplik var ama neresinde? Allah bile bütün elleri çok güzel yaratmamış. Yamuğu var, çarpığı var, fırın küreği gibi olan eller var. Benim yaptığım eller de; hani sırt kaşımak için yapılan tahta eller vardır ya biraz onlara benzedi.  Pandemi uzarsa Pikacco veya  Van Gogh olma yolunda ilerleyebilirim. 
     Bütün bu çabalarım gündemden fazla etkilenmemek için. Kalan ömrüm belki birkaç yıl belki birkaç dakika. Kalan süremiz ne kadar olursa olsun; içine bir umut, bir güzellik, bir hoşluk sığdırmamız  gerek. Önümüzde yine evimizde pandemi şartlarıyla kutlayacağımız değerli bir bayram var. Umarım dünyamıza şifa getirir, yüzümüzü güldürür.
     Filistin'de zor anlar yaşanıyor. Üzerinde savaşılan toprakları zamanında parayla aldıklarını iddea eden İsrail tüm dünyaya bununla ilgili kanıtlar sunmaya çalışıyor. Bugün masum insanlar din de alet edilerek savaşın içine çekiliyorlar.  Bizim dışımızda, islam ülkelerinden tık yok!Gönlümüz her zaman olduğu gibi yine barıştan yana.  Din kullanılmadan, insani değerler üzerinden bakılarak inşallah yakında barış sağlanır.
 Yarın bayramın birinci günü. ALLAH darda zorda olanlara yardım etsin, ibadetler kabul olsun.  Evimizde geçireceğimiz bu değerli   bayramı   gönülden kutluyorum.
                                       ULVİYE KARA AKCOŞ

12-05-2021/BANDIRMA
,