Milliyetçilik ve Küreselleşme

MİLLİYETÇİLİK VE KÜRESELLEŞME 
      Ulusların; kültür, fikir, dünya görüşü ve ürünleriyle iletişimi, yakınlaşması sürecine küreselleşeme, ait olduğun ulusun çıkarlarını, egemenliğini özyönetimini koruyup gelecek kuşaklara aktarma amacına hizmet etmek ise milliyetçilik oluyor . Bu en basit şekliyle yapılan alıntı bir tanımlama.(Türkçülükten veya benzer ideolojilerden  söz etmiyorum.)
      Tanısak, tanımasak , sevsek, sevmesek  de hepimizin biyolojik bir anne ve babası var. Bir de onların geçmişleri, kökleri ve oralarla genetik bağları . Bu genetik özelliklerinden ne aldık ,ne kadar aldık bilmiyoruz. Seçme, ayıklama  şansımız olmadığına göre, yargılamadan kabul etmek zorundayız. Nereye kaçarsak kaçalım, gizlenelim, reddelim o genler varlığımızın bir parçası.  Gezegenimizde küreselleşme sonucu hepimiz daha karmaşık olduk. Yine küreselleşme sonucu, kültürel farklılıklar azalmış olabilir ama bunun da ne ölçüde gerçekleştiğini bilemiyoruz.   Zorunlu veya isteğe bağlı göçler oluyor ve biz farklı kültürlerle iç içe yaşamak zorunda kalabiliyoruz. Bu karşılaşma ve kaynaşma süreci genellikle tarafları yıpratıyor, çatışmalara neden oluyor. Çünkü; her insanın milliyetçi bir yanı var. Doğup büyüdüğümüz topraklar, köklerimiz,  yaşamımızı şekillendiriyor, alışkanlıklar ediniyoruz. Giyim tarzımız, yaşam şeklimiz seçtiklerimiz, beslenme alışkanlıklarımız içinde olduğumuz kültürün parçası. BİR DE GENLERİMİZDE TAŞIDIĞIMIZ ÖZELLİKLERİMİZ VAR Kİ; DEĞİŞMİYOR! Bu özellikler genlerimizle bize aktarılmış olan kozmik miras.  Bütün bunlardan kültür bağlamında olanlar, değişebilir olmasına rağmen kendimizi sabitleyip çevremizdekilerin bize uyum sağlamasını istiyoruz. İstemekle yetinmiyor bu öğretileri bir şekilde bizden sonra gelen kuşaklara aktarma isteğimiz de var. Aileden başlayıp tüm eğitim kurumlarında bu aktarımı yapmaya çalışıyoruz.. Kültürün içine dini inançlar, ve ideolojiler de karışıyor.  Başka kültürlerden gelenler  de bizim onlara benzememizi istiyor, bekliyorlar. Her insan kendine özelken, aileler, küçükten büyüğe tüm topluluklar ayrı yapılara sahipken aynı ortamlarda yaşamayı kolaylaştıracak yöntemlere ihtiyaç var. Bir yerde yaşayanlar mı benliklerini korumalılar, dışardan gelenler mi geldikleri yerlere kültürlerini taşımalılar?  Ya da alışkanlıkların, davranışların hangisi doğru, hangisi yanlış.? Kime, neye göre doğru veya yanlış?  Düzeni sağlayacak kaosu önleyecek yönetim kadroları gerek. Bu kadroların bir yaptırım gücü olmalı. Evdeki çekiç, dolap veya çekmecede durur, gerektiğinde çıkartılıp kullanılır. Eğer bu çekiç sürekli birinin elinde duruyorsa; o kişi bir süre sonra çevresindekileri çivi gibi görmeye başlar.  Bu güç nasıl dağılmalı,nasıl kullanılmalı? 
      Doğup büyüdüğü çevrede el ile pilav yiyen insan için bu çok doğal bir davranış. Ailesinde çatal bıçak kullanarak yemek yemeyi öğrenen insanın bu davranışı kabullenmesi ne kadar zorsa, diğerinin çatal bıçak kullanması bir o kadar zor. Suyun kıt olduğu  yerde ayda yılda  bir kez yıkanarak büyüyen insanla, her sabah duş alıp işine giden insan, aynı iş yerinde çalışmak zorunda kalınca; ikisi de birbirinden hoşnut olamıyor. Kalabalık gruplar karşılaşınca her iki taraf da; ne kadar esnerse esnesin hoşgörü işe yaramıyor. Bir topluluk diğerine üstünlük taslıyor, otoriteyi ele geçirmek duruma hakim olmak amaç haline geliyor. Göçmen haklarıyla ilgili uluslararası kurallar belirlenmiş.( Her ülke kapılarını göçmenlere açmak zorunda. ) Savaştan kaçmış, açlık, kıtlık ve baskıya dayanamamış  insanlar ülkelerinden kopup başka ülkelerin sınırlara dayanıyorlar. Daha kendi içinde ekonomik eşitliği sağlayamamış, kendi vatandaşını refaha ulaştıramamış bir ülke düşünün, sınırlarından izinli izinsiz geçen, kendine  yurt edinmeye çalışan insanlara kucak açsın.  Mültecilerin geldikleri ülkelere karışıp asimile  olmaları için yüz yıllar gerek.  İletişimin çok gelişmesi, insanların farklı kültürleri tanımaları anlamaları saygı duymaları gerek. Ulusallaşma öyle basite alınacak bir konu değil. Bütün diller serbestçe konuşulsun, her etnik köken varlığını sürdürmek için elinden geleni özgürce yapabilsin, devlettler arası sınırlar kalksın, tek dünya devleti olalım... Din ,dil, ırk , cins ayırımı olmasın. Gelişmiş ülkeler savunuyor bu fikri,  kulağa da hoş geliyor doğrusu. Gelişmemiş Ülkelerin  zaten dünyadan haberi yok.  Bütünleşelim bütünleşmesine...Gel gör ki; kazın ayağı öyle değil! Dünya karış karış paylaşılmış. Aralara sınırlar konmuş, duvarlar örülmüş. Bir çok ülkeye pasaportsuz giremiyorsun. Pasaport almak için bir dizi brokratik engelden aşman gerek. O da yetmiyor; vize alman gerek. Vize için başvuru yaparken  bir  miktar para yatıracaksın. Vize neye göre verilir belli değil. Verilmezse verdiğin parayı unutacaksın.  Otel rezervasyonun iptal, uçak biletin yanabilir. Yaptığın tatil planı suya düşer. İş başvurun, okul kaydın hiç olabilir. Kimseye hesap soramazsın! Bunlar milliyetçilik olmuyor mu? Hani birileri milliyetçiliğe karşıydı? Hani;dil, din, cins, ırk ayırımı yapılmamalıydı? Büyük ülkelerin yaptığı aynen şu; senin malın ikimizin malı, benim sahip olduğum olanaklar bana ait. Ben senin ülkene gelirim, yatırım yaparım, yeraltı, yerüstü zenginliklerinden faydalanırım, ama sen benim ülkeme sorgusuz sualsiz giremezsin, Yanından bile geçemezsin.  Karar verelim! Bizim binlerce şehit vermiş , kurtuluş savaşıyla sınırları belirlenmiş ülkemiz yol geçen hanı mı? Tipinden ürktüğümüz, dilini bilmediğimiz eşini, anasını ,babasını, çoluk çocuğunu bırakıp savaştan kaçmış   insanları  ülkemizin vatandaşı olarak kabul etmek zorunda mıyız?( Hayır!) desek, milliyetçilik, ayırımcılık mı yapmış oluruz?  Bizim vatandaşımız çalışmak üzere gittiği uygar bildiğimiz ülkelerde neler yaşadı hatırlayalım  lütfen! Kafelerin camına( Buraya Türkler giremez!) tabelalarını unutuk mu? Ya saldırıya uğrayan evleri, arabaları yakılanları? Okullara kabul edilmeyen çocuklarımızı?  Bunlar saymakla bitmez, zaman geçti diye unutulmaz. Bizim vatandaşlarımızın çalışmak üzere kabul edildikleri ülkelerde yaşadıkları sorunlar unutuldu  desek de. Tüm dünyada milliyetçilik akımı azalmıyor, hatta birçok yerde artıyor.  Varlıklı ülke, ihtiyacı olan ülkeye para verip yabancıların orada kalmasını sağlıyor. Mülteciye maddi destek yanında, yerleşip yaşayacağı bir vatan gerek. O da;  gelişmekte olan ülkenin vatanı oluyor. Mülteci olarak girip işgalci olanlar var. Sığındığı ülkede ikinci sınıf vatandaş olmak gururuna dokunuyor  teşekkür, edeceği yerde öfke kusuyor.  Eğer mülteci sorunu çözülecek ise büyüklü küçüklü tüm dünya devletleri taşın altına elini koyacak. Yok öyle para verip mülteciyi kendinden uzak tutmak. Güçlü ülkeler güçlerini korurken, gelişmeye çalışanlar adım adım geriliyor.  Büyük şehirlerin büyük caddelerinde dilenen genç kadınlar, elinde müzik aletiyle sadece ses çıkartıp para toplamaya çalışan çocuklar insanın içini sızlatıyor elbette!. Ucuz insan emeği diye tercih edilen mülteci gençler yüzünden, zaten iş bulmakta zorluk çeken insanımız daha da zorlanıyor buna ne diyelim? Biz misafir seven milletiz diye kendi insanımızı zora mı sokalım? (Misafirin makbulü kısa süre kalandır, baş köşeye yerleşen değil.) diyene de hak vermek gerekmez mi?  Bu sadece bizim sorunumuz  değil. Gelişmiş ülke dediğimiz , ülkelerde de kenarda köşede kalmış, köprü altlarında, alt geçitlerde yer edinip çoluk çocuk sokakta yaşayanlar var, büyük şehirle hiç alakası olmayan göçmen mahalleleri var. Ahlaksızlığın diz boyu olduğu her çeşit yasa dışı olayın yaşandığı ve devletin seyirci kaldığı semtler, sokaklar var. Ölüler bile kendi, din, ulus veya cemaatlerine ait mezarlıklara gömülüyor. Kim demiş din, dil, cins, ırk  ayırımı olmasın diye. Seçtiğimiz semt, sokak, apartmanda uyum arıyoruz . Çocuğumuzu göndereceğimiz okulu, hatta öğretmeni seçiyoruz. Bir yanımız ayırımcılık yaparken dünyanın öbür ucundan gelen makinayı, ürünü kullanıyor, ilacı şifa olsun diye içiyoruz. Ah güzel kardeşim! İnancının sana yemeyi yasak ettiği neler  geçiyor boğazından bilmiyorsun.  Sosyalist arkadaş kullandığın telefonun yapımında çocuk işçiler çalışıyor boğaz tokluğuna. Sosyal adaletten eşitlikten söz ederken bir daha bir daha düşünmek  gerek. 
     Aslında ; kimse vatanını terketmek zorunda kalmasın diye; ülkelerin iç huzuru sağlanmalı, iç savaş yaşayan ülkeler, kendi sınırları içinde ayrılıp  farklı devletler olarak yaşasınlar madem. Arada bağımsız güvenlik bölgeleri olsun.   Dışarıdan yardım sağlansın. Eğer bir ülke mültecileri kabul ettiyse , kendi vatandaşını mağdur etmeden barınacak yer temin etmeli. İnsani ihtiyaçlarını karşılamalı, hızlandırılmış dil  ve meslek kursları açıp bu insanların asimile olmalarını kolaylaştırmalı. O  vatanda doğmuş büyümüş insanlarla kültür etkinliklerinde karşılaştırılıp birbirlerini tanımaları anlaşmaları sağlanmalı. Kardeş okullar seçilmeli, yeni kuşaklar birlikte yaşamayı  eğitilerek öğrenmeli. Kışın, yazlık evler genellikle boş kalıyor . Bu evlerde gizlice yaşayanlar mı ararsınız, soyup soğana çevirenler mi? Mülteciye çok yazık, anladık da;  ev sahibi konumunda olan insanlarımıza  da yazık!

 Elime klavye düştü! Nalına da vurdum mıhına da...
10-09-2023/  ULVİYE KARA AKCOŞ