Başımıza ne gelirse ihtimal vermediğimiz noktalardan gelir.
Son zamanlarda bunun örneklerini sıkça yaşadık. ( Yok canım, olmaz öyle şey!) dediğimiz ne varsa hepsi birer birer oldu. Çoğunun şoku hala üzerimizde. Demek ki neymiş; olmaz, olmaz dememeliymişiz. Olmaz, olmazmış....
Dersimizi aldık mı? Olasılık yelpazemizi genişlettik mi, olabileceklere karşı hazılıklı mıyız?
Arkadaşımın başına gelen bir olayı anlatayım. İster gülün, ister kıssadan hisse alın.
**
Kıraç ailesi bütün yılın yorgunluğunu atmak için Bodrum' da on günlük bir otel ayarlıyorlar. Mayolar, havlular, şapkalar hazır.. Kapıyı pencereleri sıkı sıkı kapatıp bavulları çağırdıkları taksiye koyup otogara gidiyorlar. Otobüsün kalkmasına iki saat kala evin hanımı bir çığlık atıyor. Bütün takılarını yatak odasında tuvalet masasinın üzerinde unutmuş. Niyeti son anda takı kutusunu kol çantasına koyup yanında götürmekmiş. Otelde resepsiyona teslim edip gönül rahatlığıyla tatil yapacakmış kadıncağız. Eşi gün evvelden sıkı sıkı tembih etmiş, unutma diye.
Şimdi ne olacak? Tatil boyunca huzursuz olacaklar. Bir taksiye atlayıp eve gitse, alsa kutuyu; o kadar zaman yok. Kıl payı arabayı kaçırabilir. İşte tam o sırada, eşini yolcu etmeye gelmiş olan iş arkadaşını görmüş, selamlaşmışlar. Ailecek görüşmeseler de Nevzat sağlam adam. Uzun bir geçmişi olan dostlukları var. Ondan rica etmiş. Arabasi ile eve gidip takı kutusunu alıp getirebilir. Yetişemeze de onlar dönünceye kadar şirketin kasasında saklar diye. Çoğumuz böyle sorumluluklardan kaçınırız. Dünyanın bin bir türlü hali var. Ama sağolsun Nevzat Bey bu sorumluluğu nazlanmadan üslenmiş. Evin adresini ve anahtarı vermişler. Kutunun yatak odasında tuvalet masasının üzerinde olduğunu söylemişler.
Nevzat Bey adresi navigasyona yükleyip doğruca eve gitmiş. Bu navigasyon aracını bulan her kimse toprak diye tuttuğu, altın olsun. Aracı park edip hızla dördüncü kata çıkmış. Söyledikler 12 nolu daire kapısını verdikleri anahtarla açıp girmiş.
Kutuyu dedikleri yerden alıp çıkarken açık olan mutfak kapısından tezgahta duran kurabiye kavanozunu görmüş.. Belli ki yolda yemek üzere hazırladıkları kurabiyeleri de unutmuşlar. Kavanozu da alıp arabasına dönmüş. Her zaman arabada taşıdığı naylon poşetlerden birine kutuyu ve kavanozu koyup araba kalkmadan otogara yetişmiş.. Kıraç Çifti huzursuz bir merakla, ara sıra da gerilip tartışırken Nevzat Bey'in geldiğini görünce, sevinip rahatlamışlar Nevzat Bey iyi bir iş yapmanın rahatlığı ile poşeti uzatırken ( Kurabiye kavanozunu unutmuşsunuz onu da getirdim.) dediği anda, Hande Hanım'ın yüzü allak bullak olmuş. Ne kurabiyesi, evde kurabiye yoktu ki! Demiş. Evet, poşetin içine bakıp kendisine ait olmayan teneke bir kutu ve kavanozu görünce şaşkınlığı daha da artmış.
Bunlar bizim değil diyerek torbayı eşine uzatmış. Bir anda ses soluk kesilmiş. Hep birlikte durumu anlamaya, çözmeye çalışmışlar. Meğer Nevzat bey A Blok yerine B Blok 12. daireye girmiş. Ve nasıl bir tesadüfse Kıraç Bey'lerin anahtarı o kapıya şıp diye uymuş. O dairede oturan aileyi tanıyorlarmış. Gündüzleri karı koca işe gittiklerinde, Hale Hanım'ın annesi evde kalıyormuş ve sonradan öğrendiklerine göre Nevzat Bey eve girdiğinde nine odasında uyuyormuş. Kalkınca ilk işi kendisi için yapılan diyet kurabiyelerden bir iki tane yemek oluyormuş. Uyanıp kavanozu yerinde bulamayınca çok kızmış. Kızını arayıp bir güzel haşlamış. Kızı da; acaba kavonozu nereye koydum diye düşünmüş durmuş. B Blok 12. daireye Nevzat Bey aldığı teneke kutuyu ve kurabiye kavanozunu iş dönüşü götürüp durumu anlatmış özür dilemiş. Bu akla, hayale gelmeyen olayın nelere sebep olabileceğini düşündükçe; şimdi daha neler neler akıllarına geliyor, yaşam içindeki olasılık yelpazelerini daha daha geniş tutuyorlarmış.
**
Niyetim bu yazdıklarımı okuyanları gülümsetecek bir cümle ile bağlamaktı.
Ne yazık ki; kadına şiddeti içereren bir program izledim. Bir kez daha kanım dondu, bir kez daha canım yandı.
Kadına şiddet, kadın cinayetleri, çocuk istismarları, hayvanlara yapılan eziyet ve tecavüzlerin ardı arkası kesilmiyor. Herkesin bir fikri var, herkes yakınıyor, herkes üzgün! İyi de; bir de alınan önlemlere bakalım yeterli mi diye. Katilin dosyası kabarık. Defalarca kadın dövmüş, yaralamadan hapse girmiş....
Suç üstüne suç! Bu katillerin arasında geçmişi temiz biri yok. Adam ilk eşlerini hastanelik etmiş. Kadın cinayetinden hapse girmiş. İyi halden salıverilmiş. Yine evlenecek birini bulabiliyor.
Kadın defalarca dayak yemiş, sakatlanmış, ölümlerden dönmüş; yine o kocaya dönüyor.!
Yakınları buna seyirci kalıyor. Hatta birlikteliğe zorluyor. Sonunda bir cinayet yaşanıyor. Ağlayan ağlayana... Pişmanlıklar diz boyu..
Oysa bu vahim olay; sinyal vermekle kalmamış açık açık geliyorum demiş, bağıra çağıra da gelmiş. Belediyenin madur kadınları korumayla ilgili çalışmalarında görev alan bir arkadaşım anlatıyor. Şiddet gören iki çocuklu bir hanıma bütün şartları zorlayarak, kaymakamlıkdan rica minnet yardım alarak ev ve iş bulmuşlar. Çocuklarını okula yerleştirmişler. Güvenlikleri sağlanmış. Hanım bir hafta sonra eşine dönmüş... Araya girenler, yardım edenlere durumu söylemeye utanıyorlar.
Tanıdığım bir hanım; ilk eşinden şiddet yüzünden ikinciye kaçmış. İlk evladını orada bırakmış. Bu eşten bir çocuk var, babaanne bakıyor. Gördüğü şiddet yüzünden ikide bir ambulansla acile kaldırılıyor. Neden sığınma evine başvurmuyorsun diye sordum( hiçbir yere gitmem sopamı yer otururumi) dedi. Üçüncü çocuğuna hamileymiş şimdi de! Bu hayatı benimsemiş, içine sindirmiş adeta. Aklımız alsa da almasa da böyle acı bir gerçek var.( Erkektir, döver de sever de!) cümlesi kazılmış beyinlere.
Gördüğü şiddeti kimselerle paylaşamayan birçok eğitimli, iş güç sahibi kadın var. Konunun neresinden tutsanız elinizde kalıyor. Dayak atan, işkence eden eşinin , kendisini sevdiğini söyleyen, buna ciddi ciddi inanan kadınlar var. İnsan,, sevdiğine kıyabilir mi? Şiddetin bahanesi o kadar çok ki; kıskançlıktan dövüyormuş, işsizlikten dövüyormuş, içince kendini kaybediyormuş, kaynana ve görümceler dolduruyormuş.... muş... muş .... muş...
Bence bu kadınlardan çok erkeklerin sorunu. Güçsüz, silahı, sopası olmayan birini dövmeyi kendilerine yakıştırıyor olabilirler mi? Dövdükleri kadının, eğer mazoist değilse, kendilerini seviyor olabileceğine gerçekten inanıyorlar mı? Annelerini döven babayı, çocuklar sevebilirler mi? Ona saygı duyabilirler mi? Yıllarca eziyet ettiği kadına muhtaç olup özenle bakılan, sonunda onun kollarında can veren hemcinslerinden alacakları bir ders yok mu? Şiddet sırasında eşinin, sakat kalmasına , hatta ölümüne sebep olabileceklerini düşünemiyorlar mı? Katil olup hapisanelere düşmekten korkmuyorlar mı? Kendilerini de mi düşünmekten acizler? Şiddet gören kadının ruh sağlığı normal olabilir mi? Ruh sağlığı bozuk bir kadının çocuklarına anne olması, onları hiç mi ilgilendirmez. Sağlıklı ve mutlu bir kadının anne ve eş olarak aileye neler katabileceğini düşünemiyorlar mı?
( Kadına şiddetin kökünü kazırsa yine erkekler kazır.) desem; çok mu iddialı olur?
Birçok erkeğin kadına destek olduğunu biliyorum. Ben çözümü onlardan bekliyorum. Eşine şiddet gösteren hemcinsilerini uyarabilirler. Onlara karşı tavır koyabilirler. Kadın derneklerini kendileri kurup bu konuda hizmet verebilirler. Gerçekten istem dışı şiddet uygulayan, yaptığından utanan veya pişman olan varsa tıbbi yardım alabilir, aile terapistlerine gidebilirler. Kadına şiddettin son bulması erkekleri de çocukları da rahat ve mutlu edecektir.
Kadına acımıyorlarsa, çocuklara acısınlar! Çocuklara da acımıyorlarsa; kendilerine acısınlar.
ULVİYE KARA AKCOŞ/BANDIRMA-25-07-2020