On iki yıl önce ” Bir Lider mi Doğuyor Ne?” başlıklı bir yazı yazmıştım.
Yazıda alışılagelmiş parti liderlerinde görülmeyen bir üslup, bir terbiye, bir içtenlik, bir özgüven ve ağırbaşlılık göze çarpıyordu. Konuşması baştan sona belgelere dayanıyordu. Böyle bir kişiliğe sahip bir insanın ülkemiz ve ulusumuz için yararlı olabileceğini değerlendirmiştim. O kişi Kemal Kılıçdaroğlu idi ve ben de CHP üyesi idim. Kendisine yağcılık yapmaya çalıştığım sanılabilir kaygısıyla adından söz etmemiştim. Şimdi artık fiilen siyasetle uğraşamayacak, kişisel siyasi beklentileri geride bırakmış bir yaşta olduğum için o yazımda sözünü ettiğim liderin adını vermekte bir sakınca görmüyorum.
Önce o yazımı aynen sunacağım:
“BİR LİDER Mİ DOĞUYOR NE”
Bin dokuz yüz ellilerden beri ülkenin gidişiyle az çok ilgilenirim. Ülkeyi yöneten ya da yönetmek isteyen siyasi parti genel başkanlarının halkın aklından çok duygularına seslendiklerine, üsluplarının kendilerini bile küçültecek derecede alaycı, küçümseyici, saldırgan olduğuna, rakiplerine ve halka tepeden baktıklarına, inançlarını, duygularını ve acılarını sömürdükleri dinleyicilerine bile bile yalan söylediklerine pek çok kez tanık oldum. Yaşıtlarımın da bu konuda tanıklık edeceklerine inanıyorum.
Yukarıda resmetmeye çalıştığım politikacı tablosu nedeniyle uzun süredir televizyonların haber programlarında bıktıracak derecede sık ve uzun uzun yer alan parti genel başkanlarının ve sözcülerinin konuşmalarını izlemiyordum. Birçok dostum da aynı yolu izleyerek haber saatlerinde stres yüklenmekten kurtulmaya çalışıyordu.
27 Mart 2011 pazar günü akşamı televizyon ekranında kanal kanal dolaşırken çok şaşırtıcı bir tabloyla karşılaştım: Bir siyasi partinin genel başkanı hiç bağırıp çağırmadan, kimseye tepeden bakmadan, kimseyi küçümsemeden, kimseye iftiralar atmadan… sakin sakin konuşuyordu. Ve hayret… inanç ticareti yapmıyor, hamaset edebiyatı yapmıyor, rakiplerine belden aşağı vurmuyordu! Yalnızca halkın, ülkenin sorunlarına değiniyor, gençlerin işsizlik sorunlarına, eğitim sorunlarına, yoksul ailelerin açlık ve çaresizliklerine, emeklilerin sorunlarına, çiftçinin, köylünün sorunlarına nasıl çözümler getireceğine dair akıllı, inandırıcı projeler açıklıyordu. Gergin değildi ve dinleyenlerini germiyordu. Söylediklerine kendisi inandığı için dinleyenleri de inandırıyordu. Gülümsüyordu. İçtenlikle gülümsüyordu. İçimizdin bir gibi, herhangi birimiz gibi gülümsüyordu. Öyle ceberut gibi, padişah özentisi gibi, astığı astık kestiği kestik gibi, iktidar sarhoşları gibi, milyar dolar sahipleri gibi, ne oldum delileri gibi değil, düpedüz haddini bilen herhangi birimiz gibi gülümsüyordu. İçimizden biriydi ve bizden biri olmanın apaçık sevinci yansıyordu yüzüne. Kendisine güvenen, halkına güvenen, partisine güvenen biri gibi gülümsüyordu. Bir lider mi doğuyordu, ne?
Kim miydi? Söyler miyim! Şu afyon yüklü tv programlarını boş verin hele bir! Kimin kiminle evleneceğini, kimin kime gol attığını ya da atacağını, hurafe yüklü mavalları ve daha nicelerini şöyle bir geçin! 12 haziran günü oy vermekle yükümlü olduğunuzu hatırlayın hele. Oyunuzu kullanmadan önce doğru karar vermek için liderleri akılcı bir gözle ciddi ciddi gözden geçirin. Sizi ve herkesi küçümseyenlere, oylarınızı torbada keklik sayanlara, kapınıza gıda torbası gönderip oylarınıza fiyat biçenlere mi yoksa içimizden biri olan lidere mi oy vermek gerektiğini aklınızla, vicdanınızla kararlaştırın.”
Yukarıdaki yazımın yayınlanmasından bu yana on iki yıl geçti.
Bu on iki yıl içinde Sayın Kılıçdaroğlu’nun siyasal kişiliğinde büyük gelişmeler olduğunu dört yıl önce yapılan yerel seçimlerde büyükşehir belediye başkanı adaylarının tespitindeki isabetli kararlarında gördük. Ayrıca, Cumhur İttifakının yenilmesinde kurucusu ve lideri olduğu Millet ittifakını oluşturmasında gösterdiği siyasal strateji başarısı da siyasal tarihin övgüyle söz edeceği olaylardan biridir. Karşısında koskoca bir devletin sınırsız olanaklarını kullanan ortaçağ aşığı güce karşı, RTE ve ortaklarının her türlü manevralarını alt ederek sonucu ikinci tura taşıyabilmesi de başlı başına övgüye değer bir sonuçtur.
Şimdi yine bir seçimin eşiğindeyiz.
28.05.2023 pazar günü yeniden sandık başındayız. Bu kez herhangi bir seçimden çok daha önemli bir seçim yapacağız: Ya Mustafa Kemal Atatürk’ün kurucusu olduğu Türkiye Cumhuriyeti’ni O’nun ölümünden sonra hemen yıkmaya kalkışan saltanat düşkünlerinin ortaçağa yolculuklarını destekleyeceğiz ya da ulusumuzun bilimsel ve teknolojik yöntemlerle çağdaşlık hedefine, laik, demokratik, eşitlikçi, özgürlükçü, barışçı yoluna dönülmesini sağlayacak doğrultuda oy kullanıp Millet İttifakı’nın Cumhur Başkanı adayı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nu cumhurbaşkanı seçeceğiz.
Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nu cumhurbaşkanı seçersek Millet İttifakının planladığı güçlendirilmiş parlamento düzeni kurulacak ve tek kişinin İktidarının ulusumuzu sürüklediği bataklıktan kurtulma şansımız olacak; bu fırsatı değerlendiremezsek… yirmi bir yılda sürünerek yuvarlandığımız bataklığın daha derinlerine gömüleceğiz.
Sevgili insanlar, onurlu, bilinçli, bilimden, eşitlikten, demokrasiden, çocuklarımızın ve torunlarımızın sağlıklı, mutlu, aydınlık geleceklerinden , tüm insanlarımızın yasalar karşısında eşitliğinden yana iseniz Kılıçdaroğlunu Cumhur Başkanı seçmek için…
Açların açlıktan ölmelerini, beşli çetelerin ve siyasal ortaklarının daha çok milyarlar kazanmalarını, banka kredilerinin medya havuzlarının sahiplerine verilmesini… isterseniz cumhur ittifakının üçüncü kez adayı olan zata oy vermek için…
Haydi haydi haydi sandık başına…
21.05,2023, KOCAPINAR.