SEN NEYMİŞSİN BE AAABİİİİİ!…
Bir zamanlar çok söylenen, çok dinlenen, çok sevilen bir şarkısı vardı Sayın Mazhar ALANSON’un, “ Peki peki anladık!” diye başlayan. Sözleri şöyleydi:
“ Peki peki anladık / Her şeyden sen anlarsın / Her şeyi sen bilirsin / En güzel grubu sen kurdun / En güzel ritmi sen buldun / En iyi dalgıç sensin / En uzun filmi sen çektin / Peki peki anladık / En güzel sen bakarsın / En güzel sen ağlarsın / İlk önce sen başlattın / En evvel sen yavaşlattın / En uzağa sen gittin / En çabuk da sen döndün / Sen neymişsin be abi / En güzel sen gülersin / En güzel sen söversin / En güzel yemeği sen yaptın / En güzel kızı sen kaptın / Her şeyden sen anlarsın / Peki peki anladık / Sen neymişsin be abi!…”
Kendini herkesten akıllı, herkesten bilgili, herkesten güçlü… sanan, herkese akıl vermek, özel yaşamlarımızı bile yönetmek, ne zaman evleneceğimizi tayin ve kaç çocuk yapacağımızı dikte etmek hakkını ve yetkisini kendinde bulan, çevresine zorbaca hükmetmeye çalışan kişilik sorunlu kimseler görmüşsünüzdür. Böyleleriyle bir arada bulunmak felaketiyle karşılaştığımızda aklımıza gelen ilk şey, yakamızı elinden kurtarmak için geçerli bir neden bulup hemen mekan değiştirmektir. Çünkü tecrübeyle biliriz ki bize vereceği ipe sapa gelmez emirlerden sonra, kendi yapıp ettiklerini aşırı abartarak kim bilir kaçıncı kez anlatacak, anlatırken de dikkatimizi çekmek için elleriyle kolumuzu bacağımızı dürtükleyip duracaktır.
Kimi gün şansımız yaver gider, yakamızı kurtarmanın bir yolunu bulur, oradan hemen uzaklaşırız. Ancak bu her zaman bu kadar kolay olmaz… Biz daha kıpırdamaya vakit bulamadan hazret özgürlüğümüze el koyar ve her biri akla ziyan emirlerini, üstelik hiç anlamadığı mesleklerimizi nasıl icra etmemiz gerektiğini, çevredeki herkesin işlerini nasıl yapmalarını uygun gördüğünü… bağıra çağıra anlatmaya koyulur. Sonra da kendince üstün başarılarının öyküsünü üstelik dayanılmaz ölçülerde abartarak anlatır, anlatır… Biz ve dinleyicilerin bir çoğu, sıkıntıdan patlayarak dinlemek zorunda kalırız. Nezaketin gözü çıksın!
Tam da böyle durumlarda, aklımıza Mazhar ALANSON’un o güzelim şarkısı geliverir: “Sen neymişsin be aaabiii!” demek isteriz akıl hocamıza(!), Yaşam koçumuza (!). Ne ki yutkunur, susarız. Aklımıza geleni deyiversek kırılır mı, incinir mi’nin hesabına koyuluruz. Bir kez daha kör olası nezaket, sözümüzü boğazımıza tıkar.
Böylesi abilerin pek çoğu kenarda köşede kalsa da bir kısmı bir yolunu bulur, siyaset merdivenini kullanarak toplumun tepesine tırmanır, sesini duyurabildiği herkese yaşam koçluğu yapmaya soyunur. Nasıl olsa her şeyi en iyi bilen odur. O artık allame-i cihandır. Her alanda uzmanların da uzmanıdır. Yeri geldikçe ve gelmedikçe herkese akıllar, ayarlar, emirler verir. Yağdanlıkları kendisine hayranlıklarını, alkışlarını sunmakta yarışırlar. Onun akıllarını beğenmemek kimin haddine? Sonunda öylesine marazi bir özgüven geliştirir ki yakın çevresindekilere ve uzak çevresindekilere, kısacası herkese, herkese bağırıp çağırmaya, azarlamaya, fırça atmaya koyulur. Azarlanmaktan, fırçalanmaktan zevk alacak biçimde eğitilmiş yakın çevresi ne kadar da hoşlanır böyle aşağılanmaktan! Uzak çevredekilerse her gün biraz daha hoşnutsuzluk geliştirirlerse de sonsuz bir sabırla, “nezaketin gözü çıksın” diye yutkunurlar. Ancak pek sert birkaç muhalif çıkıp hazretin despotluğunu kınayabilir.
Lakin çocuklar? Çocuk ya bunlar, ne nezaket (!) eğitimi almışlar ne de sövüp saymalara, azarlara, fırçalara tahammülü öğrenmişler. Hazretin gözlerine gözlerine kırpmadan bakıp, düpedüz alaya alarak “Sen neymişsin be abi!” diye bağırmazlar mı? Bakın siz şu çocukların yaptığına! Ne demek şimdi bu “Sen neymişsin be aaabiii!” Herhalde “Sana inanmıyoruz!” demeye getiriyorlar. Ne kadar ayıp! Haydi bunlar çocuk diyelim, ya bunlara sahip çıkanlara ne demeli?
07-08-2021-KOCAPINAR NOTLARIM - GÖNEN