İnsanın ve Çevrenin Beklentileri -2

İNSANIN BEKLENTİLERİ – ÇEVRENİN BEKLENTİLERİ 2.
Bu konudaki ilk yazımda bir bebeğin doğumla başlayan beklentilerine değinmiştim. Ancak doğumla başlayan yalnızca onun beklentileri değildir. Çevresindeki ilgililerin de ondan beklentileri vardır: Örneğin bebeğin sessiz, sakin, sağlıklı, uslu olmasını, ağlayıp kimseyi rahatsız etmemesini vs. beklerler. Bunları beklerken bebeğin bu kavramlardan habersiz olduklarını bilmezler…

Ben bu bilmezliğin yol açtığı bir vahşete bir banliyö treni yolculuğunda rastladım:

Bilirsiniz, banliyö trenlerinin çoğunda karşılıklı oturulan vagonlar vardır. Vagon yolcularla tıklım tıklımdı. Yanımda  altmış yaşlarında hacı takkeli, kırçıl sakallı, çam yarması görünüşlü bir adam, karşımızdaki oturakta da biri adamın eşi, öteki ise onun gelini olduğu anlaşılan genç bir hanım, onun kucağında üç -dört aylık olduğu izlenimini veren bir bebecik vardı. Bebek, kollarını da içine alan kalın bir kundakta sıkıca sarılıydı. Sıkıntıdan adeta patlayacakmış gibi görünüyordu.  Bir süre kıpırdandıktan sonra önce hafiften, sonra da yırtınırcasına ağlayarak derdini anlatmaya çalıştı. Çevredekiler ister istemez  bebeğe bakmaya başladılar, Annesi kucağındaki bebeği susturmak amacıyla kolları arasında sallamaya koyuldu.  O sırada kocaman bir el gözlerimin önünden hızla geçerek bebeğe uzandı. Kendimden beklemediğim bir çabuklukla o eli çocuğa değmeden  tutabildim.  O anda ikimiz de ayağa kalktık ve ben kendimden beklemediğim bir öfke ve cesaretle  “Ne yapıyorsun ulannn?” diye bağırdım. Çevremdekiler  bizi ayırmaya çalışırken o zavallı dede, ” Terbiye ediyorum.”  diye güya açıklama yaptı. Anlaşılan, adam, torununun yardım talepli çığlıklarıyla yolcuları rahatsız ettiğini düşünmüş, o kocaman elleriyle bebeği  tokatlayarak korkutup susturarak sorunu çözebileceğini düşünmüştü. Niyeti belki de iyi, ancak yöntemi bir faciaya yol açacak kadar vahşice idi. Olayın sonrası önemli değil. Çevrenin bebeciklerden beklentileri, bebeciklerin karşılayabilecekleri şeyler değilse sonuç facia olabilir. Yazık ki toplumumuz  şiddeti bugün bile “terbiye” yöntemi olarak görüyor ve kullanıyor.

Toplumlar, kendilerini korumak için, bileşikleri olan  kişilerin, mal ve can varlıklarını, ortak mülklerini, ortak değerlerini koruyucu kurallar koyarlar. Bunların çoğu gereklidir de. Ancak bütün bu değerler ve kavramlar insanın doğuşuyla birlikte zihninde yer almaz. İnsan beyninin doğuş anında “tabula rasa” denilen bir boş sayfaya benzediği söylenir.. O sayfa, ancak doğuştan itibaren yaşanılarak öğrenilen ve eğitimcilerce kazandırılan  doğru ya da yanlış  bilgilerle  az ya da çok dolar. Bebeğin, çocuğun istenmedik davranışlarına karşılık kaba güç uygulamanın, çeşitli  şiddet ve işkence cezalarının, küçümsemelerinin, aşağılamaların insan zihninde bıraktıkları kinden, nefretten, düşmanca duygulardan,  yetersizlik ve  aşağılık duygusundan,  öç alma kararlarından ve benzeri şeylerden başka ne olabilir ki?

Çocuklar çok küçükken çevrelerindeki bütün kadınları kendi anneleri, erkekleri kendi babaları, bütün oyuncakları kendi oyuncakları… sanırlar. Çünkü mülkiyet duyguları ve kavramları yoktur. Bütün kavramlar ve değerler  ancak zamanla ve yaşanılarak öğrenilir.

Çocukların henüz kazanmadıkları kavram ve değerlerden sorumlu tutulmaları, mülkiyet kavramından yoksun oldukları için arkadaşlarının oyuncaklarına el koyduklarında “hırsızlıkla” suçlanarak  fizik ve psikolojik şiddete maruz bırakılmaları  geleceklerinin çok kötü  etkilenmesine, aşırı çekingenlik, korkaklık geliştirmelerine neden olabilir.  Küçük yaşlarda böyle baskılara maruz kalan çocukların ileri yaşlarda cesur, girişken, sorgulayıcı ve liderlik yeteneklerine sahip insanlar olmalarını bekleyemeyiz. Böyle zedelenmiş kişiliklerin yaşamın getirdiği sorunlara çözüm arama girişimlerine önderlik etmeleri, toplumsal sorunların mağdurlarını örgütlemeye kalkışmaları, sorunların demokratik yol ve yöntemlerle çözülmesi savaşımında bir insan olarak kendilerine düşecek görevleri üstlenmeleri beklenemez.

Kısacası, çocukların özgür, sorgulayıcı  ve girişken kişiliklerinin cehalet kaynaklı baskılarla dejenere edilmesi onlara olduğu kadar toplumların ve tüm insanlığın zararlar görmesine de neden olur.

17-11-2023