Ben Yazar Değilim!

Selam Dostlar,

Baya zaman oldu yazı yazmayalı. Bir sene mi? Yoksa bir buçuk sene mi? Bilinmez, belki de iki sene… Bilmiyorum. Ama bir gerçek var ki, o’da sizleri ve yazı yazmayı çok özlediğim. Geçenlerde yolum gazeteden geçti. Metin abi, Erdek’in fotoğraf sihirbazı İbrahim abi ve bir iki arkadaş daha, (Nurettin abi ve arkadaşı içerde) kapının dışında sohbet ediyorlar. Beni görünce; ‘vay’ lar, ‘ooo’lar, ‘nerdesin’, ‘ne yapıyorsun’ gibi soru ve o sorulara karışan (bana göre) sıcacık özlemlere benim her zamanki gibi şakalarımda karışınca, sokağı kahkahalarla çınlattık. Sevgili Metin Ağbi bir ara; ‘‘epeydir yazmıyorsun Pepo abi, nerdeyse bir sene oldu, özledik seni…’’, bu sözlere sevgili dostum İbrahim abide; ‘ya Pepo, yaz bir şeyler işte’ deyince, yazı yazma iştah ve isteğimi uyandırırcasına kamçıladı, kamçılamakla kalmadı, yeniden yazı yazmaya tahrik etti. Bende bunun üzerine Kasım ayına mahsus soğuk ama oldukça güneşli bir Cumartesi sabahında (13.11. 2021 saat: 11.03) bu satırları yazmaya karar verdim.  

Sevgili dostlar, öncelikle şunu bilmenizi çok isterim.

BEN YAZAR DEĞİLİM!

Çünkü yazar olmak başlı başına bir meziyettir. Bilgi birikimidir. Kaleminin sihrini okuyucuya yansıtmaktır. Ve eminim; buna benzer nice güzel, iyi, müspet meziyetleri barındırmaktır.Mesela; Yılmaz Özdil, bir Uğur Dündar, Zülfü Livaneli, Ahmet Ümit, beğenir veya beğenmezsiniz Orhan Pamuk, Ayşe Kulin, Nazım Hikmet, Orhan Veli, Sabahattin Ali, Tevfik Fikret, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Orhan Kemal, Ataol Behramoğlu gibi, adlarını sayamadığım, saymaya kalksam sayfaların kifayetsiz kalacağı nice yazar ve şairler. Hepsi birer kahramandır gözümde. Bilgileriyle, donanımlarıyla, gözlemleriyle, araştırmalarıyla, donanımlarıyla, kurdukları cümleleriyle, yazılarını olağanüstü bir sanatsal kurguyla anlamlaştırmalarıyla ve hiç şüphesiz sanatçı duruşlarıyla, kalemlerini satmamalarıyla, sözlerinin arkasında her şeyi göze alarak korkusuzca, sonuna kadar, dimdik durmalarıyla bu eşsiz insanlar; okuyucuya sadece aşk, savaş, dram, trajedi, bilimsel ve tarihsel veya araştırma gibi yazı ve hikayeleri yazıp bunları mükemmel bir anlatımla anlatmayla kalmıyor, yazılarına kendilerine has gözlem bilgi ve tecrübelerini katarak, okuyucuyu, kendilerine teslim eden edebi üslupla bağlıyor.

Bense bunların hiç biri değilim. Dahası olamam bile. Hoş; olmaya çalışsam, ömrüm yetmez. O zaman ben neyim? Tıpkı Aziz Nesin’in anlattığı gibi. Sormuşlar üstada; ‘’neden soyadınız ‘Nesin’ diye. Üstat da; ‘’soyadı kanunu çıktığında kendime sordum, ‘sen nesin?’ diye. Bunun üzerine düşündüm taşındım, ‘gerçekten ben neyim diye, o zaman tamam’ dedim. ‘Bundan sonra benim soyadım ‘NESİN’ olsun ki her zaman ne olduğumu hatırlayayım’ dedim’’ diye anlatır…(mealen)

Ben bu devrin insanlarına göre milattan önce doğmuş, elli beş model (Chevrolet marka araba değil) biri olduğumdan, Aziz Nesin’den daha şanslıyım, çünkü soyadım belli, ZARKO. Anlamı yok. Daha doğrusu bilmiyorum. Bildiğim kadarıyla İbranice veya Latince bir kelimede değil. Malum, belki bilenler vardır. Bilmeyenler için söyleyeyim. Bizler İspanya’dan 1492 yılında gelmişiz bu aziz topraklara. O zamanın Osmanlı İmparatorluğu şartlarında Avrupa ve Anadolu’ya  yayılmış, memleketin her tarafına yerleşmişiz.

Bizse sülalece yüzyıllarca İstanbul’da yaşamışız. Dahası Haliç’in her iki yakasında Osmanlı ve Türklerin hoşgörüsüyle, din, dil, renk ayrımı yapmaksızın, mozaik taşları gibi bir arada yaşamışız. Ayrıca; sadece ticari alış-veriş ilişkileriyle de değil, aşkın sınır tanımayan evrenselliğinde gelin ve damat vermişiz, aynı şekilde almışız. Yani ne aşklar yaşamışız romanlara filmlere mevzu olacak, sevginin sorgusuz sualsiz saflığında.

İnsanca birbirimize saygı göstermişiz. Mesela Ramazan ayında göstere göstere yemek yemez, oruçlarına saygı göstermişiz. Keza sevgili Türk dostlarımızda artık nerden öğrendilerse bizlerin oruç ve bayramlarına saygı göstermişler. Bayram geldiğinde, güzel bir olay yaşandığında sevinci paylaşır, acılı günlerinde de acılarına ortak olmuşuz.

Askerlik zamanı geldiğinde ayrımsızca aynı karavanaya kaşık sallamış, altlı üstlü bir ranzada, aynı koğuşta kardeşçe uyumuşuz. Unutulmaz Çanakkale savaşlarında, Ermeni’si, Rum’u, Musevisi, bu topraklarda hep birlikte huzur ve kardeşçe yaşamamız için, şehit olmuşuz birlikte, el ele, kucak kucağa. Kısaca asırlar boyu, hiçbir art düşünce ve ayrımcılık olmadan kardeşçe ve insanca birlikte yaşamışız asırlarca…

Gelelim Zarko soyadına…

Zarko; İspanya’da bir kasabanın adı. Haritada ufacık bir nokta olarak buldum.

Tabiri caizse benim atalarım, ‘geldiğin yeri unutma’ gibi bir anlamı, kendilerine soyadı yapmışlar. Tıpkı insanlara pelesenk gibi yapışan ve o deyimle anılan lakabı gibi.  (Not: İspanya’da bir kent veya kasaba olduğu bir gerçek.)

Bu durumda ben, olsam, olsam; YAZICI olabilirim, o’da olabilirsem tabi. Çünkü yazıcı olmakta kolay bir şey değildir.

Uzman serseriliğe (?) adım attığım günden beri vaktim bolca kitap okumak, bilmediklerimi öğrenmek bolca gezip yeni yerler görmek ve tabi ki bolca gözlemlemekle geçti. Tabi buna katıldığım kurslarda ki değerli hocalarımın –ki beni şiirle tanıştıran ama bir türlü şiir ölçülerini tutturamadığım sevgili Sema Çevik hocam, Bostancı Gönüllü evinin tiyatro bölümünde beni tiyatroya aşık eden (aynı zamanda Kadıköy Halk Evinin değerli tiyatro ve drama hocası) Buket İrtem Görmüş hocam, serserilik günlerimde Bahariye’de gezinirken gördüğüm bir ilan üzerine katıldığım değerli hocam, sanatçı, üstat, insan oğlu insan Levent Kırca’nın tiyatro kursları ve aydınlatıcı fikir ve katkıları asla unutulmaz.

Sema Hocamın yazmak üzerine verdiği ödevlerde, yazı ve şiirlerim sınıfı katıla katıla gülmeye sevk ederken, an geldi durgunlukları da getirdi.

Hele sevgili Sema hocamın şiirle uğraşıp defalarca ölçülü ve kafiyeli ısrarlarına yaramaz bir çocuk gibi şiirler yazıp, sınıfı hatta Sema hocamı güldürmem elbet ki unutulmaz anılarımın arasındadır. Nasıl mı? Alın o zaman bir örnek…   

Kadıköy efsanesi

Kadıköy’de güzel, sende güzel

Vapur kalkmakta,

Sallanırken narin bir el,

Giderken sen, gelir tatlı hüzün

Sensizliklerde bile,

Kadıköy inan çok güzel…

 

Yaktı yıktı beni, bu tatlı güzel

Uğraşıyorum ben, öpeyim onu bir güzel;

Otururmuş meğer Kadıköy’de

Yağmuru yağınca,

Olurdu her yer sel…

 

Kadıköy’de buldum onu,

Dedim ona,

‘Gel bende kal,’

Kızaraktan dedin,

‘Olmaz!!! Uygunsuz bir hal,’

‘Olmaz bir şey’ dedim,

‘Gönlünü tut ferah…

Yoktur kötü niyetim,

Aha evim pek dar,’

 

Susaraktan baktın bana,

Dudağımda gerçek ve doğal

Şekersiz Kestane Bal…

Çıkmaz oldu kelimeler,

Yaşanırken tatlı bir an,

Anlayan anlamıştır,

Gerisi davulla zurna saz,

Kadıköy Kadıköy’ümüz;

Olmazsa olmazı

Fıstık misali ah o güzelim kızlar…

Not: Pepo Bostancı 2015

Şimdi ben bu sözüm ona ölçülü şiiri yazdım ya; Allahhhh! Resmen belayı buldum. Sınıfsa kıkır kıkır hocaya çaktırmadan gülüyor.

‘’Bu ne! Bu şimdi şiir mi! Aklın fikrin kızlarda. Tamam! Vazgeçtim! Sen serbest yaz!’’

‘’Tamam hocam…’’

‘’Ama normal olsun ha. Mesela Can Yücel, Nazım gibi, anladın değil mi?’’

‘’Anladım hocam. Hatta fırından taze çıkmış bir tane bile var. Okuyayım mı?’’

‘’Oku bakalım…’’

‘’AKMAYAN ZAMANLAR…

Dudakların gonca gül misali, amber kokular yayıyor, öpülesi buram buram…

Öpsem, öpsem, öpsem;

Öpsem seni amber kokan dudaklarından hiç durmadan!

İnan doyamam! Akarken zaman…

Durdursak zamanı sarılsak birbirimize çıplak kalmış bedenlerimizin arsızlığında,

Kenetlensek birbirimize ayrılmamacasına kan ter içinde,

Fısıldasak tüm ayıp ve edepsiz kelimecikleri, fütursuzca, sımsıcak…

Karışsak kaybolurken birbirimizde,

Umursuzca

Ipıslak,

Hatta sırılsıklam!

Dağılsa tüm kainat kıyametler koparcasına!

İnan yinede doyamam, akarken zaman…

Ve…

Ölsem!

İnan cehennemlerde yaratırdım cennetleri,

Zaman akmamacasına…

Not: Pepo… Caddebostan.

Hoca bana baktı, baktı baktı ve dedi ki;

‘’Sen gerçekten iflah olmaz umutsuz vakasın evladım…’’

İşte bunun için diyorum ya ‘’ben yazıcıyım…’’ diye. Ne garip bir tesadüftür ki ben bu şiirimsi satırları (sanırım 2018) Erdek Kültür Festivalinde de okudum. Devamı? Var elbet. Sıkılmazsanız anlatırım dostlar. Şimdilik bu kadar. Sürçülisan ettiysek af ola…

Sağlıcakla, aydınlık dolu günlerde kalın sevgili dostlar, görüşmek umuduyla…

Pepo

14.11. 2011/Erdek