KİRALIK DİPLOMALAR
Depremin ardından:
“Nerede olmuş?”
“Büyüklüğü / şiddeti neymiş?”
“Can ve mal kaybı var mı?” gibi sorulara cevap arar, son ikisine şu veya bu nedenle net olmayan cevaplar duyar veya okuruz.
Çevremdeki insanlar, en çok Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü (KRDAE) ile İçişleri Bakanlığı Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) arasındaki farklı tespitleri yadırgar, AFAD’ı bir nebze TÜİK’e benzetirler.
**
Depremden kaçış olmadığını, depremin coğrafyamızın gerçeği olduğunu herkes bilir, ama can ve mal kayıplarına ALIN YAZISI veya BU ÇOĞRAFYADA YAŞAMANIN BEDELİ diyemez. Çünkü gelişmiş ülkeler, bizde olandan daha büyük depremleri daha az can ve mal kaybı ile atlatıyor; yapılarını deprem gerçeğine uygun planlıyor, inşa ederken de ciddi ciddi kontrol ediyorlar.
Düzce Adliye binasının deprem sonrası fotoğraflarına bakın, göreceksiniz: Tuğlalar bağlanmadığı için yaslandığı duvardan ayrılarak sapır sapır dökülmüş, mantolama yeterli sayıda dübelle sabitlenmemiş, ortalığa saçılmış… Apaçık yanlış imalat!
Deprem, mesai saatlerinde gerçekleşmiş olsaydı, tuğlaların düşmesiyle ölenlerin ailelerine, yaralanan insanımıza; ihmalden, denetimsizlikten kaynaklandı diyerek özür dilemek, sorumlularını hâkim karşısına çıkarmak yerine KADER mi denecekti.
**
Biliriz,
Her işin en önemli noktası denetimdir. Denetimi gerektiği kadar özenle yapılmayan her iş gün gelir çevreye ve insana zarar verir.
O zaman soralım:
Yapı denetim şirketlerinde çalışan bazı denetçiler işlerini hakkıyla yapıyorlar mı, yoksa diplomalarını/imzalarını bazı eczacılar, bazı pratisyen hekimler, bazı kimyagerler, bazı veterinerler gibi yasal olmayan bir şekilde kiraya mı veriyorlar?
Yapı Denetim Sisteminde böyle durumların önüne geçmek için denetçilerin denetlenen yapının inşa edildiği ilde oturma zorunluluğu var. Bu şartın ikamet ediyormuş gibi gösterilerek aşıldığını duymuşlardanım. Yapı ve denetçi aynı ilde olsa bile denetim görevinin hakkıyla yapılması bazı durumlarda zor olabilir.
Örneklersek, Bandırma’da oturan bir denetçi (mimar veya mühendis) Ayvalık’ta haftada iki kez inşaat denetimi yapacak olsun. Ayvalık Bandırma’ya 222 kilometre uzakta,
denetçinin asgari ücret civarındaki maaşı gidiş geliş için benzine, mazota ve arabasının yıpranmasına gider. Hele bir de konaklamak zorunda kalırsa “yandı gülüm keten helva.”
Haftada bir gitsin diyecekseniz, olmaz! Zaman yetmez!
Özetlersek:
Kiralık diploma/imza gerçeği aşılmak zorundadır.
Kötümser miyim, hayır!
Daha, şakulinde yapılamamış binalardan; sorumluluğunu aldığı halde inşaatı görmemiş şantiye şeflerinden bahsetmedim bile…
**
İstanbul için beklenen depremin yaratacağı sonuçlar hesaplandığında (ki neler olacağını yetkililer biliyorlar) karşımıza:
Binlerce yapının yıkılması,
Binlerce insanın hayatını kaybetmesi,
Yaralı ekonominin çökmesi,
Elektrik kesintileri,
Temiz su bulma zorlukları,
Hastanelere ulaşmada yaşanacak sıkıntılar,
Hırsızlıkların artması,
Haberleşmede problemler…
Liste uzayıp gider, kısaca ÜLKEMİZİN BEKA SORUNU çıkar.
Aslında çözüm basit.
Bu işler için toplanan para, riskli yapıların yenilenmesine harcanmalı; yollar, hastaneler, okullar ile diğer kamu binaları depreme hazır hale getirilmeli yeni yapılarda denetime özen gösterilmelidir.
‘Testi kırılmadan’ gerekenler yapılmaz ise deprem tatbikatında olduğu gibi fena çuvallayacağız.