Aktaran : Halid Özkul
"Marx ve Engels, yüzlerce yıllık eski bir soruya cevap bulmayı, kendilerine görev bilerek yola çıktılar. Nihayetinde vardıkları sonuç şuydu; tarih sahnesine çıkmış tüm toplumların tarihi, üretim ve takas temeline dayalı insan ilişkileri tarihi olduğudur."
• Rosa Luxemburg’un Türkiye’de pek bilinmeyen makalesinin Almancadan tercüme eden “Kerem Karalı” yoldaşın daha önce grubumuzda yayımlanan bölümlerin tercümelerini tekrar gözden geçirerek kendisi tarafından tercümenin düzeltilmiş son hali…
R o s a L u x e m b u r g - Karl Marx - (Mart 1903)
Vorwärst-İleri (Berlin) No. 62 Tarih: 14 Mart 1903 Rosa Luksemburg’un toplu eserleri. Cilt 1 ve 2. Sayfa 369-377 Bu makale kayıt altına geçmemiş olmakla beraber, Rosa Luksemburg’un Clara Zetkin’e yazdığı bir mektuptan anlaşıldığı üzere, yazarının Rosa Luksemburg olduğu bilinmektedir.
‘‘ Filozoflar dünyayı değişik şekilde ifade etmeye çalışmışlardır. Oysaki önemli olan, onu değiştirebilmektir.‘‘ Marx‘ın Feuerbach üzerine 11.Tezi (1)
Büyük bir dahi olan Marx, yirmi yıl önce, ebedi rahatına kavuştu. Henüz birkaç yıl öncesine kadar, Almanya‘ da var olan, bir Marxizm krizinden söz ediliyordu. Oysa bugün dönüp baktığımızda, yığınların tüm ülke sathında, Marx‘ın o müthiş düşüncelerini kavradıklarını, sosyalizmi gündelik yaşamda pratiğe geçirmenin, bilincine vardıklarına şahit oluyoruz.
Marx‘ın işçi sınıfının mücadelesine katkısını az ve öz anlatmak gerekirse, Marx, modern işçi sınıfını, sadece emek gücünü satan işçi konumundan çıkarıp, ona tarihsel bir görev yüklemiştir. Nedir bu tarihsel görev deyip irdelediğimizde, şunlara şahit oluyoruz: Marx öncesi Kapitalist ülkelerde yaşayan işçi yığınları, içinde bulundukları benzer ağır yaşam koşulları nedeniyle, ancak, kendi aralarında oluşturdukları dayanışma usulleriyle ayakta durabiliyorlardı. Aynı zamanda, bir çıkar yol bulmak için çırpınıp duran bu insanlar, kısmen de olsa, ‘‘belki bir faydası olur‘‘ diyerekten sosyalizm ile köprü kurmaya çalışıyorlardı. Bu bilinçsiz işçi yığınlarına sınıf bilincini ve tarihsel görevleri olan; siyasi erki ele geçirip, sosyalizme giden yolu açma fikrini ilk kez Marx aşılamıştır. Onun, proleter yığınları örgütleyip savaş alanına sürmesi, siyasi erki ele geçirme amacı güden, bir devrimci mücadeleydi. Bugün, bu mücadelenin takipçi neferleri, toplumun her kesiminden olup, düzen değişikliğini savunmaktadırlar. Bu kitlelerin katılımı ile devrimci hareketler gelişip büyümektedir. Burjuvazi bilindiği üzere, proletaryanın siyasi faaliyetlerinden her daim korku duymuştur ve ona karşı bugün de, düşmanca tavırlar sergilemekten geri kalmaz.
Fransız parlamento vekili Casimir Perier’in, 1831 yılının Kasım ayında, Avrupa kıtasında gelişen işçi sınıfının eylemleriyle ve özellikle Lyon(2) kentinde isyan eden dokumacılar hakkında parlamentoyu ne şekilde bilgilendirdiğini tekrar anımsayalım: Mösyö, Milletvekili şöyle diyordu: ’’Beyler, huzurunuzu bozmayın! Lyon’da gelişen işçi olaylarının hiç bir siyasi yönü yoktur.’’ Bu egemen güçler için çok önemli haberdi, zira işçi sınıfının bilinçlendiğini gösteren herhangi bir eylem, onun burjuvazinin kontrolünden çıkacağı ihtimalini yaratıyordu. Dolayısıyla burjuvazi bir korku ve şaşkınlık içindeydi. İşçi sınıfına, verdiği siyasi mücadele faaliyetlerini, sınıf savaşına dönüştürerek, onu etkin silah haline getirip, mevcut sisteme karşı doğrultma becerisini veren kişi; tartışmasız, Marx’ın kendisidir. Bildiğimiz gibi, bugünkü sosyal demokrat işçi siyasetinin temelinde, tarihi materyalist olarak değerlendirme düşüncesi vardır. Aynı şekilde bu düşüncenin temelinde de, yine, Marx’a ait olan, ‘’kapitalizmin gelişim teorileri’’ yatar. Friedrich Engels, ’’Feuerbach’’ adlı makalesinde, felsefenin özü olan ve üzerinde çok söylenip yazılan, insanın var olmasıyla bilinci arasındaki ilişkiyi, objektif materyalist açıdan yorumlamıştır. Bu, ’’Var olma’’ ve ’’bilince varma’’ kavramlarını kişisel yorumlamalara bıraktığımızda, en derin filozofların dahi çuvalladığını görüyoruz. Aynı şekilde, toplumsal hayatta, sosyalizm ile ilgili yapılan değerlendirmeler de hiç farklı değildir. Burada insanın var oluş biçimini ve düşünce yetisini edinmeyle ilgili tarihsel gelişmeyle, toplumsal bilinç arasındaki ilişkiye işaret eden yine, Marx olmuştur.
Marx ve Engels, yüzlerce yıllık eski bir soruya cevap bulmayı, kendilerine görev bilerek yola çıktılar. Nihayetinde vardıkları sonuç şuydu; tarih sahnesine çıkmış tüm toplumların tarihi, üretim ve takas temeline dayalı insan ilişkileri tarihi olduğudur. Bu ilişki, gelişip dönüşüme uğrayarak,* özel mülkiyetin egemen olduğu şartlar altındaki siyaset arenasında ve işçi barakalarında, sınıf savaşına dönüşmüştür. Tarihsel gelişmenin motoru olan bu saptama ile Marx, bir bilinmezi gün ışığına çıkarıyordu. Böylece, geçmiş toplumsal aşamalarda var olan, insanın bilinci ile varlığı, insani gereksinimleri ile toplumsal çabaları ve hesap ile sonuçları arasındaki tüm çarpıklıkların, birbirleriyle olan ilişkisi açıklığa kavuşmuş oluyordu. [*Emek gücünün satımı / çn.]
Marx’ın yol göstericiliği ile kendisinin toplumsal var oluşunun sırlarını çözen insanlık, bununla beraber kapitalizmin gelişim sürecini de kavradıktan sonra, bir arının işlediği, ama neden işlediğini bilmediği arı kovanı örneğindeki durumdan çıkıp bilinçlenerek, kendi tarihsel gelişiminin önünü açmıştır. Artık, insan bilinçsiz bir devreyi geride bırakarak bilinçli yeni bir devreye adım atmıştır. Bu devrede toplumsal ihtiyaçları ile toplumsal çabaları uyum içindedir. Artık insanoğlu binlerce yıldır ilk defa dilediğini yapmakta özgürdür. Bunu Engels’in ifade ettiği şekilde dile getirirsek bu; ’’insanlığın hayvanlar âleminden çıkıp, özgürlükler âlemine sıçramasıdır.’’(3) Bu sıçramanın sosyalist devrime dönüştürülme çabalarını da şahit olmaktayız. Günümüzde sosyal demokratlar** böyle bir politika izlemektedir. Sözü işçi partisine getirdiğimizde; o Marxizm öğretisini Ariadne halatı(4) gibi elinde tutarak faaliyet gösteren, tarihsel konumu gereği, neyi niçin yaptığının bilincinde olan tek partidir. Özünde, sosyal demokrat mücadelenin asıl gücü de bu gizemde yatmaktadır. [**günümüzdeki komünist deyiminin karşılığı / çn.]
Toplum uzun zamandır, sosyal demokrat mücadelemizin, tüm zorluklara göğüs germesini, gösterdiği akıl almaz gelişmeleri hayretle takip etmektedir. Bunların arasında başarılarımızdan şaşkına dönmüş, akıldan zoru olan, beyni bunamışlara da dikkat çekmek istiyorum. Bu tipler burjuvaziye bizi örnek almasını, bilgeliğimizi ve çalışkanlığımızı taklit etmelerini tavsiye ediyorlar. Ne yazık ki; bunların bir türlü anlamakta zorluk çektiği şey; işçi sınıfının ilhamı olan, ona kılavuzluk yapan kaynak, küçük burjuva partileri için öldürücü zehirden öte başka bir şey değildir.
Peki, on iki yıl süren, yasaklar boyunca,*** sosyalistlerin ve sosyal demokratların faaliyetlerini engelleyen kanunlara karşı mücadele vermemizi, dayanma gücümüzü ve sabrımızı ve sonunda güle oynaya yasaklardan kurtulma sevincimizi neye borçluyuz? Bu bizim kendi dayanıklılığımızdan mı kaynaklanıyor? Yoksa mülksüz-leştirilmiş-lerin ekonomik durumlarını düzeltme arzularından mı? Hayır, bunlardan hiç biri neden olarak gösterilemez çünkü modern proletarya kendini beğenmiş bir küçük burjuva değildir! O küçük hesapların peşinde hiç değildir! Ancak, ’’İngiltere İşçi Sendikalar Birliği’’nin işçi sınıfı adına sadece basit ekonomik çıkarlar sağlama peşinde koşmasını, onun çapsızlığı olarak değerlendirebiliriz. Böyle bir hedef, işçi sınıfını onurlandırmayacaktır. [***1878-1890 / ç.n ]
Modern proletarya Hristiyanlığın yayılma devrinde olduğu gibi; kendini her şeyden mahrum eden, ettikçe de, dinine olan sevdası büyüyen, talepsiz müritler midir? Tam tersine o, mevcut düzenin bir üyesi olarak keyfine düşkün, yaşamın tadını çıkaran, doğası gereği, bir şeylere sahip olma arzusuyla dolup taşan insanlardır. Her ne kadar içinde bulunduğu koşullar, bir köle yaşamını andırsa da, o yine de çektiği eziyetleri, yaşama arzusuna dönüştürmeyi becerir.
Peki, bizi yenilmez yapan nedir? Haklı bir mücadele vermemiz değil midir? Oysa; ütopik sosyalist olan Chartist’ler(5) ve -Weitling’ler de, en az bizim kadar çetin dövüşmüşlerdi. Buna rağmen mevcut toplum düzeni tarafından dışlandılar. Günümüzde ise; işçi hareketleri, düşmanın tüm baskı ve şiddetine rağmen, halan bayrak sallayabiliyorsa, bunun tek nedeni; kapitalist üretim tarzının... mülksüz-leştirenlerin, kendini mülksüz-leştirecek olanları(6)**** yaratacağının, bilincinde olmasındandır. Bu bilincin kendisini sosyalist devrime götüreceğinin de farkındadır. Nihai zaferin kesin olacağını düşünmek, onu tetiklediği gibi, ona hem sabır, hem de eyleme geçmek için gerekli gücü ve dayanıklılığı verecektir. [****mezar kazıcılarını / ç.n]
Etkili bir siyasi faaliyetin ilk şartı; düşmanı takip altına alarak, onun plan ve programını kavramaktır. Düşmanın takibi ve onu çözmenin yolu, en küçük ayrıntılarını ve halkalarını öğrenmek, aynı zamanda bizleri kötü sürprizlerden koruduğu gibi, boş hayaller kurmaktan da kurtarır. Başarının anahtarı bu değilse, ne olabilir? Yanı sıra; bu taktik bize, toplumun tüm katmanlarının kendi içindeki parçalanmışlığını, sınıfların ve grupların aralarındaki menfaat ilişkilerini, çelişkilerini ve toplumun üretici gücünü ve mevcut üretim koşullarını anlamamızı da olanaklı kılar.
Burjuvazinin sadık eleştirmenlerinin, günlük siyasi gelişmeleri üstün körü bir şekilde değerlendirdiğini biliyoruz. Oysa siyaseti doğru okumaya çabalamaları, kendilerini daha da derin bir bilinmeze sürükleyerek, çelişkiler yumağının içinden çıkamaz hale getiriyor. Bizler ise; tüm acemiliğimize rağmen, dünyada gelişen siyasi olayları doğru analiz edip, ona göre tavır alarak, pek çok şeyi tepe taklak edebildik. Çünkü bizler, toplumun sosyal, politik ve kültürel gelişimini belirleyenin, üretim ilişkileri olduğunun farkındayız. Bunun tarihsel gelişim kanunlarını kavrayıp, ona göre siyaset yapmamız, başarılarımızın nedeni olmuştur.
Peki, bizleri mücadele esnasında bir takım hatalı taktiklerden ve gücümüzü boşa harcayan ütopik sapmalardan koruyan ölçü nedir? Biz bu ölçüyü; toplumsal ekonomik ve politik gelişmelerin içinde ararız. Buna göre politik çizgimizi en ince ayrıntılarına kadar sınadığımız gibi, savaş taktiklerimizi de gözden geçiririz. Bu uygulama artık bizler için, olağan bir hal durumunu almıştır. Böylece ilk kez, sosyalizmi kurma hedefini, günlük siyasi arenada gündemde tutma onuru, işçi sınıfına ait olmuştur. Marx öncesi işçi siyaseti, günlük siyaset idi. Yanı sıra devrimci sosyalist faaliyetler de vardı, fakat ilk kez Marx’tan bu yana ve onun çabaları sonucu, sosyalist işçi politikası yapılmaktadır. Bu politikanın hakkını vermek gerekirse; biz onu, devrimci ve akılcı siyaset olarak niteleriz.
Şayet akılcı politikamız, önüne erişilebilir hedefler koyar ve bu hedeflere en kısa yoldan, en etkili araçlarla ulaşmayı Marxizmin kılavuzluğunda uygularsa, proleter sınıf mücadelesinin burjuva siyasetiyle olan farklılıkları ortaya çıkar. Zira burjuva siyasetinin özünü ’’günlük siyaset’’ oluşturur iken, sosyalist siyaset gücünü, kendisinin tarihsel oluşum ve gelişim aşamalarından alır. Aynı farklılıkları burjuvazinin artı değer teorisini açıklamak isterken, saçma sapan teorilere başvurmasında da görürüz. Burjuvazi piyasadaki hareketlenmeler sonucu artı değerin oluştuğunu iddia eder, oysa Marxizm artı değeri; toplumsal ilişkiler sonucu oluşmuş, bir olgu olarak açıklar.
Bizler proleter akılcı siyasetin, aynı zamanda devrimci siyaset olduğunu söyleriz. O, en küçük ayrıntısından en büyük parçasına kadar, içinde bulunduğu sınırları zorlar. Verdiği mücadele ile iktidarı ele geçirecek olan, devrimci proletaryanın öncü gücü durumuna gelir. Bu öncü güce, verdiği mücadelede engelleri aşmasına kılavuzluk yapan, Marx’ın öğretileridir. Böylece onunla ahlaklı olmanın gereğini bilir, tehlikeleri aşar, savaşta taktiğimizi en ince ayrıntısına kadar belirleriz. Düşmana yapılan saldırının türünü ve bize yığınların katılımını sağlayacak olan günlük ajitasyonu, kısacası tüm ama tüm çalışmalarımızı biz yine Marx’ın bize öğrettikleri ile hayata geçiririz.
Bazen kendimizi saplantılara kaptırmaktan da alıkoyamayız. Yaptığımız siyasetin, tüm iç dinamikliğine rağmen Marxist teoriden kopuk, kendine özgü bir çalışma olduğunu düşünürüz. Bunun doğru olmadığını anlamak için, şöyle bir hafızamızı yoklamamız, Marx’ın, işçilerin mücadelesine ve sosyalizm anlayışına kattığı devrimci ögeleri hatırlamamız yeterlidir. Hatta Marx, işçi sınıfının savaşımına yaptığı katkılardan dolayı, burjuvazinin nefretini, hissedilir şekilde kazanmıştır. Artık egemen güçler, Marx’ı aşmadan, modern işçi sınıfını aşamayacaklarını kavramıştır. Dolayısıyla Marx’ın ölümünden bu yana geçen son 20 yılda burjuvazi Marxizmi işçi sınıfının mücadelesinden çıkarıp atmak için teorik ve pratik elinden geleni ardına koymamıştır. İşçi hareketleri tarihi, baştan bu yana ütopik devrimci sosyalizm ile kapitalist real politika arasında gidip gelmiştir. Kapitalizm öncesi krallık veya yarı krallık dönemine denk gelen, ütopik sosyalizm, burjuvazi ile olan tüm ilişkilerini batı Avrupa’da, burjuvazinin erki ele geçirmesinden sonra, büyük oranda durdurmuştur. Burjuvazi ile ilişkilerde bizleri bekleyen bir diğer tehlike de; işçi hareketlerinin güçlenmesiyle beraber burjuva parlamentosunda oluşan kör dövüşüdür.
İşçi sınıfının ütopik devresinde, kendi sorunlarını aşması için, burjuvazinin siyaset arenasında uyguladığı taktikleri örnek alması, bunları proletaryanın devrimci mücadelesinde bilfiil uygulanması hedeflenmişti. Sınıfların kendi aralarındaki dayanışması, sosyal barış ve reformlar, aynı şekilde sınıf savaşının yerini alsın isteniyordu. Peki, ne elde edildi? Kazanımlar nedir? Burjuvazinin günlük siyasette uyguladığı taktiklerden medet umanları bu bekleyiş, bir müddet hayaller aleminde oyalamış olabilir, fakat bunların hiç bir işe yaramadığı kısa zamanda ortaya çıktı.
Fransa’da,(7) ’’bakanlık’’ sisteminin çuvallaması, Belçika’da,( liberalizm akımının ihaneti, parlamentarizmin Almanya’daki(9) çöküşü, darbe üstüne darbe etkisi yaratarak, her şeyin kendiliğinden yoluna gireceği hayallerini yıkıp attı. Marx’ın da belirttiği gibi; sosyal kutuplaşmada ’’çelişkilerin derinleşmesi’’ tespiti, sınıf savaşında, zafere giden yolun temelini oluşturması yanı sıra, bu alandaki kutuplaşma, her gün, yeni oluşumları da beraberinde getirmiştir. Hollanda’da demir yolu çalışanlarının 24 saatlik grevi, toplumda büyük sarsıntı yarattığı gibi, bu hem; sınıf savaşını körüklemiştir, hem de; Hollanda’nın fokur fokur kaynamasına neden olmuştur.(10)
Gerçi, ’’İşçi ordularının’’ bu tür eylemleri, her ne kadar demokratik burjuva düzenini alt-üst etse de, nihai hedefe bu şekilde varmanın, asla mümkün olmayacağı bilinci, işçi sınıfına verilmelidir. Zira tüm bu olumsuz gelişmelerin altında, Marx’ı fiilen yok saymanın nedenleri yatmaktadır.
Burjuvazinin yüzlerce çanak tutucuları, Marx’ı teorik olarak yadsımayı, kendilerine vazife bilerek faaliyetlerine devam etmektedirler. Bu onlara her hangi bir şey kazandırdı mı? Bunların tek uğraşı; aydın tipli inanmış kesime, Marx’ın ’’yavanlığına’’ ve ’’abartılmış’’ olduğuna dair, kanıtlar uydurmak olmuştur. Buna rağmen, aralarında ciddiyetliğiyle bilinen burjuva düşünürü Stammler(11) bu tür yarım yamalak bilgiler ışığında, Marxizm gibi derin bir öğretiyle baş edilemeyeceğini kabul etmiştir. Marxizm ile boy ölçüşebilmek için, burjuvazinin elinde kayda değer bir koz var mıdır?
Marx, felsefe, tarih ve iktisat alanında, işçi sınıfının oynadığı role dikkat çektikten sonra, burjuvazinin bu alanlardaki çalışmaları sekteye uğramıştır. Doğa felsefesi klasik anlamda bitmiştir, burjuvazinin tarih anlayışı bitmiştir, iktisat bilimleri bitmiştir. Tarih araştırmalarında, tarihsel sürecin, birbirini tamamlayıcı bir bütün içinde açıklanması yerine, uyduruk benzer teoriler ile beslenmeye çalışılması, iktisat bilimlerinin iki teori arasında gidip gelmesidir ki; bunlar, hem birbirlerinin zıttı olduğu gibi, aynı zamanda da, Marx’ın katkılarını da inkâr eder. Hatta bu iki akımdan biri, Marx’ı inkâr etmek pahasına, iktisat öğretisini bilim haline getiren, kabul görmüş önemli kurallarını da göz ardı eder.
Bilindiği üzere, sosyal bilimlerle ilgili kitap fuarı, her ay pek çok yayınları piyasa sürmektedir. Yazarları, modern görüşlü bilim adamı olan, bu kalın ciltli eserler, hızlı ve hırçın bir şekilde, kar amaçlı piyasaya sürülmektedir. Bu kitapların içeriklerine gelince; başını kuma gömen deve kuşu misali, olayların birbirleriyle olan bağlantısını görmeyen, günlük ihtiyaca cevap verecek türden, basit düşüncelerin ve teorilerin çarpıtılarak alıcısına sunulmuş yazım türleridir. Nihayetinde, bu allanıp pullanmış yayınların arasında, Marxizme cevap olacak değerde, ele avuca sığan bir şey yoktur. Akıcı bir üsluptan yoksundurlar. İlerici yeni bir savı olmayan, bilimsel olarak da temelsiz karalamalardır.
Ve toplumsal ilerlemede, bilimin aşamadığı engelleri yıkacak olan; Marxizm’den başkası değildir. Şu durumda anlaşılmıştır ki; burjuvazinin her daim yaptığı; Marxizmin kazanımlarını reddetme inatçılığıdır. Oysa Marxizmin kendisi, burjuvazinin bilimi anlayıp yorumlama alışkanlığının eteklerinde doğup büyümüş bir çocuktur. Bu çocuğun doğumu, annesinin ölümünü de beraberinde getirmiştir. Kısacası; Marxizm, burjuva bilim anlayışını ortadan kaldırmıştır. Böylece gerek fiilen, gerek teorik olsun, işçi sınıfın mücadelesindeki olumlu gelişmeler, Marxizm düşmanlarını savaş alanında silahsız bırakmıştır. Marxist düşüncenin düşmanları bugün, Marx’ın ölümünden 20 yıl sonra, daha da aciz duruma düşmüşlerdir. Marx ise, halen dip diri ayaktadır.
Marxizmin düşmanları, delicesine arayışlar içine girip, Marx’ı aşma çareleri arıyorlar. Bu konuda oldukça umutlu gibi görünüyorlar. Oysa onların anlamadıkları şey; aradıkları çarenin Marxizmin içinde saklı olduğudur. Bu Marxizmin kendi kendini aşma özelliğidir ve bu özelliğini kendi özünde saklamaktadır. Bunun tamamen tarihsel kökleri olmakla beraber, zaman bakımından belirli bir süre geçerliliğe sahiptir ve tamamen diyalektiktir ve kendini yok edecek olan özelliğini de, yine kendi içinde barındırmaktadır.
Marxizmin bilimselliğini ve eskimezliğini, kısacası; onun bu alanda kullandığı tarihi metotları bir yana bırakacak olursak, çok daha can alıcı olan; Marxizmin tarihsel aşamada, çelişkiler üzerine kurulu toplum düzeninden, tüm üyelerinin dayanışma esasları çerçevesinde kuracakları toplum düzeni olan, komünist topluma geçiş bilincini gün ışığına çıkarmasıdır. Bu artık tıpkı, ’’Milli Ekonomi’’ biliminin kendi alanında katettiği yol gibi, bir refleks sonucudur, içinde yaşanılan zaman ve koşulların bir ‘’düşünsel’’ tepkisidir. Bu tepki hem; iktisadi, hem de; siyasi bazdadır. Bir başka ifade şekliyle; bu tepki, kapitalizmin aşılması ve sosyalist düzene geçilmesinin zamanının geldiğini işaret eden bir tepkidir.
Her ne kadar biz buna refleks dediysek de, bu çok daha başka bir şeydir. Çünkü Marx’ın belirttiği gibi, bu tarihsel aşamayı yaşama geçirmek, bir refleks ile mümkün değildir. Bunun için toplum ve toplumun belirli bir sınıfının, yani; proletaryanın, Marxist sınıf bilincine varmasıyla mümkündür. Marxist teori, devrim için gerekli olanın, işçi sınıfın ve bağlaşıklarının Marxist teoriyi kavramalarını ve bir ’’tarihin itici gücünü’’ teşkil ettiklerinin bilincinde olmalarını şart koşar. Marxizm, ancak bu şekilde ve mücadeleye katılan her yeni proleterin sınıf savaşını omuzlamasıyla geliştirilerek, hayata geçirilir.
Marxist bilim, hem tarihi sürecin bir parçasıdır, hem de, bir devinim içindedir ve Komünist Manifesto’nun son perdesi de; toplumsal düzeni, sosyal devrim ile değiştirmek olacaktır. Böylece, Marxizm artık oluşan yeni toplum düzeninin önündeki en tehlikeli bölümü, kısa veya uzun vadede aşacaktır. Bunu da ancak ve ancak, dönüşüme uğramış, toplum düzeniyle beraber başarabilir.
Dip Notlar:
1- Karl Marx’ın Feuerbach üzerine tezleri. Marx ve Engels eserleri, Cilt: 3 Berlin 1962, Sayfa 535.
2- Dokumacı ayaklanması. 1831 yılında Lyon’da, ilk kez işçi sınıfı, tamamen kendi dinamikleri ile burjuvaziye karşı ayaklanmıştır. Bu ayaklanma, modern işçi hareketlerinin başlangıcını temsil eder. Bir başka ayaklanma yine Lyon’da, 1834 yılında gerçekleşmiştir.
3- Böylece insan bir anlamda nihai olarak, hayvanlar âlemini terk etmiştir, hayvani var olma yaşam alanından, gerçek insani... İnsanlığın var olma savaşı verdiği koşullardan çıkıp, özgürlüğün kucağına atlamasıdır.’’ (Friedrich Engels: Bay Eugen Dühring’in Bilimde devrimi. -Anti Dühring- Marx-Engels eserleri. Cilt.20, Berlin 1968, S.264
4- Yunan mitolojisinde Ariadne, Perseus’e uzattığı halat ile, onun, Minotaurs’un labirentinden çıkmasına yardımcı olur.
5- Chartisten: Chartisten: İlk siyasi işçi hareketidir. 1830’lu ve 40’lı yıllarda Britanya işçi sınıfının radikal bir şekilde oluşmasını öngördüğü reform (Volkscharta) programının hayata geçirilmesi çabalarına imza atmıştır. 1848 yılından itibaren, Avrupa kıtası genelinde, tüm devrimci veya yarı devrimci savaşlarda olduğu gibi yenilgiye uğramıştır.
-Weitlingianer: Alman ütopik Komünist Wilhelm Weitling’in taraftarlarına verilen isim. Marx tarafından; Alman proleteryasının ilk Teorisyeni olarak övülmüştür.
6- Karl Marx, Kapital’in 1. cildi. Marx-Engels eserlerinde, Cilt.23, 1968, S. 791.
7- Mayıs 1902 tarihinde, Waldeck-Rousseau hükümeti istifa etmiştir. Bu hükümette, oportünist sosyalist, Alexandre-Etienne Millerand’da bulunmaktaydı.
8- 1902 yılının Nisan ayında, liberal burjuvazi, işçi partisiyle aralarında bulunan, ’’toplumsal haklar için ortak mücadele’’ antlaşmasına rağmen, düşmanca tavırlar sergilemiştir.
9- Burada anlatılmak istenen; önemli siyasi sorunların Millet Meclisinde değil de, kapalı kapılar ardında, inek alım-satımı benzeri pazarlığın, muhalefet partileriyle yapılmasının olağan hale gelmiş olmasıdır. Millet Meclisi artık sorgulamayan, her şeye kafa sallayan organ haline dönüşmüştür.
10- 1903 Ocak sonunda, Amsterdam ve Rotterdam liman ve demir yolu işçilerinin grevi; hükumet tarafından, grev haklarını kısıtlama amaçlı, kanun taslağının hazırlanıp, parlamentoya sunulmasına vesile olmuştur.
11- Rudolf Stammler: Hukuk profesörü. Yeni-Kantçılık akımı üzerinden, Marxizme karşı mücadele vermiştir.
29-09-2021 - ASLINDAN ÇEVİREN : KEREM KARALI - İLETEN : HALİD ÖZKUL