“belli belirsiz bir korku şehrin tüm sokaklarını dolaşıyor, pazaryerlerinde, altın günlerinde, garaj kahvelerinde, vardiya çıkışlarında, servis otobüslerindeyse hep şehri örten kirli sarı kubbe konuşuluyordu. bir felaket bekleniyordu. ne de tatlıdır felaket beklemek. çok gülündü mü başa bir iş gelecek diye endişe etmek ne serin, ne leziz bir korkudur. çünkü insan, neşeli bir pikniğin dönüşünde mahallede yangın görmeyi sever; bir yandan evsiz kalan komşuları paylaşmaya uğraşırken içten içe başına gelmediğine sevinir... sarı öyküsünden"
Mahir Ünsal Eriş'in sekiz öyküden oluşan SARIYAZ adlı son kitabını bir solukta okuyup bitirdim. Ansızın ortaya çıkan hatta bugünlerde benzerini yaşadığımız bir toz fırtınası ve düşük seviyeli deprem günlerinde farklı kişilerin kesiştiği öykülerin hepsi 12 günlük zaman diliminde Bandırma'da geçiyor.
Mahir Ünsal Eriş 1980 Çanakkale doğumlu yazar olarak çocukluğunu yaşadığı Bandırma ve Erdek'li yıllardan anılarını serpiştirdiği öykülerinde çok ince işlenmiş ayrıntıları okurken empatiyle içselleştirebiliyorsunuz.
Özellikle Serüven Kitapevi'nden sipariş vererek edindiğim karpuz dilimli kapağıyla son kitabı Sarıyaz beklediğim gibi çıktı etkilendim. Mahir'le OT dergisiyle başlayan, kitaplarıyla süren yazar-okur ilişkili serüvenimiz böylece ilgiyle devam ettiği için mutluluk verici.
Süleyman Takunyacıoğlu on yıl önce demişti ki "Bak bu çocuk çok iyi takip et!." Festivallerimize kültür etkinliklerimizde izledim ve bir yenisi mutlaka daha iyi olacak diye beklentilerimi hep karşıladı. Bu coğrafyadan yaşamları anıları düşlerinde harmanlayıp kayda geçirecek çok kişi olduğunu hissediyorum bu nedenle çok daha anlamlı bir emek benim için.
Dünyanın her coğrafyasında her kim tarafından okurken kendinden satırlar bulacağı öyküler Bandırma ve Erdek'te doğup büyüyenlere çok daha farklı tatlar verecektir. Kitapta çok yakın geçmişte Bandırma'da hissedilen depremin 12 günlük bir zaman diliminde farklı kişilerin kesişen hayatlarından zamanın ruhunu yakalarken asit bacalarının bitmeyen alçaklığı gibi bugüne yansıyan sorunların izleri de canlılığını koruyor.
Yazarın öykülerinde beslendiği yer Bandırma ve kendi ifadesine göre de çocukluk izlenimleri.Keza kitabı çok daha lezzetli hale getiren kirlenmemişliğin gözünden yansıyanlarda büyümüşte küçülmüş çocukluğun izleri var. Her öyküye serpiştirilen kişi ve mekan isimleri Bandırma'da aynı zaman diliminde benzer duyguları yaşayan biri olarak örneğin Şirinçavuş öyküsünde çevre tarih yaşamla ilgili değerlerin insafsızca yok edilmesinde vahşi kapitalizmin temsilcilerinden ziyade kırsalda yaşayan insanımızın çıplak ihanetini yansıtan satırlarında ki acı ironisiydi ki; bu kadar dedim.
Ve en büyük sürpriz Beyefendi de kim acaba derken öykünün sonunda merhum büyük usta Melih Cevdet Anday'ı capcanlı karşımızda görmek gibi çarpıcı anlar.. Tabii ki yazarın her öyküsünü dramatik sonla bitirme kaygısı kasveti arttırıyor olması sigara yaktırıyor ki belki bu da bilinçli bir tercih.
Öyküleri okurken başlıbaşına bir gerilim yada dram filmi izler gibi hissettim. Etkilendiğim bir diğer hikayede "Öpücük, Ecevit"'te olduğu gibi mükemmel ayrıntılarında kadının gözünden bir öyküyü yazmakta ayrı bir başarı ki muhtemelen bir kadından yardım almış olmalı diye düşünmedim değil. Bir çarpıcı kesişme ise aynı sürecin farklı öykülerde bağımsızlaşma çabasında evli bir kadınla kocasının gözünden yabancılaşmış farklı dünyaların anlatımıydı.
Aslında kitabın bende bıraktığı izi anlat deseydiniz Mahir bunu 3 kelimeyle giriş bölümünde yazmış.
Bu dünya neden ?
Öykülerin genelde kayıp giden yaşamlara dair izlerle dolu sürüklenişindeki karamsarlığın bir nedeni satırlarında kendimle de yüzleştiğim karşılaştığım cümleler olabilir. Bu bir başkasına farklı cümlelerdeolacaktır muhtemelen.. Can Yayınlarından çıkan son kitabında gençlere yetişkinlere kısaca sanıyorum genç yaşlı edebi alana meraklı herkese seslenebildiğini düşünüyorum belki öykülerin mutlaka çarpıcı bitirme çabası biraz bundan geldiği için tekrar okumalarımda sonlara çok takılmadım.
Bütün hikayeler Bandırma da aynı zamanda farklı kişilerin üzerinden zaman ve mekanların ruhunu yansıtırken içimin acıdığını bile bile iştahla devam etmemin nedeni işte öyküde benim aradığım önemli bir özellik. merak duygusu olmalı. Öte yandan Tekke Camisinin minaresinin depremden yıkılması da sağlam bir ironi ki kitabın sonunu getirdiğimde ilk sayfada yer alan "Bu Dünya Neden ?"sorusuna beni yönlendiren filozofların bildik öğretileri değil belki on kezden fazla tekrar izlediğim Yönetmen Terence Mallick 'in İnce Kırmızı Hat filmiyle adeta aklıma dert olan sorunun yanıtına bir adım daha yaklaşacağımı sanıyorken son öyküde dedesiyle özdeşleşen Turna kuşunun Marquevari akıbetine bakılırsa bunu çözmeye daha çok uzun bir yol olduğu ortada..
Umarım Bandırma bu öykülerle bitmemiştir.
02-05-2021/ MEHMET LEVENTOĞLU/BANDIRMA