Emperyalizm,Hukuk ve Cumhuriyet

EMPERYALİZM, HUKUK VE CUMHURİYET

Türkiye Cumhuriyeti uzun savaşlar sonrası yok olan Osmanlı Devletinin yerine Kurtuluş Savaşı verilerek kurulmuştur. Kurtuluş Savaşı önemsiz, değersiz hatta yapılmamış gibi gösterildiği bu günlerde, özellikle AKP iktidarıyla büyüyen gençlere hatırlatmak gerekir ki, emperyalizme karşı savaşılarak kazanılmıştır. Verilen bu savaş sadece Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurulmasını değil 20. Yüzyıl’da emperyalizmin yenilebileceğini gösteren ve sonrasında dünyanın pek çok ülkesinde bir model olarak uygulanmıştır.

Kuvvay-ı Milliye Ruhu nedir? 1789 Fransız Devriminden sonra pratikte “milli mücadele ruhu”nu yansıtan uluslaşma ve bağımsızlık bilincidir. Dolayısıyla ırkçı faşist söylemleri öne çıkaran Türk ve Kürt’lerin anlayamadığı konu, bu ruhun anti-emperyalist oluşudur. Sosyalizmin, komünizmin, özgürlüğün, bağımsızlığın, milliyetçiliğin yolu antiemperyalizmden geçer. Bu yüzden bugün “Askıda Ekmek” kampanyası düzenleyenlerin milliyetçiliğinden şüphe duyarım. Öte yandan temeli sınıf mücadelesine dayanan sorunlara ırkçı bir yaklaşımla ve emperyalist ülkelerle işbirliğine girmekten çekinmeyen onların tetikçiliğini yapan bir örgütten ve bu örgütün sözcülerinden bu topraklara fayda gelmez. Irkçı faşist milliyetçilikle Kemalist Milliyetçiliğin en büyük ayrımı buradadır. Kemalist Milliyetçiliğin özü anti-emperyalist, bir arada barış içinde yaşama iradesi taşırken, diğer cenah varlığını kaosla sağlamaktadır. Bilerek veya bilmeyerek emperyalist güçlerin değirmenine su taşımaktadır.

Bugün işlerine geldiğinde küresel bütünleşme ve iş birliğinden bahseden emperyalist yanlılarının en büyük argümanı yabancı sermaye olarak öne çıkmaktadır. Öte yandan, hukuktan geçtim, kendi çıkardıkları yasalara ve dizayn ettikleri yüksek yargı kararları aleyhlerine çıkanlarla, hilafetten söz edenler, her renge giren omurgasızların toplamı kendilerini “milliyetçi-muhafazakâr” ilan etmektedir. Oysaki milliyetçi, yurtsever ve devrimci olan ile olmayanı ayıracak en belirgin ölçü emperyalizme, sömürüye ve hukuksuzluğa karşı gösterilen tavır ile ortaya çıkar.

Bugün toplum cendereye sıkıştırılmış haldedir. İktidar 31 Mart seçimlerinden sonra şunu görmüştür. Bir zamanlar kendine gelen Kürt Kökenli yurttaşlarımızın oyları muhalefet bloğuna kaymıştır. Bu oyları tekrar kendine çekebilmenin yolu muhalefet bloğunu dağıtmaktır. Bunun da her dönem kullanılan maymuncuğu Kürt kartını öne çıkararak ırkçı düzeye ulaşan “Türk Milliyetçiliği” kartını oynamaktır. İktidar Kürt seçmenin oylarını alamadığı takdirde yenileceğini iyi biliyor. Bunun pratikteki örnekleri başta İstanbul olmak üzere daha pek çok büyükşehir belediyeleridir. Plan iki yönlü işlemektedir. Bir yandan HDP’yi zayıflatmak adeta bir tabela partisi konumuna getirmek, bu parti yöneticilerinin tümünü hatta oy verenleri dahi terörle “iltisak” halinde gösterip “Türk Milliyetçiliği” kartıyla tehlikeli bir oyun oynamaktadır. Elbette HDP içerisindekilerin hepsi “sütten çıkma ak kaşık” değildir. Ayhan Bilgen’in partisine yönelik açıklamaları adeta bir öz eleştiridir. Bu isimden hareketle HDP öz eleştirisini verip bir bölgenin değil Türkiye’nin partisi olduğunu net bir şekilde ifade etmelidir. Demirtaş açıklamalarında “Kürt, Türk, Laz, Süryani, Ermeni” vb gibi ayrıştırıcı ifadeleri bir yana bırakarak bütünleştirici bir dil kullanmalıdır. Bu topraklarda ayrıştırıcı malzeme arıyorsanız bol miktarda bulursunuz. Mevlana’nın sözü unutulmamalıdır; “Kusursuz dost arayan dostsuz kalır”. Bizim ihtiyacımız bütünleştirici dil ve eylemlerdir. İktidarın oyununu bozmanın yolu HDP’nin söylemi ve eyleminden geçmektedir. Elbette HDP Türkiye patisi olmak zorundadır. O’nu Türkiyelileştirecek olan da toplumun yurtsever, devrimci ve sağduyulu insanlarıdır.

Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu çağdaş cumhuriyetten bugün geriye dindar ve kindar yetiştirilen nesillerle Yeni Osmanlıcılar kaldı. Buna rağmen Atatürk Devrimlerine ve ilkelerine bağlı sessiz milyonlar var. Cumhuriyetin 97. Yaşını kutlayacağımız şu günlerde tüm “ama”ları, “lakin”leri, “fakat”ları bir kenara bırakıp antiemperyalist cephe oluşturma zamanı geldi geçiyor bile.

Koalisyonları öcü gibi gösteren bir zihniyetten sonra 2002 yılından bu yana tek parti, tek adam rejimiyle ülke sorunları her geçen gün artmıştır. 2002 öncesi eksik ve aksak çalışsa da yürütmeyi denetleyen güçler bugün artık yürütmenin emrine girmiş haldedir. Zaman zaman verilen talimatlar dışında karar alan yargıçlar pasifize edilmektedir. Üniversiteler susturulmuş, adeta medreseye dönüştürülmüştür. Anayasa Mahkemesinin aldığı kararı yerel mahkemeler uygulamamaktadır. Meclis devre dışı. Basın tek ses. Meslek odaları iktidara methiyeler düzmekte. Sendikalar tam bir ağalık düzeninde. Çiftçi sahipsiz. Toplumun sinir noktaları tamamen baskılanmış bir halde.

Bütün bu koşullara karşı çıkabilmenin tek yolu antiemperyalist cephede saf tutmakla mümkündür. Çağdaş bir cumhuriyet rejimine ulaşmanın yolu farklılıklarımızı öne çıkararak değil ortak paydalarımıza sığınmaktır. Bu ortak paydanın en temeli ortak vatan ve birlikte barış içinde yaşama arzu ve iradesidir. Bu irade ancak ve ancak Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu cumhuriyet rejimi, onun devrimcilik ilkesi ve diğerleriyle mümkündür. Atatürk’ü eleştiren yobaz takımını bir kenara bırakırsak 1923 koşullarında 15 yılda yaptıklarıyla çağının en büyük devrimcisinin etrafında birleşme zamanıdır.

Mustafa Kemal Atatürk, Temmuz 1922′de Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın niteliğini belirlerken, şu tanımları ve eğilimleri ortaya koymaktadır:

” Türkiye’nin bugünkü mücadelesi yalnız kendi nam ve hesabına olsaydı belki daha kısa, daha az kanlı olur ve daha çabuk biterdi. Türkiye azim ve mühim bir gayret sarfediyor. Çünkü müdafaa ettiği, bütün mazlum milletlerin, bütün şarkın davasıdır ve şark milletlerinin beraber yürüyeceğinden emindir. Türkiye şimdiye kadar, mevcut tarih kitaplarının değil, tarihin hakiki icabatını takip etmiştir. Filhakika mevcut tarihlerin kaydettiği hadisat, milletlerin efkar ve ameli harekatı değildir…”

Bu sözleri söyledikten tam on bir yıl sonra, aynı bilinç Mustafa Kemal tarafından şöyle vurgulanmaktadır:

” Müstemlekecilik ( sömürgecilik ) ve emperyalizm yer yüzünden yok olacak ve yerine milletler arasında hiçbir renk, din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir ahenk ve işbirliği çağı hakim olacaktır…”

Emperyalizmin yeryüzünden yok olacağını; yerine din, ırk ve renk ayrımı gözetmeyen yeni bir düzen kurulacağını söyleyen Mustafa Kemal Atatürk, aynı konuşmasında şunları söylemektedir:

” Şark’tan şimdi doğacak olan güneşe bakınız. Bugün, günün ağardığını nasıl görüyorsam, uzaktan, bütün Şark milletlerinin uyanışını da öyle görüyorum. İstiklal ve hürriyetine kavuşacak olan çok kardeş millet vardır. Onların yeniden doğuşu, şüphesiz ki terakkiye ve refaha müteveccih vuku bulacaktır. Bu milletler bütün güçlüklere ve manilere rağmen muzaffer olacaklar ve kendilerini bekleyen istikbale ulaşacaklardır… Size bu sözleri söyleyen, Cum-hurreisi değil, sadece Türk milletinin bir ferdi olarak Mustafa Kemal’dir…”

İşte Kurtuluş Savaşı’nın ve Cumhuriyetin gerçek sesi budur…

Bunlara rağmen, etnik milliyetçiliği, yobazlığı, kavga dilini öne çıkarıp acıları, haksızlıkları yarıştırmak kimin işine gelir?

Gün Mustafa Kemal Atatürk ilkelerinde birleşme günüdür. Umarım bunun ilk adımı iki gün sonra atılır.

27-10-2020/CEVDET AYAN/BANDIRMA

--