Tek Suçlu Yoksullar mı ??

TEK SUÇLU YOKSULLAR MI ??

Demokrasi bir uzlaşma kültürüdür.

Uzlaşma kültürünü oluşturan unsurlar vardır. Yasama, yürütme ve yargı ile birlikte STK' lar, üniversiteler, bunların dışında toplumun nefes boruları vardır.

Demokrasiyle ilgili bir benzetme de ben yapayım. Demokrasiyi vücuttaki dolaşım sistemini sağlayan damarlara benzetebiliriz. Hiçbir damar diğerinden daha az öneme sahip değildir. Biri tıkandığında tüm sistem bozulur. Denge bozulur, felç olur sürünür, nefes alamaz ölürsünüz. İşte bizim çok darbeler görmüş demokrasimizde geldiğimiz son nokta bu. Kriz çözmek için, ileri demokrasi için iktidar olanlar krizden beslenip demokrasiyi süründürür oldu. 2002 yılından beri yapılan bütün seçimler bir kriz ekseninde yapıldı. Krizler derinleştirildi. Yeni krizler yaratıldı. Sistematik bir şekilde millet iradesi adı altında tüm kurum ve değerlere savaş açıldı, içi boşaltıldı.

"Her şey Türkiye için" ve "Yeni Türkiye" sloganları adı altında bir senaryo yazıldı.

Ortaya bir oyun konuldu.

Ancak yazılan senaryodan ne iyi bir film çıktı, ne insana dair bir sevgi, nede bilime ve kültüre bir katkı çıktı. Ortada dümeni sahipsiz ve sürekli su alan bir gemi var. Böylesine bir ortamda düşünen insana büyük bir düşmanlık var. Okudukları kitapların altında kalmış, onların hamallığını yapan cahiller ordusu gazeteciler, işi gücü bırakıp güzelleme düzmekte. Tıkanmış damarların nihai noktası oksijensiz kalmış beyin sahiplerinin bunaması ve okuduklarını anlayamaması ve yazdıklarını inanmaması var.

Her şey çarpıtılıyor.

Bağırarak konuşmak haklılığın ve doğruyu söylemenin kanıtı değil. Örneğin Kurtuluş Savaşı sırasında İstanbul 'dan kaçmak isteyen Vahdettin'in yaşadığı zorlukları öyle bir anlatırsınız ki ortada ne o ailenin İngiliz işbirlikçiliği kalır, ne de İstanbul'da kalmalarını olanaksız hale getiren süreç. Geriye tek bir şey kalır, oda Mustafa Kemal' in nasıl bir zalim olduğu. Osmanlı'yı nasıl yok ettiği. Böylece bütün bir hikâye tersine çevrilmiş olur. Yakın tarihimize dair yaşanılan bu. Sadece tarih bazında değil, tüm konularda anlatım tarzı değişti. Tek sesli bir siyaset mekanizması kaldı.

En ufak bir sese bile tahammül yok. Defalarca bağlılığını ilan etse de en masumane söylemlere bile, Davutoğlu örneğinde görüldüğü gibi, tahammül yok.İnsanlık tarihinde sıkça görülmüştür. Bir dönem kürsülerin, mikrofonların hakimi olanlar gün gelir konuşacak bir kişi bulamaz. Mikrofonlar kapanır, kürsüler yıkılır. Bugün sahip olduğunuz güç gider, büyü bozulur. Etrafınızdaki dalkavuk ordusundan geriye kimse kalmaz. Umarım o gün yüreğinizde aynaya bakacak cesaret kalır.Ümmetlikten, kulluktan çıkıp halk ve birey olma çabaları yok edilip kulluğa, ümmetliğe dönüş özlemleri had safhada. Bütün mesele bu. Biz bir halk olacak mıyız? Birey olacak mıyız? Her türlü ayrıştırma yapılarak kardeşlik zedelendi. Yaşadığımız coğrafyaya saygı, gönül bağı, ortak acılar ve sevinçler, yurt sevgisi zarar gördü. Kırılan kalpleri ne onarır? Kaybolan değerler nasıl geri getirilir?

Sevgiye,saygıya, çok sesliliğe ve güvene dayalı bir siyasetden başka hiçbir şey.Yaratılan Habil-Kabil kutuplaşması bir an önce bitirilmeli. Bu “ dış güçlerin oyunu”, “ batının işi” söyleminden çıkıp sorun teşhis edilmeli.

Anadolu coğrafyasında bu kutuplaşmanın panzehiri var. Yunus Emre gibi, Mevlana gibi, Hacı Bektaş Veli gibi.Yaşanılan her olumsuzluğu, sandığa atılan zarflardan çıkan her sonucu yoksulların ve eğitim seviyesi düşük insanların omuzlarını yükleme kolaycılığından vazgeçilmeli. Oysa ki Fransız Devriminden buyana aydınlanma, laiklik ve insan hakları gibi ilkeler yoksul halktan önce aydınların söylemiydi. Bunca değersizleştirmeye rağmen üniversiteler ve aydınlar hangi tepkiyi vermekte? Sermaye sınıfından hangi itirazı duymaktayız?

Topluma dayatılan bir korku ve umutsuzluk duygusu var. Artık güç sahibinin ağzından çıkan her söz kendini övmüyorsa birilerini söver nitelikte. Her söz doğru kabul ediliyor. Ağzından çıkan her söz diğerini görmeyen, hissetmeyen bir kibire sahip.Kibre kapılmış bir insan ise mutsuz, çaresiz ve değersizlik içinde bir ruh halinde. Kibre maruz kalan ne kadar olumsuz duygusal bir yaşantı varsa başına hepsini getirebilir. Kibir sahibi mutlak güçse bu mutsuzluk toplumun başına da gelir.Dara düşülen zamanlarda kurtarıcı beklemek kulluktan kurtulamamış insanlara özgü bir durumdur. En büyük kurtarıcı insanın kendisidir. Ailesi için, yaşadığı çevre için, ülkesi için dünya için kişinin kendinden daha büyük bir kurtarıcı yoktur.

Ortak akıl, hoşgörü ve sevgiyle kul olmadığımızı göstermenin zamanı geldi.

Yarın çok geç olmadan birey olduğumuzu hatırlayalım yeter. Yoksa nefes alamaz duruma geleceğiz.

CEVDET AYAN