Hayvan Çiftlikleri ve Çevre

HAYVAN ÇİFTLİKLERİ VE ÇEVRE

Dünyada artan ve uzun yıllar önce hükümet politikalarına giren çevre duyarlılığının ülkemizde de gelişiyor olması mutluluk verici. Ancak henüz bu konudaki duyarlılık toplumun tüm kesimine yeteri kadar ulaşabilmiş değil. Çevresel faktörlerden en fazla etkilenecek olan köylü içinde bulunduğu ekonomik koşullar nedeniyle konunun hassasiyetinin farkında değil. Ne zaman tarımsal ve/veya endüstriyel çevre sorunları çiftçinin üretim alanları üzerinde tehlike yaratmaya başlarsa o zaman konunun önemini fark ediyor.

Her konuda olduğu gibi doğru ve sürdürülebilir bir tarım politikası olmayan hükümet sorunun nereden kaynaklandığını göremediği için yanlışta ısrar ediyor. Ülkede yaşanan et ve süt krizini ithalata dayalı teşviklerle çözüm arıyor. Ya da büyük hayvan çiftliklerinin kurulmasına yönelik kesenin ağzını açıyor. Böylelikle hiçbir uygulanabilirliği olmayan endüstriyel hayvancılık işletmeleri mantar gibi çoğalıyor. Çok değil 3-5 yıl önce ülkenin her yerinde 250-500 baş ve üstü hayvancılık işletmeleri mantar gibi türemişti. O dönemde teşvik alan çiftliklerin bugün yarıdan fazlası kapısına kilit vurmuş bir halde. Verilen milyon dolarlar yabancı ülke çiftçilerini zengin etti. Bize de çürümeye terk edilmiş binalar kaldı. Bu özet girişten sonra asıl konumuza dönelim.

Bugün Güney Marmara Dayanışma Platformu öncülüğünde Ömerliköy Mahallesinde bir basın açıklaması yapıldı. Basın açıklaması köye yakın bir alanda kurulu 6 bin baş kapasiteli büyükbaş hayvan çiftliğinin atıklarını dereye salmasıyla ilgili. 5-6 yıl öncede Erikli Mahallesinde bir çiftlik atıkları gölete salarak balık ölümlerine neden olmuştu.

Bir hayvancılık işletmesinin ana girdisi kaba ve kesif yemdir. Çıktıları ise et, süt,buzağı ve gübredir. Gübre de atık olarak görülür. Doğru bir atık yönetimi planlaması yapmazsanız başınıza bela olur. Oysa hayvansal gübreler özellikle bitkisel üretim için büyük bir hazinedir. Doğru depolanıp olgunlaştırıldığı takdirde toprağın, fiziksel ve kimyasal özelliklerini iyileştirmenin yanında bitki besleme maliyetlerini çok büyük oranda düşürür. Bizim gübre (hayvan boku) deyip geçtiğimiz atık, Avrupa ülkelerinde son derece değerli bir hammadde. Ortalama 20 baş hayvanı bulunan bir işletmeden tutun 500-1000 veya daha büyük işletmelerde bütünleşmiş sistemler kurulu. Üretici çıkan gübre ile önce biyogaz tesisi kurarak evini barkını ısıtır. Yâda kapasitesine göre bir elektrik çevrim santrali kurar kendi elektriğini üretir. Elektrik üretiyorsa açığa çıkan ısıyı konutların ısınmasında yâda serada kullanır. Son ürün olarak kalan posa ve şırayı da bitkisel üretim alanlarında gübre olarak değerlendirir.

Peki, bizde durum nedir? Bizde ‘’dereyi görmeden paçalar sıvanmadığı’’ için önce et ve sütten gelecek para hesaplanır. Ortaya çıkacak gübre sorunu yok sayılır. Nasıl olsa memleketimin dereleri ve meraları çöplüktür. Zaten 6 bin baş büyüklükte bir işletme kuran girişimciye Çevre Sağlığı ve/veya Tarım İlçe Müdürlüklerinin ceza kesmeye gücü yetmez. Hem memlekette bu kadar et ve süt sorunu varken çevre kirliliği de neymiş canım.

Oysa çözüm çok basit. Bırakın bioenerjide kullanmayı çiftlik planlamasında bir gübre deposu düşünülüp yeterli derinlikte bir çukur açılsa sorun çözülecek. Ama beş yıldızlı otel konforunda ahır yapan girişimci gübre çukuru açmayı ekstra bir maliyet olarak görür. Hal böyle olunca girişimcinin de bölge üreticilerinin de başı ağrımaya başlar.

Endüstriyel hayvancılık işletmeleri, hammadde temininden tutun, atıkların değerlendirilmesine kadar büyük bir sorun oluşturmaktadır. Atık sorununu giderecek bir tesis Edincik’te kurulu. Burada kurulu tesis büyük ve küçükbaş hayvan gübreleri ve diğer bitkisel atıkları kullanarak elektrik enerjisi üretip ulusal sisteme veriyordu. Ancak onda da her zamanki gibi bakanlıklar arasında eşgüdüm olmadığı için çıkan atıklar büyük bir sorun olarak karşılarına çıktı. Nasıl mı? Tarım Bakanlığı çıkan atıkları gübre olarak kabul edip bu konuda üretim ve dağıtım ruhsatı vermesine rağmen Çevre Bakanlığı atık olarak değerlendiriyor. Dolayısıyla oradan aldığınız ürünü (ki bedava) tarlanızda, bahçenizde ve meranızda kullandığınızda Çevre İl Müdürlüklerinden gelip size ceza yazabilirler.

Çıkan hammadde ile Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarla Bitkileri Bölümü Öğretim üyesi Prof. Dr. Harun Baytekin’nin 2015 ve 2016 yıllarında Gönen’de yapmış olduğu denemeler sonucunda domates ve biberden tutun, mısır ve buğdaya kadar %10 ile %20 arasında verim artışı sağlandığı görülmüştür. Bunun yanında toprağın kimyasal ve fiziksel özelliklerinde olumlu yönde değişimlerin gözlendiği bildirilmiştir.

Kurumlar görev ve sorumluluklarını bilip bölge ihtiyaçlarını doğru tespit edebilseydi yatırımcıyı yönlendirebilirdi. İlçemizde kurulu Koyunculuk Araştırma Enstitüsü hayvansal atıkların değerlendirilmesine yönelik bir çalışma yapıp bunu yatırımcı ve bölge üreticileriyle paylaşsaydı unuttuğumuz hayvan gübresinin ne kadar değerli olduğunu anlar ve bir çevre sorunu olarak karşımıza çıkmazdı. Ama bunun için kurumun önce kendisinin bir gübre çukuru bulunması ve gübreyi olgunlaştırması gerekir. Bir Araştırma Enstitüsünde daha 3-5 yıl öncesine kadar çıkan gübreyi atık olarak gören yönetim anlayışından bunu beklemek biraz fazla saflık olur. Hatanın neresinden dönülürse iyidir deyip gübrenin değerini bilen özverili ve başarılı bir şube şefini artık tarlalarda kullanıyor.

Uzatmayalım, ‘’Deveye senin boynun eğri’’ demişler. O ‘da dönmüş ‘’nerem doğru ki’’ demiş. Bizim durumumuz aynen böyle. Bütün dünya yenilenebilir ve yeşil enerji kaynaklarına yönelirken, endüstriyel hayvancılığın yarattığı kirliliğe çözüm getirirken, biz yine termik ve nükleer santral peşinde koşuyoruz. Derelerimiz ve topraklarımız kirlenmiş önemli değil. Biz günü kurtarırız.

O yüzden dünya bizi kıskanıyor.

002-03-2020/BANDIRMAGERÇEK