Eski Türk Dini ..Manas Destanı ve Kırgız İnanışları

MANAS DESTANI VE KIRGIZ İNANIŞLARI

Gizem Magemizoğlu

Haklarında en eski yazılı kaynaklara ulaşılabilen Türk topluluklarından biri Kırgızlardır. Türk tarihinin önemli boylarından biri olan Kırgızlar, kendi geleneklerini, göreneklerini; devlet ve insan yönetimine nasıl baktıklarını, başka topluluklarla olan ilişkilerini, kısacası kendi hikayelerini anlattıkları Manas Destan'ı ile Kırgız tarihini ölümsüzleştirmişlerdir.

    Manas Destanı, Kırgızların dünyayı, yaratılışı, yaşayışlarını nasıl gördüklerini gösteren en önemli aynadır. Aslında Manas, tüm Kırgızların kabul ettiği ve kutsallık atfettiği birçok değerin cisimleşmiş halidir. Manas, Kırgız'dır. Manas Destanı, Müslüman Kırgızların Kalmuklara ve Kitanlara (Çin) karşı verdiği mücadeleleri ve Kırgızların tek bir bayrak altında toplanmasını anlatmaktadır. Destandaki olaylar üç kişi etrafında yoğunlaşmıştır: Manas, Semetey ve Seytek. 

    Manas Destanı’nı Türk tarihi açısından önemli kılan birçok yönü bulunmaktadır. İslamiyet’i yeni kabul etmiş bir Türk boyu olan Kırgızların  eski Türk dinini ve İslamiyet’i nasıl kaynaştırdıklarını, eski Türk dinine ait inanç unsurlarının nasıl devam ettiğinin anlaşılabilmesi için Manas Destanı eşsiz bir kaynaktır. Kırgızların yüzyıllar boyunca yaşadıkları olayların hatıralarını sakladığı gibi eski Türk dininin inanç unsurları da titizlikle korunmuştur.

    Manas Destanı’nın baş kahramanı Manas İslamiyet’i yaymaya çabalayan bir Müslümandır. Ancak, Manas aynı zamanda İslamiyet’in kabulünden önce yaşamış olan Türk boy beylerinden çok farklı bir yaşam sürmemiştir. Manas, özellikle Kalmuklarla yaptığı mücadelelerde bir İslam kahramanı gibi davranmaktadır. Halkını doyurması gerektiğini, yeni hayvan sürülerine ve güzel kadınlara sahip olması gerektiğinden bahsederken tam bir boy beyidir. Manas “Zafer Müslümanlarındır” diyerek yola çıkar. Aksikendi'de yer alan kayıtlarından Manas'ın, mücadelesi boyunca Şeyh Seyyid Cemaleddin'in maddi ve manevi yardımlarına mazhar olduğu,  sefere çıkmadan önce Seyyid Cemaleddin'in duasını  aldığı hatta bazen Kur'an okuduğu anlaşılmaktadır. 

    Bu çalışmanın amacı Kırgız inançlarının Manas Destanı baz alınarak incelenmesidir. Manas Destanı’nın oluşumuna ortam hazırlayan koşulları anlayabilmek için ilk bölümde Kırgızların menşeleri, ana yurtları ve tarihleri ele alınmıştır. İkinci bölümde ise Kırgızların  Müslümanlığı kabul etmesine değinilmektedir. Üçüncü bölümde Manas Destanı’nda yer alan inanç unsurları eski Türk dinine ve İslamiyet’e göre değerlendirilmiştir. Sonuç bölümünde Manas Destanı’nda İslamiyet’in ve eski Türk dininin bir arada yaşadığı çıkarımına varıldığı anlatılmaktadır.

        1. Kırgızlar'ın Menşeleri ve 20. Yüzyıla Kadar Kırgızlar
    Kırgız adına rastlanılan ilk yazılı kaynaklar Çin yıllıklarıdır. M.Ö.203–201 yılları arasında, Çin tarihçiliğinin atası olarak kabul edilen Sima Qian tarafından verilen bilgilerde Kırgız adına tarihte ilk defa rastlanmaktadır.  Kırgızların Hunların komşusu olduğu, güçlenen Hunlar tarafından itaat altına alındıkları ve Hunlarla yakın ilişkiler kurdukları belirtilmiştir. Çin yıllıklarında "Ko-k'un, Chien-k'un, Chi-k'u, Hoke-ssu, Hsia-cha-ssu, He-ke-ssu" gibi çeşitli adlar altında zikredilen Kırgızlar, Grek kaynaklarında "Xerxir", Arap ve Fars kaynaklarında "Hırhız,Hirhiz" olarak zikredilmektedir.

    Göktürklerin ve Uyguların yadigar olarak bıraktığı kitabelerde "Kırkız" adı açık şekilde görülmektedir. Bilge Kağan kendi abidesinde  Az ve Kırkız milletini tanzim ettiğini belirtir. 
    
    Kırgız adının anlamı ile ilgili çeşitli teoriler ortaya atılmıştır.Bu teorilerin başlıcalarını şu şekilde sıralayabiliriz:

1. Kırk + yus, kırk jüs (Kırk yüz). V.Radlov
2. Kırk + er, (Kırk kişi). Ahmet Togan
3. Kırk + kız, (Siyah saçlı halk). D.Aytmuradov
4. Kırk+ guu, (Kırklar). K. Petrov
5. Kırk + oğuz, (Kırk oğuzlar daha doğrusu güney veya batı oğuzlar). N. Baskakov
6. Kırgın-kırgıt-kırgız, (Açık yüzlü mavi gözlü halk). A.Kononov
7. Kırgız- kırıl kız, (Yenilmez istikrarlı). A.Omurkulov
8. Kırkuğuz, (Kırk uğuz, Uğuz hanın Torunları). Manas Destanının (Jaisan
versiyonu),Hadi Atlasi ve Muhammet Murat.
9. Kırkgıc- Kırgız,(Savaşçı, akımcı). Akay Kine 
10.Kırk + ız, Kırk boydan oluşan halk. Ligeti, Abramzon, Camgerçinov, Karatayev, Banzarov.
    
    Kırgız adının anlamı ve etnoniminin yanı sıra Kırgız anavatanı ile ilgili tartışmalarda devam etmektedir. Çin kaynaklarına göre Kırgızların ilk tarihi yurdu Yenisey ve Abakan Nehirlerinin arasında kalan bölgedir. Ancak, Hunların M.Ö. III. Yüzyılda teşekkül etmeye başladığı siyasi birlik, Yenisey’de yaşayan Kırgızları egemenliği altına almıştı. Hunlarla Kırgızlar arasında yaşanan çatışmalar ve otlakların yetersizliği gibi nedenlerle Kırgızlar Güney Sibirya’ya,Moğolistan’a, Kuzey Çin’e ve Fergana Bölgesi’ne göç etmek zorunda kalmışlardı. Hunların dağılmasından sonra Yenisey ‘deki yurtlarına geri dönen Kırgızlar Yenisey Kırgız Hanlığı adındaki siyasi teşekkülü M.S. V. yüzyılda kurmuşlardı. Göktürkler, Uygular ve Moğollar döneminde göçe tabi tutulan Kırgız kitleleri yavaş yavaş batıya doğru kaymışlardı.

     Asya’da kurulan Türk Devletleri’nin Kırgız boylarını ağırlıklı olarak yerleştirdiği
bölgeler, Kuzey Çin (Dogu Türkistan sınırları dahilindedir), Tanrı Dağları-Issık Göl, Yedisu
bölgesi ve Moğolistan (Güney Moğolistan)’dır.  

     Ancak, belirtilmesi gerekilen önemli bir husus Kırgızların anavatanı ile ilgili kesin bir hükme varılamayacağıdır. Çin kaynaklarında ve başka kaynaklarda farklı coğrafyaların belirtilmesi, hakim olan belirsizlik unsuru net bir yargıya varılmasının önüne geçmektedir. Ancak, Kırgızların Türkistan’daki Türk ve Moğol boylarıyla olan mücadeleleri esnasında birkaç kez yer değiştirdikleri, tarihi anavatanlarını terk etmek zorunda kaldıkları aşikardır. Bu konuda geliştirilmiş olan bir başka tez ise Rus bilim adamı Aristov’a aittir.  N.Aristov’un yazdığına göre, değişik tarihi etnografik ve diğer veriler eski dönemlerden 18.yy’a dek Yenisey’de aynı isim, aynı dil, dış görünüş ve  gelenekleriyle Tiyan-Şan Kırgızlarına benzeyen halkların olması şunu ispatlamaktadır: Bir zamanlar Yenisey’de ve Tiyan-Şan’da Kırgızlar yaşamıştır ve daha sonradan M.Ö 3.yy da iki yere parçalanmışlardır.  Kırgızların bir kısmı Yenisey’de yaşamaya devam ederken Tiyan-şan’da kalmış olan Kırgızlara Çinliler Us’un adını takmışlardı. Ancak, Kırgızların tarih sahnesine çıktıkları ilk dönem olan Hun Hakanı Mete zamanında Tanrı Dağları’nın kuzeyinde ve kuzeydoğusunda yaşadıklarını söyleyebiliriz.

    Kırgızların tarih sahnesine ilk çıktığı dönem Hun Hakanı Mete’nin hüküm sürdüğü dönemdir. Hun Hakanı Mete’nin Kırgızlara ne zaman boyun eğdirdiğini ya da bu dönemde Kırgızların kendilerine ait bir devletlerinin olup olmadığını söylemek zordur.  Ancak, Han Shu isimli adlı Çin yıllığında Mete’nin tahta çıktığı zamanda Hunların hangi halkları egemenliği altına aldığı sıralanmaktadır. M.Ö. 203 civarında Hun-yü, Ch’ü-she, Ting-ling, Hsinli ve Ko-k’un ülkeleri Mete’ye tabi olmuşlardır.   Sayılan topluluklar arasında Ko-k’un olarak geçen grup Kırgızlardır. Bu dönemde Kırgızlar, Hunların Çin ile yaptıkları savaşlarda aktif olarak Hunları desteklemişlerdir. Bu esnada Altay dağlarının kuzeyinde Kem ırmağı civarında yasıyorlardı. M. Ö.99’da iki Çinli general Li Ling ve Wei Lü, Çin’deki Han hanedanından kaçıp Hunlara sığındıkları zaman, Hunlar bu generallerden
Wei Lü’yü Ting-Ling’ler üzerine, Li Ling’i ise Kırgızlar üzerine idareci tayin ettiler.  Çin yıllıklarında bu bilgiler hariç Kırgızlar hakkında yazılı bir kaynak bulunmamaktadır.

    Hun Devleti’nin gücünün zayıfladığı yıllarda Kırgızların bu siyasi teşekkülden koptukları görülmektedir. M.Ö. 56 civarında kendi siyasi teşekkülünü kuran ve bağımsızlıklarını ilan eden Kırgızlar için Çinliler “krallık” tabirini kullanmaktaydılar. Ancak, Hun Devleti’nin ikiye ayrılması ve Hun Hakanı Çi-Çi’nin devletin batı kanadını birleştirme çabaları bu Kırgız teşekkülüne kısa süre sonra son vermiştir. Çi-Çi tarafından M.Ö. 46 yılında itaat altına alınan Kırgızlar, yavaş yavaş batı istikametine doğru ilerlemeye başlamışlar ve  Talas Vadisi’ne kadar gelmişlerdir.

    Çi-Çi’nin Çin tarafından öldürülmesinden sonra Hunların gücü zayıflamaya ve dağılmaya başladı. Bu dönemde de Kırgızların Hunlardan bağımsız davrandıkları hatta Hunlara saldırdıkları görülmektedir. M.S. 90 dolaylarında Çin imparatorluk sülalesi Hanlarla bir olan Kırgızlar, Hunlara üst üste darbeler vurmuşlardır. Bu dönemde Kırgızlar Talas Vadisi’nin tamamını egemenlikleri altına almışlar ve Vusunları bu bölgeden çıkarmışlardır.

    M.S. I. Yüzyıl ve M.S. VI. Yüzyıl arasındaki dönem, Kırgız tarihi açısından karanlık bir dönemdir. Bu dönemde Kırgızların isimleri Çin yıllıklarında çok fazla geçmemekle beraber Yenisey Bölgesi’nde Kırgızlara ait bir hanlığın daha doğrusu bir siyasi teşekkülün bulunduğu iddia edilmektedir. Göktürk Hakanlığı’nın kuruluşu Kırgızların adının yeniden tarih sahnesine dönmesine vesile olmuştur. Bumin Kağan’dan sonra tahta geçen Mukan Kağan, 555’te Kırgızları itaati altına almıştır. Kırgızlar siyasi özerkliklerini korumaya devam etmekle beraber Göktürk Devleti’nin yüksek egemenliğini tanımış, Göktürklere vergi ve asker vermeyi kabul etmişlerdir.  Bu dönemde Kırgızlardan bahseden bir başka yazılı kaynak ise Bizans tarihleridir. Bizans İmparatoru II. Justinos’un Sasanilere karşı Göktürklerin yardımını istemek için gönderdiği heyette yer alan Zemarchos, Kırgızlardan bahsetmektedir.

    Göktürk Devleti’nin yaşadığı çatışmalar döneminde Kırgız boylarının kaostan etkilendiği görülmüştür. Kırgızların bu savaşlarda büyük bir hayvan ve nüfus kaybı olmuştur. Göktürkler ikiye bölündükten sonra Kırgızlar Batı Türk Kağanlığı’na bağlı boylardan biri olarak karşımıza çıkmaktadır. 630’da her iki Göktürk Kağanlığı’nın kesin olarak Çin’e bağlanmıştır. Göktürk Devleti’nin Fetret Dönemi’nde Sir Tarduşlar tarafından boyun eğdirilen Kırgızlar, zamanla Çin politikaları yüzünden taraf değiştirmeye başlamışlardır. Çin’in, Sir Tarduşların Kırgızlar üzerindeki hâkimiyetini yok sayarak onlara elçilik heyeti göndermiş olması ve Kırgızların da bu elçilik heyetini memnuniyetle karşılaması Che-pi Kağan’ın, onlar üzerindeki otoritesini kaybettiğini işaret etmektedir.  Çin’in Türkistan havalisinde yaşayan Türk boyları için kurdukları askeri valilikler gözlenmektedir.

    648’de Türkistan’da yaşanmaya başlanan karmaşa, Uygurların ve Sir Tarduşların birbirilerine düşmeleri  vs. nedeniyle Kırgızlar rotalarını tekrardan Çin’e çevirmişlerdir. Türk boylarının  birbirleriyle olan mücadeleleri ve bu boyları bir araya toplayacak bir devlet teşekkülünün oluşturulamaması nedeniyle çeşitli Türk boyların Çin’e elçiler göndermeye başlamışlardır. Arkasından reisleri İlteber unvanlı Shih-po-ch’ü A-chan adlı şahıs T’ang sarayına geldi. İmparator T’ai-tsung onun şerefine eğlence tertip etti. 650 yılını takiben Gök-Türk kağanlığı, askeri valiliklere bölündüğü zaman Kırgız(Chien-k’un) askeri valiliği de ihdas edildi. Kırgız reisi ilteber askeri vali ve sol istihkâm (savunma) generali ve de Li-yen-jan Tu-hu olarak tayin edildi. 

    İkinci Göktürk Kağanlığı'nın kurulması, Kırgızların hareket sahasını daraltmıştır. Kırgızlar, bu dönemde iyi silahlanmış, nüfusları artmış ve güçlenmiş bir topluluk olarak Göktürk Kağanlarının yüksek hakimiyetini tanımamakta direnen Kırgızlar ile Göktürkler arasında şiddetli savaşlar yaşanmıştır. Kırgızlarla Göktürkler arasında 699'da yapılan savaşta Kırgız hükümdarı Bars Bey öldürülmüştür ve Kırgızlar düzene sokulmuştur. Buna rağmen Göktürk devleti yıkılıncaya kadar Kırgız isyanları devam etmiştir. 710'da Göktürk Kağanı Kapagan Kağan'a karşı oluşturulan ittifaka katılan Kırgızlar bu dönemde tekrar itaat altına alınmışlardır. Göktürklerin sağladığı  istikrar ortamında ticaret sayesinde zenginleşen Kırgızların Kök Türk kitabelerinden anlaşıldığı kadarıyla, Kök Türklerin Kırgızların üzerinde hâkimiyet tesisi pek kolay olmamış ve her iki dönemde de ancak uzun ve çetin mücadelelerden sonra Kök Türklerin hâkimiyet kurması mümkün olmuştur. 

    Göktürk Devleti'nin yerine kurulan Uygur Hakanlığı, Kırgızları kendi tabiyetleri altına almıştır. 752'de Karluklar, Çikler, Dokuz Oğuzlar ve Kırgızlar arasında yapılan ittifakı Moyunçur parçalamış ve bir kez daha Kırgızları yenilgiye uğratmıştır.Buna rağmen Uygulara muhalefet etmeye devam eden Kırgızlar, Çin ve Tibet başta olmak üzere çeşitli devletlere elçiler göndermişlerdir. Çin kaynaklarının bahsettiği savaş neticesinde Uygurlar  Kırgızları  ağır bir mağlubiyete uğratmışlardır ve 50.000 kişilik Kırgız ordusu telef edilmiştir. Kırgızlar, bu yenilginin ardından uzun bir süre için tarih sahnesinden çekilmiştir ve Çin'den tecrit edilerek yaşamlarını devam ettirmiştir. 

Uygurların Hakanı Bögü Kağan ile Uygur ileri gelenlerinden  biri olan Baga Tarkan arasında yaşanan görüş ayrılığı şiddetli bir çatışmaya dönmüştür. Baga Tarkan’ın yaptığı saray darbesi ile Bögü Kağan’ı, ailesini ve destekleyenlerinin tamamını katletmiştir. Bu sayede Dokuz Uygur boyunun önderliğini üstlenen Yaglakar ailesinin üstünlüğüne son verilmiştir. Baga Tarkan, bu darbeyi yaparken Kırgızların lideri Kutluk Yargan’dan yardım istemiştir ve Kırgızlar Bögü Kağan’dan intikam alabilmek için bu talebe olumlu yanıt vermiştir. Uygurlar ve Kırgızlar arasındaki siyasi ilişkiler 840'a kadar gergindir. Çeşitli savaşlar ve isyanlar bu döneme damgasını vurmakla beraber Uygurlar genel olarak mücadelelerden üstün çıkmıştır.  

    Uygurların zayıflamaya başlaması ve Uygur tahtı için yapılan mücadeleler Kırgızların parlaması için bir fırsat yaratmıştır.  Yenisey Kırgızları ile Uygurlar arasındaki mücadele 820 yılında tekrar başlamış ve IX. yüzyılın ortalarına değin devam etmiştir. Uygular arasında yaşanmaya başlanan taht kavgaları ve  Uygurların güçlü komutanı Külüg Baga Sangun Kırgızlardan yardım istemesi üzerine Yenisey Kırgızlarının 840 yılında, galibiyeti ile sonuçlanan bu mücadele, Ötüken Uygur Devleti’nin batıya muhacereti ve kağanlık başkentinin Karabalasagun’dan Tanrı Dağlarının eteklerine nakledilmesiyle sonuçlanmıştır. 
 
    840’tan sonra genel olarak Ötüken ve Orhun Vadisi için Kırgız dönemi açılmıştır. Uygurlardan boşalan yerin Kırgızlar tarafından doldurulması etraftaki güçlü komşuların işine gelen bir durum olmuştur. 843 senesinin baslarında Kırgızlar, Chu-we-he-suo başkanlığında bir elçilik heyetini T’ang hanedanına yollayarak yeni kurdukları devletin tanınmasını istediler. Adı geçen elçi üç sene sonra T’ang hanedanı başkentine varabildi. İmparator onun gelişinden çok memnun olmuştu. Hemen teşrifat islerinden sorumlu vezir Chao Fan’a Kırgız ülkesine gitmesini emrettiği gibi, Li Te-yü’ye Kırgızlar hakkında teferruatlı bilgi hazırlamasına emretti.  Kırgızlar ve Çin bu dönem içinde müttefiktirler. Uygurların geriye kalan bakiyelerinin Çin için tehdit haline gelmesi, Kırgızlarla yapılan ticaretin verimli bir şekilde devam etmesi bu durumu pekiştirmiştir. 844’te Kırgızlar ve Çin arasında Uygurların geriye kalanlarını cezalandırmak arasında bir ittifak kurulur. Uygurları son ve de ağır bir mağlubiyete uğrattıktan sonra Kırgızların kendi aralarında yaşanan bir takım çatışmalar yaşanmıştır. Almış oldukları ağır mağlubiyet sonucu Uygurlar Ötüken’i terk ederek çeşitli yönlere göç etmek zorunda kalmışlardır. Yenisey Kırgızlarının kılıcından kurtulan 15 Kırgız boyu, batıdaki Karluklara sığınmışlardır. Uygur boylarının en büyük kitleleri Doğu Türkistan’a göçmüş ve Tanrı Dağlarının güneyindeki Turfan ve Karasahra civarına yerleşmişlerdir. Uygur boylarının diğer önemli bir kısmı ise Çin ile Doğu Türkistan arasında bulunan ve daha sonra Kansu adını alacak olan bölgeyi yurt edinmişlerdir. 13  boydan oluşan diğer bir grup ise Çin’in güney bölgelerine ilerlemişlerdir. Beşinci ve en küçük olan grup ise, doğudaki Moğol kabilelerine sığınmışlardır. 

    IX.-X. yüzyıl Kırgız tarihinde özel bir yere sahiptir. Bu dönemde Kırgızlar tarih sahnesine siyasi ve askeri bir güç o.arak çıkmışlar ve bölgelerinin siyasi ve sosyal hayatının en belirleyici unsurlardan biri haline gelmişlerdir. Nitekim Barthold bu dönemi haklı olarak "Ulu Kırgız Devleti Dönemi" 'olarak adlandırmıştır. Yu. Khudyakov da "Kırgız tarihinin yıldızının parladığı saat" değerlendirmesiyle bu kanaate katılmıştır.  

    Uygurların sığındığı bu Moğol kabileleri Kitanlardır. Kitanlar, 920’ta Kırgızlara saldırarak Ötüken havalisi üzerindeki egemenliklerine son vermiştir. Kırgızların Merkezî Asya bozkırlarını sadece ganimet elde etmek amacıyla yapılacak savaşlar alanları olarak görmeleri de bölgenin Kitanların eline geçmesinde etkili olmustur. Muhtelif kaynaklardan Kırgızların, 920–924 yılları arası Kitanlar ile olan münasebetlerinden, Ötüken’i onlara bıraktıklarından sonra tekrar toparlanıp Yenisey bozkırlarında hâkimiyetlerini sürdürdüklerini, X. yüzyıl boyunca çeşitli göç yolları ile Altay ve Cungarya’da göçebe hayatlarına devam ettiklerini anlamaktayız.  Kırgızlar’ın Ötüken’den çıkartılması sonucunda tarihi Türk yurdu Moğolların yeni ikametgahı haline gelmiştir. 920’den sonra Türklerin Ötüken ve havalisine hakim olduğu bir tarihi dönem yaşanmamıştır. Ötüken havalisini terk etmek zorunda kalan Kırgızların önemli bir kısmı tekrardan Yenisey bölgesine çekildiği gibi bir kısmı Doğu Türkistan topraklarına hicret etmiştir.

    Uygur Devleti’nin kurulmasını takip eden yıllarda Uygurlar ile Ötüken için mücadele eden Türk boylarından bir diğeri Karluklardır. Karlukların yanından Uygurlara karşı mücadele eden boylardan bir tanesi Kırgızlardır. Karlukların egemenlik sahasında yaşayan Kırgızların varlığından İslam kaynakları bahsetmektedir. Karahanlıların İslam’ı benimsemeye başlaması tüm Türk boylarını etkilediği gibi Kırgızları da derinden etkilemiştir. Ancak, hemen belirtmemiz gereken bir husus vardır ki Kırgızların İslam’ı benimsemesi uzun yüzyıllar boyunca devam eden ve aşamalı bir süreçtir. 

    X. ve XIII. Yüzyıllar arasında Kırgızlar ile ilgili bilgi veren kaynakların sayısında hızlı bir azalma göze çarpmaktadır. Kırgızların orta Tanrı Dağları ve Pamir Dağları'na geliş tarihleri tam olarak bilinmemekle beraber X. yüzyıl Arap coğrafyacılarından İstahri (ö. 933) ve İbn Havkal (ö.951) Fergana, İlak ve Şaş (Taşkent civarında dağları "Kırgız Dağları" olarak adlandırmaktadır? ',Bu ifadelerden söz konusu bölgelerde Kırgızların yaşadığı anlaşılmaktadır. 

 
 Kırgızlar ile ilgili bilgi veren kaynakların sayısında hızlı bir azalma göze çarpmaktadır. Kırgızların orta Tanrı Dağları ve Pamir Dağları'na geliş tarihleri tam olarak bilinmemekle beraber X. yüzyıl Arap coğrafyacılarından İstahri (ö. 933) ve İbn Havkal (ö.951) Fergana, İlak ve Şaş (Taşkent civarında dağları "Kırgız Dağları" olarak adlandırmaktadır? ',Bu ifadelerden söz konusu bölgelerde Kırgızların yaşadığı anlaşılmaktadır.  Bu dönemde iki yüz bin  Kırgız ailesinin Müslüman olduğuna yönelik bazı anlatımlar varsa da, Kırgızların Müslümanlığı kabul etmesinden ziyade Müslümanlarla tanışmaya başladığı bir dönem olduğunu savunmak belki de daha doğrudur.

Kırgızların X-XII. yüzyıllar arasında Kitanlara vergi veren bir halk olduğunu biliyoruz.1130'da kalabalık bir Kitan grubu Kırgız sınırına dayanmıştır. Kırgızlar tarafından yenilgiye uğratılan Kitanlar çekilmek zorunda kalmışlardır.12. yüzyıldaki bu hadisenin bazı izlerinin Kırgızların ünlü kahramanlık destanı Manas'ta görmek mümkündür. (saadettin hoca) Aynı şekilde Radloff 'ta Manas Destanı'nın Kırgızların Karahitaylar üzerine asker gönderdiği gerekçesine dayandırarak aynı kanıya varmaktadır.  Karahitayların Kırgızlarla yaptıkları mücadeleler Türk edebiyatının en önemli manzum eserlerinden birine can vermiştir.

XIII. yüzyıl tüm Türk boylarının tarihinde ve tabi ki Kırgızların tarihinde de önemli bir değişimlerin yaşandığı bir yüzyıl olmuştur. Cengiz Han ve Moğollarının ortaya çıkışı ile Kırgızların günümüzdeki etnik, kültürel ve siyasal şekillenmeleri yavaş yavaş belirmeye başlamıştır. Kırgızlar 1207'de Cengiz Han'a itaatlerini bildirmişlerdir. Türk tarihinde Cengiz Han'a bağlanan ilk topluluk Kırgızlardır. Cengiz Han'ın oğlu Cuci'ye beyaz bir at göndererek itaatlerini bildiren Kırgızlar, bu dönemde yavaş yavaş Tanrı Dağı ve civarını yeni yurtları olarak tutmaya başlamışlardır. Moğolların baskısıyla batıya doğru göçen eden Kırgız kitleleri artmaktan ve Tanrı Dağı mıntıkasını yeni bir yurt olarak görmektedirler.

1217'de Cengiz Han'a isyan bayrağı kaldıran Kırgızlar, Cengiz Han'ın önde gelen noyanlarını ve çok sayıda askerini öldürmüştür. Kırgızların tekrar itaat altına alınması kolay olmuştur. Ancak, bu arada birçok zayiyat verildi. Birçok insan öldü, bir kısmı tutsak alındı ve Kırgızlara ait hayvanların pek çoğu telef oldu. Özellikle Möngke Han'ın vefatından sonra başlayan taht kavgaları, Kırgızların sürekli Kubilay ve rakipleri arasında savrulmasına, Kırgızların Moğol hakimiyetine karşı daha doğrusu Moğol baskısına karşı ayaklanmalarına ve Kırgız bölgesinin sürekli kontrol altına alınmasına sebep olmuştur. Moğol topraklarının Cengiz'in oğulları ve torunları arasında paylaşılmasından sonra Kırgızlar daha çok Çağatay Hanlığı'nın ve Altınorda'nın sınırları içerisinde yaşamışlardır.

    Kırgızlarla ilgili bilgilerimiz özellikle XIV.- XVIII.  arasında çok sınırlı kalmaktadır.  Moğol İmparatorluğu'nun yıkılmasından sonra yaşanan siyasi olaylar ve yıkımlar,  Türk boylarının bu dönemde göç etmeleri ve yeni vatanlarına yerleşmeleri bu döneme ilişkin yazılı kaynakların nadir bulunmasına sebep olmuştur. XIV. ve XV. yüzyılda  Timur Hanedanı ve Moğolistan Hanları arasında  savaş alanına dönen Tanrı Dağı topraklarından Kırgızların bir kısmı Tekes Nehri civarlarına, bir kısmı da Aksu taraflarına göç etmiştir.  XV. yüzyıldan itibaren bozkırlarda hakimiyet tesis edebilen bir devlet çıkmadığı için boylar kendi başlarına davranmaya başlamışlardır. Kırgızlarda bu boylardan biridir. Yarkent Hanlığı'nın kurulmasından sonra Kırgızlar yaklaşık yüz kırk yıl Yarkent Hanlığı'na bağlı yaşamışlardır. 

    Yarkent Hanlığı'na bağlı olarak kurulmuş bir Kırgız Hanlığı bulunmaktadır. XV. yüzyılın ikinci yarısı ile XVI. yüzyılın başında Kuzey  ve Orta Tanrı Dağları Kırgızları 1470-1480'lerde Kırgız Hanlığı diye adlandırılan devletlerini kurmuşlardır. Bu hanlığın başında,. Ahmed Hani Alaca Han (1484-1504), Sultan Halil Han (1504-1516) ve Muhammed Kırgız Han (1517-1533) bulunmuştur. Ancak son hanın 1533'te Moğollara esir düşmesiyle bu devlet sona ermiştir. 

    XVII. ve XVIII. bozkırlardaki Türk boylarının siyasi ve sosyal hayatlarına damgasını vuran olay Kalmukların istilası olmuştur. Pamir Kırgızlarını tamamen egemenliği altına alan Kalmuklar, Tanrı Dağı Kırgızlarını tehdit etmeye başlarlar. Kırgızların ve Kazakların beraber hareket etmesi üzerine Kalmuklar XVII. yüzyılda Sibirya içlerine kadar gerilemiş olsalar da Türk boylarının arasındaki birliğin bozulmasından faydalanmıştır. 1683'te Yarkent'i alan Kalmuklar 1684'te Oş ve Sayram kentlerini işgal etmişlerdir. Kalmuklar ve Kırgızlar arasında yaşanan bu mücadelelerin izlerini Manas Destanı'nın da net olarak görebiliyoruz. Manas Destanı'nda yaşanan olayların farklı tarihi tabakaları olsa da olayların asıl örgüsü bu dönemde yaşanan mücadelelere dayanmaktadır. 

    Kırgızların siyasi  ve sosyal hayatında çok önemli bir dönemeç Hokand Hanlığı'nın yüksek egemenliğini kabul etmeleridir. Hokand Hanlığı'na 1700'de itaat eden Kırgızlar, öncelikle hanlığın  askeri birliklerini teşkil ederken zamanla hanlığın tüm yönetimini ele geçirmiştir. Kalmuklar, 174-1742 tarihlerinde Issık Göl, Fergana ve Taşkent gibi Türk yerleşimlerini ele geçirmiştir. 18. asrın ortalarına doğru bir Kırgız grubu da Yenisey havzasından kalkarak İli bölgesine geldi ve Türkistan’ın gittikçe güçlenmesini kendi geleceği için tehlikeli gören Çin, 1757’de gönderdiği kuvvetli bir ordu ile önce Doğu Türkistan’ı, sonra da Hokand Hanlığı’nı mağlup etti. 1758'de Mançurlar Kalmuk1arı yenince Kaşgar taraflarındaki Kırgızların büyük çoğunluğu eski topraklarına dönmüşlerdir. Bu tarihten itibaren Çin'e tabi olan Kırgızlar 'gevşek bir yönetimle kendi yöneticilerinin hakimiyetinde kalmışlardır.  Çin’e karşı Uygur, Kazak ve Kırgızların başlattığı mücadeleye Cihangir hoca önderlik etmekteydi  Çin'in Cihangir Hoca'ya karşı hareket etmesi üzerine bazı Kırgız beyleri Hoca'yı Çin'e teslim etmişlerdir.

    Sibirya'nın Ruslar tarafından istila edilmesi XVI. yüzyılda başlayan bir durumdur. XVI. yüzyılın sonlarında Sibir Hanlığı'nı ele geçiren Ruslar, Çar adına Türk boylarından vergi almaya başlamışlardır. Kazakların ve Kırgızların bu dönemde Ruslarla mücadele ettiği bilinen bir gerçektir. Ancak, Türk boylarının hem Ruslara hem Çin'e hem de Kalmuklara karşı verdiği mücadeleler ve kendi aralarında bir birlik oluşturamamaları Rus istilasını da kolaylaştırmıştır.  XVII. asırda Hakas (Kırgız) hanlıkları kuruldu. Bunlar arasında Ezer (Yezer), Altısar, Altır ve Tubin (Tuba) hanlıklarını sayabiliriz. Hakas bölgesinin 16. yüzyıldan başlayarak Rusların eline geçtiği görülür.  

    1846'da Hokand Hanlığı'nın topraklarının içinde olan Kazalinsk Kalesi'nin Ruslar tarafından işgal edilmesine Kırgızlar ve diğer Türk boyları yeterince kuvvetli bir tepki verememiştir. Türklerin kendi aralarında yaşadığı mücadeleler, Kırgız manaplarının şahsi çıkarlarını gözeterek Rus egemenliğine girmeyi kabul etmeleri Rusların kolonizasyon hareketlerini hızlandırmıştır. Rusların Kırgız manaplarına ve diğer Türk beylerine hediyeler vermesi, kendi boyları üzerindeki egemenliklerini devam ettirmelerine izin vermeleri Ruslara itaat edilmesini kolaylaştırmıştır. Rusların aldıkları bir kararla işgal ettikleri Türkistan topraklarını Türkistan Valiliği adında askeri bir valilik haline getirmişlerdir. Hokand Hanlığı İngiltere'den ve Osmanlı Devleti'nden yardım istemesine rağmen 1876'da Ruslar bu hanlığa son vermişlerdir. Kırgızlar, her ne kadar Ruslara karşı isyan etmişlerse de başarıya ulaşamamışlardır. Devrimden ve kanlı bir iç savaştan sonra 1919-1920 yıllarında Kırgızistan’da, Sovyet gücü kuruldu. 1924 yılında muhtar bir bölge olan Kırgızistan’a 1926’da Sovyet Sosyalist Birlik Cumhuriyeti statüsü tanındı.  Kırgızistan 31 Ağustos 1991'de bağımsızlığını ilan etmiştir.

2.Kırgızların İslam'ı Benimsemesi
    
    Kırgızların Karlukların müttefiki ve bağımlısı sıfatıyla Karahanlı devlet teşekkülü içerisinde yer aldığı daha önceden belirtilmişti. Karahanlı Devleti'nin tebaası olan Kırgızların  en azından bir kısmının Müslümanlığı benimsediğini söylememiz mübalağalı olmaz. Ancak, Kırgızların Müslümanlığı kabul etmeye başlaması X. yüzyılda başlamakla beraber uzun yüzyıllara yayılan bir süreç olarak karşımıza çıkmaktadır. Nitekim Karahanlılar döneminde X. ve XI. yüzyılları yüz binlerce göçebe Türk kitlesi Müslüman olmuşlardır. Bu göçebe Türklerin arasında, oralarda yasayan Kırgız boylarının da bulunmuş olabilecekleri kuvvetli bir ihtimaldir. Karahanlılar döneminde yasayan dil bilimcisi Kaşgarlı Mahmut eseri Divan-ı Lügati’t-Türk’te, Kırgızları Müslüman Türk boylarının kategorisinde değerlendirmekte ve henüz Müslüman olmayan Uygurlar hakkında farklı yaklaşımda bulunmaktadır.  
 
Tarihi kaynaklara bakılacak olursa Kırgızların hangi boylarının tam olarak ne zaman ve nerede Müslümanlığı benimsediğine dair net bilgi bulamıyoruz. Kırgızların İslamlaşması genelde üç döneme ayrılarak incelenmektedir: Karahanlılar Dönemi (840-1212),  Çağatay Hanlığı Dönemi ve Hokand Hanlığı Dönemi.

    Karahanlıların egemenlik sürdüğü dönemde Kırgızların bir kısmı onların egemenlik sahası içerisinde yaşamaktadır. Bu dönemde büyük Kırgız kitlesi Yenisey civarındadır ve Tanrı Dağları havalisinde sadece bazı Kırgız boyları bulunmaktadır. Tanrı Dağları civarında yaşayan Kırgızların İslamla tanışmaları büyük ölçüde Müslüman tacirler aracılığıyla olmuştur. Bu dönemde Türkistan ve İslam memleketleri arasında gelişen ticaret, bazı Müslüman tarihçilerin Kırgızlardan haber almalarını ve eserlerinde nakletmelerini sağlamıştır. X. yüzyıl gezginlerinden Ebu Dulef, Kırgızların bir ibadethanede, güneye dönerek kendi dillerinde vezinli ilahiler okuyup Tanrı'ya ibadet ettiklerini ve yılda üç bayram yaptıklarını yazmaktadır. Bunun yanında, XI. yüzyıl tarih;ilerinden Gerdizi (ö. 1053) Kırgızların, ateşin maddi ve manevi pisliklerden temizlediğine inandıklarını ve bu inancın gereği olarak ölülerini yaktıklarını ifade etmektedir.  

    Satuk Buğra Han'ın resmi din olarak İslamiyet'i benimsemesiyle beraber Türklerin İslamiyet'e geçişi hızlanmaya başlamıştır. Satuk Buğra Han ve oğullarının çabaları sonucunda iki yüz bin çadırın İslamiyet'e geçtiği bilinmektedir. Ayrıca, Tibet yakınında yaşayan bazı topluluklarında on bin çadır şeklinde İslamiyet'e geçtiğini belirten kaynaklar vardır ki bazı Kırgız tarihçiler bu çadır halkının bir kısmının Kırgız olduğunu iddia etmektedir. (1044). Yine bu dönemde X. yüzyılda Buhara'dan Çin'e giden gezgin Sayam Nebadul'un "Müslüman olmayan Kırgızların kendi dinlerince tespih okuduklarını gördüm" ifadesinin mefhum-ı muhalifinden "Müslüman Kırgızlar" bulunduğunu sonucuna varılabilir.  Karahanlılar döneminde Kırgızların küçük bir kısmı Müslümanlığı benimsemiş olmakla beraber bazı toplumsal dönüşümlerinde yaşandığı görülmüştür. Kırgızların Tanrı kelimesinin yanında Kuday kelimesinin kullanılmaya başlanması bu dönemin mirasıdır.

    İkinci dönem ise Çağatay Hanlığı dönemidir. Çağatay Hanlığı'nın ilk döneminde Çağatay ve ardılları sıkı bir şekilde Cengiz Han Yasası'na bağlıdır. Çağatay'ın Müslümanlara ve İslamiyet'in bazı adetlerine, ibadetlerine hoşgörülü bir tavırla yaklaşmadığı bilinmektedir.  Kurban kesme ve gusül abdesti alma gibi yasaklar Çağatay zamanında devam etmiştir. Çağatay'ın ardılları İslamiyet'e karşı daha hoşgörülü yaklaştığı gibi daha 1266 yılında ilk Müslüman hükümdar olan Mübarek Şah tahta geçmiştir. XIV. yüzyılın ilk yarısında Çağatay soyunun Müslümanlaşması süreci başlamıştır. Çağatay'ın haleflerinden Tarma Şirin'in Müslümanlığı benimsemesine, Yasayı kaldırmasına tepki gösteren Yedisu sakinleri arasında Kırgızların bulunduğunu da belirtmek gerekir. 

    1348 yılında Tuğluk Temür tarafından kurulan Moğolistan Hanlığı Tanrı Dağı Kırgızlarını egemenliği altına almıştır. Tuğluk Temür, İslamiyeti devletin resmi dini haline getirmiştir. Bazı kaynaklarda bir günde yüz altmış bin çadır halkın Müslümanlığı benimsediği belirtilmektedir. Ancak, bu kitlenin tamamının Kırgız olması ya da Kırgızların tamamının Müslümanlığa geçtiğini söyleyemeyiz. Zira XVIII. yüzyılda ve XIX. yüzyılda Müslüman olmayan Kırgızların varlığı bilinmektedir.  Tuğluk Temir'in oğlu Hızır Hoca (1389-1399) da tahta çıkınca babasının yolunu izlemiş onun döneminde Tanrı Dağlarının kuzey ve güney taraflarında yaşayan pek çok topluluk ve bu arada Kırgız İslam'a girmişlerdir.  Moğol Hanları'ndan  Yunus Han iktidarı boyunca İslamiyet'i göçebe topluluklar arasında yaymaya çalışmıştır. Tanrı Dağları'nın kuzey ve doğusuna yaptığı seferlerle bazı Kırgız boylarını Müslümanlığı benimsemeye zorlamıştır.

    Emir Timur'un Kırgız topraklarını fethedince Kırgızlara İslamiyet'i öğretebilmek için çaba harcadığı bilinmektedir. Kırgız sancıralarında yer alan rivayetlere göre Kırgızların "yabani", "okuma-yazma bilmeyen", "ateşe tapan dinsiz kafirler" ve "hayvancılık yapan göçebeler" olarak nitelendiren Emir Timur onlar arasında İslam'ı yayacak ve öğretecek olana hanlık ve süvari birliği vereceğini söyler.  Kırgız manapları arasından bu görevi üstlenen bazı Kırgız beyleri, bu görevi yerine getirmeye çabalarlar. Kırgızların bir kısmı kendi şahsi çıkarlarını düşünen manapların zulmünden kurtulabilmek için İslamiyet'i benimsemek zorunda kalmıştır.

    XV. yüzyılın sonunda kurulan Kırgız Hanlığı'nın yöneticilerinin Ahmet, Halil ve Muhammet isimlerini taşıdığını göz önünde bulunduracak olursak bu dönemde Kırgızların önemli bir kısmının Müslümanlığı kabul ettiğini söyleyebiliriz. Müslüman olan Tagay Kırgızlarının bu dönemde Kırgız Hanlığı'na iltica etmeleri, hanlık halkının ve yöneticilerin önemli bir kısmının Müslüman olduğunu gösteren başka bir olaydır. Ancak, göçebe bir toplum olan Kırgızların XV. yüzyılda İslam'ı tüm itikatlarına göre ve sosyal kurumlarını benimseyerek yaşadıklarını söylemek zordur. Kırgızların zaman zaman İslam'ı kendilerine öğretecek hocaların ve imamların gönderilmesini talep etmelerini bu duruma bağlayabiliriz.

    Yarkent Hanlığı döneminde Tanrı Dağı Kırgızları, Ak Su, Üç Turfan, Ak Çiy ve Yarkent çevresindeki Kırgızlar Sultan Seyyit'in yönetimine girmiştir.  Bu dönemde Kırgızlar arasında Müslümanlığın yayılmasında tasavvuf çok etkili olmuştur. İshak Veli Yarkent hükümdarı Abdülkerim Han zamanında Kırgızlar ve Kazaklar arasında İslamiyet'i yaymaya çabalamaktadır. Bu dönemde Müslüman olan Kırgızların yanı sıra gayrimüslim olan Kırgızların varlığını görmekteyiz. Söz gelimi Haydar Mirza Duğlat (1541-1545)'te kaleme
aldığı Tarih-i Raşidi adlı eserinde "Kırgızlar müşrik, çağataylar müslüman"ifadesini kullanmaktadır. Özbekler, bu dönemde yaşayan bazı Kırgızları hala "kafir" olarak nitelendirmektedir. Yesevilik, Işkilik, Kadirilik, Nakşibendilik Kırgızların sosyal ve dini hayatlarına yön veren önemli tasavvufi akımlar olmuştur. 

Hokand Hanlığı dönemi ise Kırgızların İslamlaşmasının tamamlandığı dönemdir. Çoğu araştırmacı, XVII. ve XVIII. yüzyılları Kırgızların Müslümanlaşmasının tamamlandığı dönem olarak kabul etmektedir.Özellikle Özbek ve Tacik gruplarla iç içe bulundukları Fergana Vadisi civarında ve nispeten kolay ulaşılabilir olan bugünkü Güney Kırgızistan’da yaşayan Kırgız boyları dağlık Kuzey Kırgızistan’daki boylara göre daha erken dönemlerde Sünni İslam ile tanışmışlardır. Kuzey Kırgızistan’daki Kırgızların İslamlaşması XIX. yüzyıla kadar sürmüştür.   

3.Manas Destanı ve Manas

    En eski Türk destanlarından olan Manas. Türk mitolojisinden ve bozkır kültüründen derin izler taşımakla birlikte Yaratılış ve Türeyiş, Göç, Ergenekon, Şu,Oğuz Kağan gibi diğer Türk destanlarından bağımsız, mısra sayısı bakımından Finliler'in Kalevala. Almanlar'ın Nibelungen, Hintliler'in Ramayana. eski Yunanlılar'ın İliada ve Odysseia gibi destanlarından
çok hacimli olup Kırgız Türkleri'ne ait olan Manas Destanı, hacimce dünyanın en büyük destanıdır.  

Eski Türk destanlarından ve mitolojilerinden izler taşıyan "Manas Destanı", Kırgızların dış düşmanları olan Kalmuklar ve Çinliler ile yaptıkları savaşlarla kendi içlerindeki mücadele ve karışıklıkların baştan sona manzum olan ifadesidir. Manas Destanı'ndan aynı zamanda Kırgızların başka Türk boylarına bakış açısını da görmekteyiz.

    Manas'tan bahseden ilk yazılı kaynak XVI. yüzyılda Ferganalı Seyfeddin Aksıkenti ve  oğlu Nooruz Muhammed'in kaleme almış olduğu Tarıhtardın Cıynağı (Macmu Atut-Tevarih adlı eserdir.  Bu eserde Manas’tan mitolojik bir unsur olarak bahsedilmez. Ferganalı Seyfeddin Aksıkenti, Manas’ın bir komutan olduğunu yazar ve Manas’ın yer aldığı bazı savaşlarla ilgili tarihi bilgiler verir. Tacik dilinde yazılmış olan bu eserde, Manas’ın Altınordu Hanlarından Yakup Han’ın oğlu olduğu zikredilmektedir. 19. asırda Orta-Asya kavimlerini ve coğrafyasını tanımak amacıyla Çarlık Rusyası tarafından gönderilen ilmi heyette yer alan K.I. Vrangel, tanzim ettiği raporda Kırgız soy kütüğünden bahsederken Manas ve onun oğlu Semetey’in Nogayların beyi olduğundan söz eder.486 Kara Kırgızların rivayetlerinde ise Manas, Karahanlılar devletine hizmet etmiş, Karahanlılar ordusunda bir kahraman, bir kumandan gibi görünmektedir. 

    XIX. yüzyılda Manas Destanı ile ilgili ilk bilgi Kazak-Kırgız mıntıkasında görevli olan Rus memur Franel’in raporlarında görülmektedir. Franel, 1849’da Moskova’ya gönderdiği raporlarda Kazak-Kırgız ozanlarının okuduğu Manas Destan’ından bahsetmiştir. Kazak bilim adamı Çokan Velihanov tarafından 1861'de dünyaya tanıtılmıştır. Ancak, destanın büyük bir kısmı Radloff tarafından derlenmiştir ve  1885'te bu derleme yayınlanmıştır. Manas Destanı'nın şu anda 13 büyük derlemesi bulunmaktadır. Kırgızlar arasında söylenen farklı varyantların toplanması ve yayınlanması uzun yıllar boyunca devam etmiştir.

    Destanın ve destandaki olayların hangi döneme ait olduğu konusunda kesin bir kanıya varmak güçtür. Destanın ait olduğu tarih tabakası ile ilgili çeşitli görüşler ortaya atılmıştır. Bazı tarihçiler ve etnologlar destandaki olayların Hun çağından kaldığını öne sürerken bazı araştırmacılar destanda geçen olayların Uygurların yıkılışı ve Ötüken'de Kırgız Hanlığının kuruluşu arasında yaşanan döneme ait olduğunu söylemektedir. Hatta Uygurların Yağlakar ailesinin iktidarını elinden alan Tun Baga Tarkan Baga Tarkan'ın Manas olduğunu ileri sürenler bulunmaktadır. Tun Baga Tarkan Baga Tarkan ve ailesinin hikayesinin daha sonra Manas Destanı'nın kaynağı haline geldiğini söyleyen tarihçiler vardır. Ancak başta Radloff olmak üzere çoğu tarihçi ve bilim adamı  Manas Destanı'nın Karahitay döneminden miras kaldığını belirtmektedir. XVII. ve XVIII. yüzyıllar boyunca Kalmuklar ve Çin ile yaşanan mücadelelerle destanın olay örgüsü tamamlanmıştır.

    Manas Destan’ında Kırgızların diğer toplumlarla olan ilişkilerini incelerken dikkat etmemiz gereken önemli bir nokta bulunmaktadır. Kırgızlar, öncelikle asabiyet bağı yüksek olan, kandaş bir topluluktur. Asabiye bağı yüksek olan Kırgızların Müslümanlığı benimsedikten sonra yaşam şekillerinde çok köklü değişiklikler olmasa bile kendi kimliklerini şekillendirmek için kullandıkları yeni bir unsur hayatlarına girmiş bulunmaktaydı: İslam.

4.Manas Destanı ve Kırgızların İnanç Unsurları

    Manas Destan'ı Kırgızların İslam öncesi barındırdıkları inanç esasları ile İslamiyet'ten sonra benimsedikleri dünya görüşünün bir birleşimidir. Eski Türk dinine ait birçok inanç unsuru ya olduğu gibi ya da İslami bir cila altında Manas Destanı'nda yaşamaya devam etmiştir. Bu açıdan belirtebileceğimiz bir husus varsa Manas Destanı'nı yaratan Kırgız Türkleri, birçok adet,gelenek, görenek ve inanç unsurunu İslamiyet'in kabulüne rağmen yaşatmaya devam ettirmiştir.

    Manas, her şeyden önce dini, milleti ve vatanı uğruna kavga eden bir mücahittir. Manas'ın daha beşikte iken babası Cakıp Han'a söylediği:

" Ak sakal babam Cakıp Han,
Müslüman'ın yolunu açacağım,
Kafirin malını saçacağım,
Kafiri sürerek çıkarıp,
Müslüman'a necat salacağım."  sözleri, kafirlere karşı yapılan savaşın, yani cihadın Kırgızlar tarafından kutsal sayıldığını, Kırgızların dünyayı anlamlandırırken ilk önceliği Müslüman ve Müslüman olmayan ayrımı üzerinden yaptığını göstermektedir. Ancak, XIX. yüzyılda Kırgız topraklarından geçen bazı seyyahların Kırgızların inanışları hakkında belirttikleri şeyler çarpıcıdır. Rus subayı Mikhail Ivanovich Venyukov, 1865 yılında yaptığı gözlemlere dayanarak Çin sınırında, Tanrı dağlarının eteklerindeki göçer Kırgız boylarının dinî hayatına dair genel değerlendirmeler yapmıştır: 

"Kırgızların ahlaki tüm kavramları ve fikirleri en eski (ilkel) inançlar ve önyargılar üzerine kurulmuştur. Kırgızların dini İslam’dır. Bununla birlikte onların, özellikle Çin’e komşu kabilelerin arasındakilerin  Müslümanlığı çok yüzeyseldir. Bazı Kara-Kırgızlar Allah’ın doksan dokuz ismini bilmek şöyle dursun, Peygamberlerinin ismini dahi bilmezler. Kur’an'da kesin şekilde yasak edilen sarhoşluk, Kırgızlarca bir günah olarak görülmez. Birçok başka konuda onlar cehalet yoluyla Kur’an’ın belirlediği kuralları açıkça ihlal ederler. Gariptir ki, Şamanizm’in bazı adetleri hala bu insanlar tarafından korunur." 

    Manas Destanı'nda eski Türk dinine ait birçok iz gördüğümüz gibi bazı saf halleriyle yaşamaya devam ederken bazıları ise İslami bir cila altında yaşamaya devam etmiştir. İslami adetlerin eski Türk dinine uygun bir halde benimsendiği de söylenebilir. Kırgızların inançlarının anlaşılabilmesi hem İslam'ın getirdiği yeni koşulların hem Kırgızların konar-göçer hayat tarzlarının hem de eski Türk dininden Kırgızlara kalanların incelenmesi gerekmektedir. Çalışmanın geri kalanında Manas Destanı'ndaki çeşitli inanışlar, adetler, kavramlar, gelenekler ve görenekler incelenerek İslam'ın ve İslam öncesi inanışların iç içe yaşadığı gösterilmeye çalışılacaktır.

    Din kavramı üzerinden ilk kıyaslama yapılmaya çabalanacaktır. Kırgız Türklerinde de tıpkı diğer Türk boyları  gibi, İslamiyet'in benimsenmesinden sonra eski Türk inanç ve kabullerinin devam ettiğini görebilmekteyiz. Eski Türk inancına ait doğum, ad verme, ölüm, adak, ruhlar vs. birçok inanışın Manas Destanı'nda yaşadığını anlıyoruz.
     Manas Destanı'nda Müslümanlığa ilişkin motifler çok sık bir şekilde karşımıza çıkmaktadır. Ancak destanda daha çok karşımıza çıkan İslam, Kırgızların kendilerine has yorumladıkları bir şekilde var olmaktadır. Destanda Müslüman olabilmek için "Kulhuvalli ahad"  kelimelerinin Kırgız fonetiğine uydurulmuş hali olan Kulkudabad denmesi yeterlidir. Ayrıca, Müslüman olma destan farklı şekillerde yinelenmiştir. Burada en dikkat çeken olay ise Almambet'in Müslümanlığı kabul etmesidir. Kırgızların inanışına göre Müslüman olabilmek için bir takım şekli şartları yerine getirmek gereklidir.  Kökçö Almambet'e demektedir ki:
"Bıyığını kazıtsan,
Sakalını koydursan,
Kahkülünü kırptırsan, 
Başındaki kalpağının armasını çıkarttırsan,"  şeklindeki ifadelerden Almambet'in Müslüman gibi sakal bırakmasını, saçını kesmesini gerektiğini görebiliyoruz. Gene aynı şekilde Almambet kendi annesini ve babasını İslam'a davet ederken şu sözleri sarf etmiştir:
"Kulkuldabat,
Kur'an dilini bilelim 
Biz Müslüman olalım!
Kafirin hanı olmaktansa
Müslüman'ın kulu olalım!"  İhlas Suresi'ni okuduktan sonra Müslüman olunacağını zikreden Almambet, bu davetine riayet etmeyen babasını öldürür. Benzer motiflere Oğuz Destanı'nın İslami rivayetlerinde de rastlıyoruz. 
    XIX. yüzyılda Kırgızların yaşadığı coğrafyalardan geçen gezginlerin, Kırgızların daha çok ismen Müslüman olduğunu ancak genel olarak İslamiyet'in kurallarından bihaber olduklarına dair bazı anlatımlarıyla karşı karşıya kalıyoruz. Her ne kadar Manas Destanı'nda ibadetlere ve itikatlara çok yoğun şekilde uyan bir toplum olarak göremesekte Kırgızları, İslam'a sadece ismen bilecek ve kabul edecek kadar uzak olduklarını söyleyemeyiz. Cakıp Han'ın çok küçükken Kalmuklara esir olarak düşen kardeşlerinin Müslüman olmasında kullanılan şu ifadeler:
"Karagaydan tabut yardırıp
Testere ile kesip,
Besmele kıldırıp 
Boyunduruk yaptırıp
Asil yerde tellala,
Deve kaldıran pehlivana,
Başını sıkı tutturup,
Balta ile bastırıp,
Kalmakların çocuğunu 
Keser ile kestirip
Müslüman yaptı,
Beş vakit namaz öğretip,
Götüne taharet aldırmış.
Kur'an kitap koynunda 
Biz Müslüman olduktan sonra,
Kudret sözü ağzında
Yaşadı Kös Kaman."   Müslüman olabilmek için sünnet, beş vakit namaz gibi öğelere değinilmektedir. Ancak, Kırgızların Müslümanlığın şekli şartlarını başka pratiklerle pekiştirdiklerini söyleyebiliriz. Manas Destanı'nda yer alan Müslüman olma pratiklerinden bir tanesi ise Kelime-i Şahadet getirmektir. 
"Büyük davul çalındı,
Hazır bekleyen kalabalık,
La ilahe illallah,
Muhammedü’r-Resulallah,
Kelime-i sehadet getirdi,
Dille ikrar edildi."     Kalabalığın Müslüman olabilmesi için Kırgızların beklediği ilk hareket Allah'ın birliğinin kabul edilmesi ve Hz. Muhammet'in Allah'ın resulü olduğunun yinelenmesi olmuştur. 
    Hz. Muhammet'in adı destanda geçmemekte tercih edilen ifade ise "Hazret-i Sultan Peygamber" olmaktadır. Türk boylarının tamamında Muhammet ismine duyulan saygının Kırgızlar içinde de yaşadığı söylenebilir. Manas, Hz. Muhammet'in kendisine yoldaş ve yardımcı olduğunu şu dizelerle  anlatmaktadır:
"Mekke’ye girip gittiğinde, çorom,
Hazret-i Sultan Peygamber, çorom,
Benim yoldaşım olmuştu, çorom" 
    Manas Destanı’nda Kırgızların ahiret yaşamına ilişkin inançlarını net bir şekilde görebilmekteyiz. Eski Türk dininde de önemli bir yer kaplayan ahiret inancı ve Tanrı’nın adaletine dair duyulan güven dile getirilmiştir Manas Destanı’nda. Cennet-cehennem inancını yansıtan şu dizeler dikkati çekmektedir:
“Cennet’e girilir dediler.
Hz. Allahu Teala
Ay’ı gökyüzünde ışıldatır,
Güneş’i gökyüzünde ışıldatır,
Işığıyla yeryüzünü ısıtır!” 
Manas Destanı’nda İslam’ı yaymak  için yapılan savaşın kutsallığından bahsedilmektedir. Zira Manas’ın kendisi İslam’ı yaymak için savaşacağını söylemektedir. Manas’ın İslam’ı yaymak için savaşması, Kalmukların bir kısmını zorla Müslüman yapması, Manas’ın dünyasının Müslüman olanlar Müslüman olmayanlar şeklinde ikiye ayrılması cihadın ne kadar önemli olduğunu göstermektedir:
“Müslüman yolunu açalım, Yakup!
Beycin yolunu tutalım, Yakup
Tanrı izin verirse (onları) yeneriz Yakup!” 
Manas Destanı'nda savaşların asıl sebebi Müslümanlar ve kafirler arasında yaşanan çatışmadır. Özellikle Kalmuklarla yaşanan çatışmanın asıl sebebi din farklılığı olarak görülmektedir. Kırgızlar, Kalmuklar yüzünden çok acı çektikleri için kendi haklı mücadelelerini dini bir temel üzerine oturtmak istemişlerdir. Destan'da Müslümanlar nur yüzlü olarak ifade edilirken  Müslüman olmayanlardan "dini bozuk kafir" olarak söz edilmesi bu nefretin destana da yansımış halidir.  Manas Destanı'nda yer alan "kara din" ifadesi, İslamiyet'in dışında kalan dinleri anlatmak için kullanılan bir tabirdir. İslamiyet'in dışında kalan tüm dinleri kara din olarak sınıflandırmışlardır.

    Buraya kadar genelde İslamiyet'in çeşitli şekillerde destana yansıması ve Kırgızların sosyal hayatı üzerindeki etkileri, Kırgızların inanışları ile ilgili bazı parçalara yer vermeye çalıştım. Eski Türk dininin Manas Destanı'ndaki yerini ve Kırgızlar üzerindeki etkilerine bakacak olursak ilk önce Atalar Kültü örneğiyle başlayabiliriz. 
"Ak boz beeni kesersin,
Atanın ruhuna,
Kurban edersin."     İslamiyet'te kurban sadece Allah için yapılan bir ibadettir. Eski Türk dinin de atalar tapılan ya da Gök Tanrı ile aracılık yapan varlıklar olarak görülmemektedir. Türkler, atalarının kendileri, vatanları ve mülkleri için yaptıkları kahramanlıklara, harcadıkları çabalara karşılık kurban keserek onları onurlandırmak istemişlerdir. Eski Türk dininden izler  taşıyan bu satırlar bize göstermektedir ki, Kırgızlar İslamiyet'i kabul etmekle beraber Atalar Kültüne ait adetleri devam ettirmişlerdir.
    
    Manas Destanı'nda İslamiyet'in getirdiği Hızır inanışı ile eski Türk toplumlarında ötenden beri yer alan Ak Hoca/Ak Koca inanışının kaynaştığını görmekteyiz: 
"Ev gibi kızıl tal bitsin,
Koca Kıdır yar olsun!
Koşusunda yolun açılsın, töröm! 
Yoldaşın Kıdır olsun töröm!" dizelerinde görüldüğü gibi Hıdır destan kahramanlarının, güçlü savaşçıların yanında yoldaş olan, gerektiği zaman o kahramanı koruyan ulu bir kişidir. Türk hikayelerinde ve halk arasında yaşayan söylencelerde darda kalan kişinin yardımına Hızır'ın koşacağına inanılmaktadır.  Hızır aynı zamanda isim koymak gibi bir görevi de üstlenmiştir Manas Destanı'nda. 
    Ak Hocalar Türk tarihinde ve toplumsal hayatında öteden beridir çok önemli işlevleri olan, Türk tarihini değiştirmiş simalara kılavuzluk yapan kişilerdir. Dede Korkut nasıl ki Oğuzların bilge atası ise Manas Destanı'nda da insanların sıkıştığı yerde ortaya çıkan bir Ay Koca vardır:
"Akşamın beşi olduğunda 
Altın sakallı Ay Koco
Gökten dolaşıp indi geldi,
Ay Koco durup söyledi:
"Adı  yok bala bu olursa , balam,
Adını koyuvereyim, balam,
Semetey'in balası 
Seytek olsun! dedi.
Ay Koco adını koyduktan sonra
Gözden kayboldu."  
görüldüğü gibi Ay Koca zor anlarda ortaya çıkan bir Türk halk kahramanıdır. Türk halk kahramanı olarak İslamiyet'in getirdiği Hızır inancı ile birleşmiştir.

    Eski Türk dininde kutsal kabul edilen ( tapınılacak birer kutsal mekan olmaktan ziyade ibadetlere kutsiyet katan mekanlar olarak düşünülmelidir) bir takım yerler vardır: su başları, ormanlar,ağaçlar vs. Özellikle kurban kesmek ve ataların ruhlarına saygı göstermek için bu yerler tercih edilirdi.  Manas Destanı'nda Cakıp Han, eşinin bir erkek çocuk doğuramamasının sebepleri arsında "Bu, mezarlı yeri ziyaret etmiyor." diyerek aslında mezarlarda yatan kişilerden yardım istemesi gerektiğine inanmaktadır. Bu inanış, günümüzde bütün Türk dünyasında yatır ve türbelerin ne kadar yaygın olduğunu açıklamaktadır. Yatır ve türbe ziyareti, her ne kadar İslami bir adet gibi görünse de kökleri eski Türk inanışlarına dayanmaktadır. Aynı şekilde Manas kırk çorasının ölümü üzerine:
" Ata binip gitti
Meke'ye vardı
Meke yedi eşik,
Yedi eşiğe sığındı,
Dört tarafını 
Dört dönüp dolaştı"  at üzerindeyken mezarın etrafında yedi kez dolaşmak, eski Türk dininin matem adetlerinden biridir. Destan'da görüldüğü üzere Manas kırk çorasının yasını tutarken Mekke'de atının üzerinde yedi kez dönmektedir. Eski Türk dininin Manas Destanı'ndan yaşamaya devam eden izlerinden biri olarak bu olayı gösterebiliriz.

    Eski Türk dininin bir parçası olan yer-su ruhları inançları Manas Destanı’nda da kendine yer bulmuştur. Cakıp Han eşi Çıırçı’nın bir erkek çocuk sahibi olamamasının nedenlerini sayarken:
“Bu Çıırçı erkek bala doğurmadı.
Bu Çıırçı’yı alalaı, yazı kışı on dört yıl oldu,
Bu, mezarlı yerleri ziyaret etmiyor,
Bu, elmalı yerde yuvarlanmıyor,
Bu şifalı sularda gecelemiyor.” (radlof) Bu dizelerde yer alan elmalı yerler ve şifalı sular ifadeleri kanımızca eski Türk dinindeki yer-su ruhlarına dayanmaktadır. Abdülkadir İnan’a göre bu ruhlar insanların yaşadıkları yerlerde yaşarlar ve ehli hayvanları yaratıp onlara bereket veren de yer-sudur.

    Eski Türk dinin bir unsuru olarak yer alan ağaçlara saygı duyma ve ağaçlara çeşitli anlamlar yükleme, Manas Destanı’nda devam eden geleneklerden biridir. Destan boyunca en çok vurgulanan ağaç ise kızıl tal olarak geçen söğüt ağacıdır. 
“Dağ belini dolanıverince,
Bele kadar kızıl tal çıkar,
İşinin Huda yardımcısı,
Oba etrafına dolanıverince
Oba gibi kızıl tal çıkar,
Koca Kıdır yar olsun.”   
Dizelerinde görüldüğü için Kırgız inanışlarında da ağaç önemini korumaktadır. Hemen belirtmemiz gerekir ki, ağaç kültü İslamiyet’i kabulünden sonra sadece Kırgız Türklerinde değil tüm Türk boylarında yaşamaya devam etmiştir. Osman Gazi’nin rüyasında gördüğü ve daha sonra tüm dünyaya hüküm edecek bir sülalenin atası olduğunu müjdeleyen ağaç, devleti ve bahtı temsil etmektedir. Manas öldükten sonra eşi Kanıkey’in rüyasında gördüğü ağaçta aynı şekilde bahtı ve devleti temsil etmektedir.
    Kırk sayısı Türk kültüründe ve eski Türk dininde kutsal kabul edilen sayılardan biridir. Nitekim, Türkler Müslümanlığı benimsedikten sonra kırk sayısı önemini korumaya devam etmiştir.  Manas Destanı’nda da kırk sayısı çok sık geçmektedir. 
“Kırk çilteni başında”  (metin,Naciye) dizesinde belirtilen kırk çilten, kültürümüzde kırklar diye adlandırılan, halk arasında göze görünmende yaşadığına ve insanlara yardım ettiğine inanılan varlıkların Kırgız Türkçesi’ndeki adıdır. (aciye). Manas’ın kırk çorası yani kırk yiğidi bulunmaktadır. Manas’ın nişanlıyken çadırında ziyaret etmek istediği Kanıkey, Manas’ı bıçakla yaralayıp çadırından kovduktan sonra pişman olur. Manas’tan özür dileyebilmek, evlenebilmek için yanına çeyizini ve kırk kadın yoldaşını alır. Manas’ın kırk çorası Kanıkey’in kırk yoldaşı ile evlenir. Kırk sayısı, destan boyunca tekrarlanmakta ve bir kişinin en güvenilir çevresinin nüfusunu ifade edebilmek için kullanılmaktadır. Günümüzde, Anadolu’da kırkının çıkması, loğusalığın kırk gün boyunca devam etmesi, kırklar inancı gibi kültürel öğeler eski Türk dininin izlerini taşımaktadır.

Sonuç
    Manas Destanı, Kırgız Türkleri'nin siyasi, toplumsal ve dini tarihlerinin özetidir. Kırgızların kendilerini nasıl gördüğünü, kendi dünyalarını nasıl algıladıklarını bize anlatan en önemli manzum eserleridir. Manas Destanı'nın XIX. yüzyılın ikinci yarısında derlenmesi, derlenmesi esnasında bile oluşum sürecinin devam etmesi bize Kırgızların,son yüzyıllık yaşam süreci hariç, maddi ve manevi hayatı ile ilgili çok detaylı malumat vermektedir.

    Kırgızlar Kazaklarla beraber İslamiyet'i en son kabul eden Türk boylarından biridir. Özellikle Türkistan sahasının güneyine doğru inildikçe Kırgızların İslam ile temas etmeleri kolaylaşmıştır. Fergana ve havalisinde yaşayan Kırgızlar, İslamiyet'i daha erken benimsemiş olan Kırgız  topluluklarıdır. Türkistan’ın kuzeyine doğru gittikçe Kırgızların İslam ile tanışması daha geç yüzyılları bulmakta ve İslam’ı kabul etmeleri XVII.-XVIII. Yüzyıllar gibi oldukça geç bir tarihe kadar uzanmaktadır.

    Manas Destanı, birçok tarihçinin ve etnoloğun araştırmalarına göre XII. Yüzyılda yaşanan hadiselerin hikayeleştirilmesiyle ortaya çıkmıştır. Kırgızların İslamiyet ile tanışmasının hemen akabinde Kitanlarla yaşanan savaşlar ve bu savaşların Kırgız toplumu üzerinde bıraktığı derin izler Manas Destanı’nın nüvesini teşkil etmiştir. İslamiyet’in yerleşmeye başladığı XVI. Ve XVII. Yüzyıllarda Moğollarla ve Kalmuklarla yapılan mücadeleler ile Manas Destanı’nı etkilenmiştir. İslamiyet, Manas Destanı boyunca Kırgızları diğer toplumlardan ayıran en önemli unsurdur. Kırgızların çoğu İslam’ı içten bir şekilde benimsemiştir. Ancak, İslam’ın benimsenmesi Kırgızların yaşam tarzını değiştirmediği gibi eski Türk dinine ait inanç unsurlarını ya olduğu gibi saklanmıştır ya da bu unsurların üzerine İslami bir cila çekilmiştir.

    Eski Türk dini sadece Türklerin inanç dünyasını yansıtmakla kalmaz aynı zamanda sosyal, ekonomik ve kültürel hayatlarına dair birçok unsuru da içinde barındırır. Manas Destanı’nda eski Türk dinine dair gözlemleyebildiğimiz maddi öğeler aynı zamanda Türklerin yaşam şeklinin bir iz düşümüdür. İslamiyet’in yasaklamasına rağmen Manas’ın içki içtikten sonra dua etmeyi ya da Kur’an okumayı normal olarak karşılaması, Kur’an-ı Kerim’in bazı  mısralarda at başına benzetilmesi vb. birçok olay İslamiyet’in kabul edilmesinin Kırgızların yaşamlarını değiştirmediğinin işaretleridir.

    Son olarak, Kırgızlar kendi adetlerini, örf ve geleneklerini korumak bakımından titiz bir millettir. İslamiyet’in kabul edilmesi, Kırgız yaşamını değiştirmediği gibi eski Türk dini İslamiyet içerisinde yaşamaya devam etmiştir. Manas, İslamiyet için savaşan bir kahraman olduğu gibi aynı zamanda Kırgızların milli önderidir. Manas Destanı’nda Kırgızların İslamiyet öncesi inanç unsurlarını titizlikle koruduğu çok net bir şekilde görülebilmektedir.

Kaynakça
Bars, Mehmet Emin, “Manas Destanı’nda İslamî Unsurlar”, Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi,2014 Y.2,S. 1, s. 450-462.

Cihad, Cihan, “  XIX. ve XX. Yüzyılda Bazı Seyyahların Kırgızların Dinî Hayatlarına Dair Gözlem ve Değerlendirmeleri”,  Uşak Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2015, 8/2, s.219-238

Eroğlu, Cemal, Türk Sosyo-Kültürel Yapısı İçinde Manas Destanı, T.C. Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Adapazarı, 1996

Erşahin, Seyfettin (1999a). ‚Kırgızların İslamlaşması Üzerine Bazı Mülahazalar‛, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, C. 39, S.1, 393-438.

Gömeç, Saadettin Yağmur, Kırgız Türkleri Tarihi, 4. Baskı, Berikan Yayınevi, Ankara, 2014

Gömeç, Saadettin Yağmur, Şamanizm ve Eski Türk Dini,1. Baskı, Likya Yayınları, Ankara, 2008

Gülensoy, Tuncay, "Manas Destanı", İslam Ansiklopedisi,c. 27, s. 588-589 

İnan, Abdülkadir, “Manas Destanı”, Makaleler ve İncelemeler, Ankara 1968 

İnan, Abdülkadir, “Manas Destanı Üzerine Notlar”, Makaleler ve İncelemeler, Ankara 1968

İnan, Abdülkadir “Manas Destanı’nda Görülen Muhtelif Tabakalar”, Makaleler ve İncelemeler, Ankara 1968

İsakov, Abdrasul, Doğu Türkistan Tarihinde Kırgızların Tesirleri (1700-1878),  T.C. Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı Genel Türk Tarihi Bilim Dalı, Yayınlanmış Yüksek Lisans Tezi, Bursa, 2007

İsakov, Abdrasul. "Yenisey Kırgızları ile Cengiz Oğullarının Siyasi Münasebetleri (XIII. Yüzyıl)". Siberian Studies (SAD) 1.3 (2013): 43-60

Kalan, Ekrem, Cungar Hanlığı’nın Siyasi Tarihi, 1. Baskı, Türk Tarih Kurumu Yayınları, VII. Dizi, Sayı 230, Ankara, 2008

Kalbardiev, Abdilaziz , Kırgızların Allah Anlayışı, T.C Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Temel İslami Bilimler Bölümü Kelam Anabilim DALI, Yayınlanmış Doktora Tezi,Ankara, 2010
  
Kalkan, Mustafa, Kırgızlar ve Kazaklar, 1. Baskı, Selenge Yayınları, İstanbul, 2006

Kayhan, Şurubu, Manas Destanı’nın Tarihi Tabakaları, 1. Baskı, Akçağ Yayınları, Ankara, 2005

Kıldıroğlu, Mehmet, Kırgızlar ve Kıpçaklar, 1. Baskı, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 2013

Omorov, Timurlan, Kırgız Secerelerine Göre Türk Boyları, T.C. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih(Genel Türk Tarih) Anabilim Dalı, Ankara,2008

Osmonov, O.C.,  Eski Kırgızlar, çev. Vefa Kurban, 2013 Dokuz Eylül Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Dergisi Cilt: 2 Sayı: 3, s. 147-166

Radloff, Wilhelm, Manas Destanı (Kırgız Türkçesi Metin- Türkiye Türkçesi Çeviri),Haz. Emine Gürsoy-Naskali, Türksoy Yayınları, 1995

Taşağıl Ahmet, Çin Kaynaklarına Göre Eski Türk Boyları, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara,2004

Temur, Nezir, Manas Destanı’ndaki Tipler Üzerine Bir İnceleme, 1.Baskı, Kurgan Edebiyatı Yayınları, Ankara,2012

Yazı, Muhammet Emin, Çarlık Döneminde Kırgızlar, T.C. Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı, Elazığ, 2007

Yıldız, Naciye, Manas Destanı (W. Radloff) ve Kırgız Kültürü İle İlgili Tespit ve Tahliller, 1. Baskı, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 1995 

Yılmaz, Gülşen İnci,  İslamiyet Öncesi Türk Destanlarının Tarihi Açıdan Değerlendirilmesi, T.C. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı Genel Türk Tarihi Bilim Dalı, Ankara, 2006

Yoska, Erhan, Yenisey Kırgızları: Başlangıçtan Orta Zamanlara Kadar, T.C. Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı Genel Türk Tarihi Bilim Dalı, Kayseri, 2011

15-05-2020/TÜRK DÜNYASI YAZILARI