Narkozlu Günler - 2 " Oğlum ve Kızım"

Narkozlu Günler -2

 Oğlum ve Kızım
 

     Ameliyattan ne zaman çıktım. Kaç saattir sedyede baygın yattım bilmiyorum. Yavaş yavaş kendime geliyorum. Hani bu ve benzer durumlarda söylenir ya; bütün yaşamım film gibi gözlerimin önünden akıp geçti diye, benimki pek öyle olmadı. Kronolojik bir sıra takip etmedi. Karmaşık yaşamımdan anektodlar, karmaşık olarak bilincime çıkar gibi oldu. Kah netleşti, kah flulaştı. İlla film demek gerekiyorsa bu sanırım postmodern bir film.  Öncelikle nerede olduğumu anlamaya çalıştım. Bilincim biraz olsun açılınca, ameliyattan çıktığımı, yoğun bakımda olduğumu ayırt ettim. Sol tarafımdaki iki sedyede hiçbir hayat belirtisi olmayan iki kişinin yattığını, sağ tarafıma dizilmiş sedyelerde inleyenlerin bağırıp çağıranların olduğunu ayırt ettim. Çaprazımda yatan bir kadının vucüduna takılı direni, damar yolu aparatlarını çıkartmaya çalıştığını gördüm. Bu durumu fark eden hemşire yanına yaklaştığında onun saçına sıkıca sarılıp çektiğine, küfürler ettiğine tanık oldum. Hemşire, kadının elinden kendisini diğer hemşirelerin yardımıyla  zor kurtardı.  Kadın neden böyle yapıyor anladım, ama hak vermedim. Sonra hemşireler kadının ellerini yatağının kenarına bağladılar. Bu yapılana da hak vermedim. Ama anladım, dahası yakın takibe almalılar diye düşündüm hatta. Sonra, belki de haklılar dedim. Narkozun etkisinden olsa gerek bir anladım, bir anlamadım. Her şeye karşın hayata  geri dönüş yapmakta olduğumu düşünmeye başladım. Bir ara gözlerimle içerisinde bulunduğum mekanı radar gibi taradım. İnleyen insanların yattığı sedyelere tek tek göz gezdirdim.  Gelip sol tarafımda hiçbir hayat belirtisi olmayan sedyelere takıldım. Sanırım bu iki sedyede yatanlar amaliyattan sağ çıkamadılar diye düşünüp ürperdim. Nakozun etkisi azalınca benim de ağrılarım giderek kendini hissettirmeye başladı. Ben de inleyenler korosuna katıldım. Su... su... demeye başladım. Çok geçmeden öldüklerini sandığım sol tarafımdaki sedyelerde de hareketlenme başladı. Ölüler diriliyor, neden beni bunlara yakın koydular, ben bu durumda kendimi koruyamam ki diye düşünüp korktum. Çok geçmeden onların baygın olduğunu yeni yeni kendilerine geldiğini anladım, rahatladım. 
       Ağzım kurumuş, dilimin kirpi sırtı ya da törpü gibi olduğunu hissettim. Bu dille bir ağacı rahatlıkla törpüler şekillendirebilirim diye düşündüm. Bu sırada yakınımdan geçen hemşireye dilimi gösterip “Su... Su...” diye seslendim. “Manyağa bak, bana dilini çıkartıyor.” demedi. Keşke öyle deseydi. Demez, alışmış herkes ona dil çıkartıyor. “Daha değil, su içemezsin, sabredeceksin” dedi ve hızla uzaklaştı. Oysa ben bir tanker dolusu suyu değilse de, bir iki damacana suyu tüketebilecek kadar susamıştım. Şu an bana deseler ki, sana istediğin kadar su veceğiz ama su içtikten sonra öleceksin,  gene de su der misin diye sorsalar gene de su derim diye geçirirken aklımdan, Ömer Bey yoğunbakım odasına girdi. Öncelikle çaprazımda yatan, kurtulmak için debelenen, bu yüzden de dikkat çeken, kolları yatağa bağlı kadının olduğu sedyeye doğru yöneldi. “Neden bu hastanın kolları bağlı” diye sordu, anlattılar dinledi. “Olmaz öyle şey çabuk çözün” dedi ve kadının kendisine zarar vermesini engellemek için, baş ucunda beklesin diye bir hemşireyi de  görevlendirdi. Sonra bana yaklaştı. “Nasılsın?” dedi. İyiyim demek isterdim ama diyemedim suuuu... dedim. Hemşirelere dönüp, “biraz su verin” dedi ve uzaklaştı. Ben de su verecekler diye sevindim. Hemşire elinde bir çay bardağı, bardağının dibinde iki milim yüksekliğinde su ile gelip dudağımı ıslattı. Oysa ben kana kana su içmek için ölüme bile razıyım. Bu gibi kötü düşüncelere dalmışken, oğlum ve kızım geldi aklıma. Dayan Gencer, “belki yarın, belki yarından da yakın” oğlun gelecek yanına, onu görmeden nereye gideceksin. Varsay ki ölüme razı olduğun işkence günlerindesin. Bilmediğin şey mi? Dayan!
     Evet oğlum gelecek, hasret gidereceğim. Ya kızım, o da gelecek mi? Onun neden haberi var. O haberi olsa da gelmez. Konsolos köpeği gibi burnu düşse eğilip almaz. İlk kez kızıma karşı öfke ile karışık bir özlem duydum. Bugüne değin kızım ile aramıza 12 Eylül 1980 faşist darbesinin duvar ördüğünü, beni kızımdan darbe koşullarının kanırta kanırta ayırdığını düşündüm. Kimseyi suçlamadım, anlamaya çalıştım. Her nedense bugün ilk kez kızıma kızmaya başladım. O artık otuşbeş yaşında, üstüne üstlük deneyimli ve taktir edilen bir psikolog. Beni en iyi onun anlaması gerek. Kendisine defalarca haber gönderdim. –Şafak’ın yerinde ben olsam, babamdan hesap sormak için babamla görüşürüm- diye. Hiç bir haber kendisine ulaşmadı mı? Ulaştı da, umrunda mı olmadı? Yeter ki görüşsün, görüşsün de hesap sorsun...
      Belki şu anda herhangi bir kişilik bozukluğu olan bir danışanıyla sohbet ediyordur. Doğru tanıyı koymak için danışanının çocukluğuna inmeye çalışıyordur. Tüm bunları yaparken acaba aklına kendi çocukluğu ile yüzleşmek gelmiyor mu?  diye,  merak etmekten de kendimi alamadım. Kim bilir belki  yüzleşmeden de sağaltım mümkün...
      Narkozun etkisi ile başka bir alemdeyim. Bazen Latin Amerika’da bazen Çin’deyim. Bazen bu dünyada, bazen öbür dünyada, bazen de araftayım. Bazen yaşlılıkta, bazen gençlikte bazen de çocukluktayım. Bazen düşte, bazen de rüyadayım. Sıklıkla da, su... su... diye inlemedeyim. Bilincim bulanık, gördüğüm objeler flu, bu bulanıklığın arasından Latin Amerikalı Yazar Jorge Amado’nun bir sözü süzülüp çıkageldi usuma. “İnsanın anayurdu çocukluğudur.” Anayurtdan kaçılır mı? Kızım kaçtı. Ben kaçtım. Göçtüm, göçmen oldum. Yirmi altı yıl önceye gittim.  Yıllarca yurdumdan uzak kaldım. En sonunda gene anayurduma döndüm. Kızım dönmedi, zaten o hep buradaydı. Ben artık  çocukluğumdayım yurdumdayım, çocuğum oğlum, ana rahminde, kızım anayurdumda. “İnsanın anayurdu çoçukluğudur.” Evet, çocukluğumdayım, anayurdumdayım. Derken bu güne geldim. Oğlum yirmibeşine geldi. Kızım otuzbeşine. Ben altmışbeşime.
      Yurdum gibi sorunluyum. Darp edenler, farklı farklı da olsa, bazen asker, bazen sivil, mesela... Ben, darbeden darbeye yuvarlanan memleketim gibi  sorunlar  yumağındayım. Yurdum gibi her gün kördüğüm olmaktayım.  Sadece ben mi narkozdayım? Sadece ben mi yoğun bakımdayım? Çocukluğum narkozda, anayurdum narkozda, yurdum insanı narkozda...  Demokrasi mi dedin? O da narkozda. O da yoğun bakımda... Çıkar mı bilmem. O da size bağlı...  Haber geldi, ben yoğun bakımdan çıkacağım. Darısı demokrasinin başına...

hgencerucar@gmail.com                                                                                 H.Gencer Uçar