.HAYATI ÜRETEN BİZİZ, MURAKABE EDEN DE BİZ OLACAĞIZ!!!
ATATÜRK'ün ölümünden 1 yıl sonra, henüz 1939'da, Cumhurbaşkanı İSMET İNÖNÜ, İstanbul Üniversitesi balkonundan akademisyen ve öğrencilere seslenerek;
SÖZ, YETKİ, KARAR, İKTİDAR HALKA!!!. diyecek değildi ya!.. Cumhuriyet bilincinin, eğitim düzeyinin henüz çok zayıf olduğu bu yıllarda, bunun için elbette çok erkendi. Ancak bu "Balkon Konuşmasında" İnönü; Halk İdaresinin belki de en kısa-öz tanımını dile getirmişti: « Milletin murakabesi (DENETİMİ), idare üzerinde HAKİKİ VE FİİLİ olmadıkça ve böyle olduğuna MİLLETÇE KANAAT edilmedikçe, halk idaresi vardır denilemez.»
Her biri diğerinden önemli kavram ve ölçütler; DENETİM...Ancak göstermelik değil, HAKİKİ VE FİİLİ...Bunun böyle olduğuna MİLLETÇE KANAAT..
İnönü'ye göre, gerçek bir halk yönetiminden söz edebilmek için:
1)Öncelikle ve her şeyden önemlisi DENETİM olmalı. Başında kim ya da kimler olursa olsun (falanca kişi, falanca parti vb.), her tür Yönetim (Devlet, belediye, kooperatif, sendika, dernek hatta apartman yönetimi vb..vb. her türlü iktidar.) halkın içinde olduğu kurum ve kurallarla denetlenmedikçe, böyle bir SİSTEM kurulup işletilemedikçe, süreç içinde ya da eninde sonunda yozlaşmaya, çürümeye açıktır.
2) Bu denetim, sözde değil, özde, GERÇEKTEN VE EYLEMLİ-UYGULANABİLEN nitelikte olmalı, anayasa, yasa, tüzük vb. kağıt üzerine yazılmaktan ibaret, göstermelik kalmamalı.
3) Bunun böyle olduğuna, yasalarda yazan hak ve özgürlüklerin kağıt üzerinde göstermelik kalmadığına, bunların gerçekten uygulandığına, MİLLETÇE KANAAT edilmiş, inanılmış olmalı.
Aynı konuşmanın hemen öncesinde İNÖNÜ; Cumhuriyetin ilerlemesine-olgunlaşmasına yönelik birbirini tamamlayan aralıksız kesintisiz Devrimlerinden söz ediyordu.("Halkçı bir idarenin bütün yüksek ve ileri tekâmülleri siyasî hayatımızda mütemadiyen tahakkuk ettirilecektir"
" Halk İdaresi" ve "Cumhuriyet" ile ilgili sözler, elbette, gelişigüzel söylenmiş ve yalnızca İnönü'ye ait görüşler de değildi.
İnönü'den 4 yıl önce Atatürk, öncesi ve sonrasıyla Cumhuriyet Devrimini şu sözlerle anlatıyordu:
"Uçurum kenarında yıkık bir ülke... türlü düşmanlarla kanlı boğuşmalar... yıllarca süren savaş.., ondan sonra, içerde ve dışarıda saygı ile tanınan yeni vatan, yeni sosyete(toplum), yeni devlet ve bunları başarmak için arasız, DEVRİMLER... işte, Türk genel DEVRİMİNİN bir kısa anlatımı...(Atatürk'ün 4. Kurultay konuşması-9 Mayıs 1935)
https://youtu.be/rvhNO0XgHFA
Aralıksız, kesintisiz, sürekli DEVRİMLERDEN söz açılmışken, 1922'den 1937'ye kadar 15 yıl boyunca süregelen devrimlerin bir kaçını yeniden anımsayalım:
• Saltanatın Kaldırılması (1 Kasım 1922) ...
• Cumhuriyetin İlanı (29 Ekim 1923) ...
• Halifeliğin Kaldırılması (3 Mart 1924) ...
• Medeni Kanunun Kabulü (17 Şubat 1926) ...
• Tarikatların Kaldırılması, Tekke Ve Zaviyelerin Kapatılması (30 Kasım 1925)
• Laikliğin Kabulü (1928-1937)
• Üniversite reformu, Türk Medeni kanunu ve ceza kanununun kabul edilmesi ve diğerleri.
Gerçekten de aralıksız ve kesintisiz değil mi?
Devrimlerin ve Cumhuriyetin amacını da Atatürk'ün 30 Ağustos 1925 tarihli Kastamonu konuşmasından öğreniyoruz; "Türk Milletinin son asırlarda geri kalmasına neden olan bütün kurumları kaldırarak yerine milletin karakterine, şartlara ve çağın gereklerine uygun ve ilerlemeyi sağlayacak yeni kurumlar kurmak ve Türkiye'yi ÇAĞDAŞ MEDENİYETLER SEVİYESİNE çıkartmaktır."
"Aralıksız, kesintisiz devrimlerden" söz edildiğini, 1960'lı 70'li yıllarda da duyacağız; Emperyalistler ve işbirlikçisi karşı devrimciler tarafından "çağdaş uygarlık" yolundan saptırılan Cumhuriyeti, yeniden o devrimci yoluna yöneltmek isteyen, Atatürk'ün Cumhuriyeti emanet ettiği gençlerin ağzından.
İlk 15 yılı dışında tutulursa, Cumhuriyet idaresinde (yönetiminde), İnönü'nün söz ettiği ; "yüksek ve ileri tekamüller", Atatürk'ün söz ettiği; "aralıksız, kesintisiz devrimler" ne yazık ki yeterince "tahakkuk" ettirilemedi, zamanla donuklaştı, kırpıldı, zedelendi, giderek dönüştürüldü.
Elbette bunun, her biri ayrı tartışma konusu bir çok gerekçesi vardır. Örneğin İnönü bir konuşmasında “Harp zamanlarının ihtiyatlı tedbirlere lüzum gösteren darlıkları kalktıkça memleketin siyaset ve fikir hayatında demokrasi prensipleri daha geniş ölçüde hüküm sürecektir” diyecekti.
Sonuç olarak, Atatürk'ün ölümünden sonra başlayan "engebeli, dolambaçlı", inişli çıkışlı, kesintili süreçlerin ardından, Cumhuriyet'in denetim kurumları ve ilkeleri büyük oranda aşındı, ulusal egemenlik, bağımsızlık, laiklik, özetle Cumhuriyet büyük yaralar aldı, millet vekilleri, millet meclisi etkisizleşti, her şeyin tek merkezden belirlendiği, yeterince denetlenemeyen, bir anlamda tek adam rejimine dönüştü.
Çağdaş Uygarlık Düzeyine ulaşmaya yönelik halk idaresi olarak tasarlanan Cumhuriyet, ne yazık ki, 100 yıl sonra benzer bir tablo karşısında: "uçurum kenarında yıkık bir ülke"; ekonomisi, tarımı, çarpık kentleşmesi, gittikçe kirlenen suları, ormanı, doğasıyla, yargı, eğitim, sağlık sistemiyle...
Denetime açık olmayan, dahası, halkın yönetime katılamadığı rejimlerin, eninde sonunda tek adam yönetimine dönüştüğünü kerelerce gördük.
Gerçekten de bir "Halk İdaresinden" söz edebilmek için gerekli olan: Vatandaşın, seçim zamanlarında herkese gülücükler-mavi boncuklar dağıtan kurtarıcılarını ve seçimi bekleyen birer "izleyici" olarak kaldığı, "tek adam rejimine" karşı "tek adam muhalefetinin" söz düellosuna dönüştüğü bir siyaset yerine, halkın kendi yaşamıyla ilgili tüm kararları alabilecek VE DENETLEYECEK, toplumsal talepleri tarafında örgütlenmiş bilinçli bir halk ve güçlü anayasal kurum ve kurallar sistemi.
Bunca acı deneyimden sonra, Cumhuriyetin 2.yüzyılına girerken, artık, yalnızca "Murakabe" ile yetinmeyen, işçisi, işsizi, köylüsü, memuru, esnafı, genci, yaşlısıyla hayatı üretenlerin, her alanda söz ve karar sahibi olduğu, kendi hayatlarını düzenleyip yönetebildiği gerçekten "Halk İdaresi" yaratmanın zamanıdır.
O balkon konuşmasında İnönü'nün henüz söyleyemediğini bu gün yüksek sesle hep birlikte haykırmanın da zamanıdır:
Hayatı ÜRETEN BİZİZ, MURAKABE EDEN DE BİZ OLACAĞIZ!!! Üstüne üstlük; Murakabe yetmez, YÖNETEN DE biz olacağız.
Çeşitli sahte umut, kahraman ve kurtarıcıların ardından dönüp dolaşıp gelinen yine bu aynı tablo karşısında son sözü yine Cumhuriyetimizin en büyük devrimcisi Atatürk söylesin:
"Milletin bağımsızlığını, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır"(Mustafa Kemal Atatürk'ün 22 Haziran 1919 Amasya)
Murakabe, Halk İdaresi, Cumhuriyet, katılımcılık vb....derken buralara nasıl ve nereden geldik mi diyeceksiniz?
"Bütün bunların başlangıç noktası 'Mahalle'dir". Bunu ben değil, sevgili kardeşim Doğan Subaşı yazdığı kitabında söylüyor. İlginç ayrıntıları, gözlemleri, saptamaları ve yer yer eğlenceli diliyle kitapta anlatılanlar o kadar sürükleyici ve tanıdık ki, eminim sizler de benim gibi kitabını bir solukta okuyacaksınız.
MAHALLE DEYİP GEÇME
28-01-2023/Av.GÜVEN SUBAŞI/BANDIRMA