Türk Kahvesi ve Türk Rakısı İçen Marlon Brando

 1950’lili yıllarda sinema, orta halli aileler için hem ucuz hem de tek eğlence mekanlarıydı.

O dönem, büyük şehirlerde hemen her mahallede sinema salonları vardı. Bu sinema salonları çoğunlukla balkonlu olurdu. Aileler çoluk-çocuk bu sinemalara gider eğlenirlerdi.

Yine böyle bir gün, 24 Ocak 1959 Cumartesi gecesi, aileler, çoluk-çocuk Küçükyalı’da Neş’e Sineması’na gitmiş, Marlon Brando’nun baş rolünü oynadığı “Çayhane” isimli filmini seyrediyorlardı.

Filmi seyretmek için yüzdoksanyedi (197) kişi bilet almıştı. Müstahdem,  görevli ve davetlilerle birlikte yaklaşık 250 kişi bulunuyordu sinemada.

Filmin birinci yarısı bitmiş, verilen aradan sonra filmin ikinci yarısı başlamıştı. On dakika sonra, saat 22.15’te sinemanın balkon kısmı büyük bir gürültüyle çöktü.

Yapılan inceleme sonunda, sinema salonu olarak kullanılan yer, önce depo olarak inşa edilmiş, fakat mal sahibi fazla kazanç elde etmek amacıyla tavanı tutan beton sütunları keserek kaldırmış ve burayı sinema salonuna dönüştürmüştür. Ayrıca, çimento miktarı %40 olması gerekirken bu inşaatta kullanılan miktar % 15’i geçmemiştir. Hatta, inşaata film gösterildiği saatlerde de devam edilmiş, üçüncü kata beton dökülürken sinema balkonunun tavanı çökmüş, bunun sonucu olarak büyük bir facia yaşanmıştır.

Marlon Brando’nun “Çayhane-Teahouse of the August” filmini izlerken ölen seyircilerin sayısı 35’ti. Çoluk-çocuk sinemaya gidildiği için bir çok aile ocağı sönmüştü.

Ölenlerden birisi inşaatın projesini yürüten mimarın kardeşiydi. Faciadan sorumlu olarak mimar, bina sahibi ve inşaat kalfası tutuklanmıştır.

Marlon Brando’nun başrol oynadığı “Çayhane” filmi 1956 senesinde çekilmişti. Marlon, bu filmde, bir Japon tercümanı canlandırıyordu ve Japonya’daki yaşantıyı anlatıyordu.

Bazılarının sorumsuzluğu sonucu masum insanlar ölüyordu. Ayrıca, sinema bazıları için belki eğlence aracı olarak görülebilirdi ama sinema sanatçıları eğlence adamı değildi. Bazıları sorumluluk sahibiydi.

Marlon Brando, Mısır’ın başkenti Kahire’den,19 Şubat 1967 Pazar günü, saat 12.20’de, Türkiye’ye geldi. Brando’nun yanında 23 yaşındaki Jamaikalı melez güzeli Hester Angerson vardı.

Ancak, Hilton Oteli’nde kayıt yaptırırken, “Miss and Mister Brando” olarak kaydedildiler.

Brando, havaalanında yaptığı açıklamada, filmde birlikte oynadıkları rol arkadaşları arasında bir ayırım yapmadığını söylemiş ve “Ben her yıldızla, ayırt etmeden film çevirebilirim” demişti.

“Atatürk” hakkında bir film çevirip çeviremiyeceği hakkında sorulan bir soru üzerine Brando, şu karşılığı vermişti:

“Bu büyük ve çok önemli bir konudur. Üzerinde çok dikkatli bir çalışma yapmayı gerektirir. Böyle bir rol bana verilirse memnuniyetle kabul ederim.”

Havaalanından doğruca Hilton Oteli’ne gitti.

Ertesi gün, zenci yazar James Baldwin, Hilton Oteli’nde kalan Marlon Brando’yu görmeye gitti. Hilton Oteli’nin “Karadeniz Dairesi”nin kapısını açtığında James Baldwin, Marlon Brando’ya, “Vay benim bebeğim” diyerek sarıldı.

20 Şubat 1967 Pazartesi günü, Hilton Oteli’nin “Karadeniz Dairesi”nde basın toplantısı düzenleyen Marlon Brando, yaptığı açıklamalarda, arkadaşı Zenci yazar James Baldwin’le birlikte çevirecekleri “Negro Revolution” filmi ve yeterince beslenemeyen çocuklara yardım için UNİCEF‘in açtığı kampanya dolayısıyla İstanbul’a geldiğini açıklamıştı.

Bu konuda şöyle konuşmuştu:

“Çocukluk arkadaşım James Baldwin ile birlikte, Amerika’daki zenci ihtilâline dair, bir filim hazırlamaktayız. Arkadaşımızı ziyaretten başka, ayrıca UNİCEF namına gayri resmi olarak seyahat ediyorum. İstanbul’a gelmeden önce, Kahire’de bulundum. Buradan’da Karaçi’ye gideceğim. Zenci-beyaz münasebetleriyle ilgili filmden sonra, pek yakında bir de Amerika’daki kızılderili tarihini hakiki ve müsbet cephesiyle tanıtacak bir film çevireceğim. Şimdiye kadar Amerikalı-Kızılderili münasebetleri hep yanlış tanıtılmıştır. Bu da Amerika’nın, temizlenmesi gereken yüz kızartıcı bir hatasıdır.”

İtalyan yönetmen Gillo Pontecorvo’nun 1969 yılında çevirdiği ve Marlon Brando’nun “Esirleri isyana kışkırtan bir İngiliz casusunu” oynadığı “Quemada” adlı filmin çekimi sırasında, Brando, filmin çekim şartlarının kötü olduğunu ileri sürerek, film ekibini isyana teşvik etmişti.  Bunun üzerine, film ekibi, filmin çekimi için Karaib’den ayrılıp Marocco’ya taşınmıştı.

Yönetmen Pontecorvo, “Çekim sırasında isyanlar, greve benzer olaylar oldu” demişti.

Brando, basın toplantısında ayrıca, şunları söylemişti:

“İnsanların birbirlerini sevmesi lâzımdır. İnsanlar yeryüzünde devamlı bir düşmanlık olduğuna inanıyor. İnsanlar hak iddia edip birbirlerini öldürüyorlar. Kimisi öldürmeyi Allah namına, kimisi komünizm namına, kimisi kapitalizm namına yapıyor ve daima haklı olduğunu iddia ediyor. Bunu ortadan kaldırmak lâzımdır. Sabahları duştan çıkıp aynanın karşısına geçince, göbeğimi ve sarkık yanaklarımı görüyor, selameti iç dünyamın güzelliğini düşünmekte buluyorum. Zira elimden geldiği kadar yardıma muhtaç insanlara faydalı olmak, ırk mücadelesi, fikir mücadelesi yüzünden birbirlerine düşen insanlar arasında sulh yaratmak için gayret ediyorum. Cemiyet faaliyetlerimle, dünyadaki sulhün sağlanması için pek az da olsa, bir rolüm olursa, kendimi mutlu hissedeceğim.

Hayatta pek çok kimse sosyal konuda kendine düşeni yapmaz. Meselâ rey vermezler, hayır cemiyetlerinde vazife almazlar. Bu değişik sebeplerden ileri gelir. Ancak insanın içgüdüsü önemlidir. Beni de sosyal işlere iten bu olmuştur. Sosyal çalışmaları seven bir aktörüm. UNİCEF’in şu anda vitaminsizlik ve gıdasızlıktan kavrulan 800 milyon çocuk için giriştiği kampanyada vazife alarak dünya turuna çıkmam da bundandır. Ümit ederim ki, bir çok ünlü yıldız ve yazarlar çağrımıza katılarak Paris’te yapılacak TV şhow’una katılacak ve 270 milyon insanın seyredeceği programdan sonra UNİCEF’e yardım yağacaktır.”

Zaman zaman ABD’deki ırk ayrımına çatan Brando, “Böyle sert konuşmaktan çekinmiyormusunuz?” sorusuna şu yanıtı vermiştir:

“Hayır çekinmiyorum. Çünkü Amerika hür bir ülkedir. Mc Carthy’nin dehşet komisyonu da tarihe karışmıştır. Ben fikrimi TV karşısında çekinmeden söyler, icabında Cumhurbaşkanını, politikayı eleştirebilirim. Türkiye’de gençlik hareketleri başladığı zaman Amerika’da uyuyorduk. Biz, Türk gençliğinin başarısını yakından takip ettik. Kendilerinden çok şey öğrendik. Amerikan gençliği eskiden gezip-tozarken şimdi sosyal işlere, politikaya giriyorsa bunda Türk gençliğinin rolü büyüktür. Amerikan gençliğinin sosyal ve politik konulara eğilmesinde Türk gençliği önderlik etmiştir, sizin gençleriniz sokaklarda milli davaları için çarpışırken, bizler uyuyorduk.”

“SİZİN MEŞHUR BİR TÜRK KAHVESİ VARDIR”

Marlon Brando, “Türkiye hakkında ne düşünüyorsunuz?”, Sorusuna şu yanıtı vermişti:

“Önce şunu söyleyeyim, sizin meşhur bir Türk kahvesi vardır. Ben kahve istedim ama bana Amerikan kahvesi verdiler. Bakın Amerikalılar sizlere meşhur Türk kahvesini unutturmuşlar, nerede meşhur kahveniz?. Yoksa eski adetlerinizi unuttunuz mu?”

Brando’nun bu sözü üzerine otel yöneticileri, Brando’ya hemen Türk kahvesi ikram etti ve “Bir Türk kahvesinin kırk yıllık hatırı vardır” dedi.

Marlon Brando, Türk Kahvesi nedeniyle kendisine çokça bahsedilen fal üzerine, masada bulunan bir fincan içindeki telvelere bakarak, “Bu Amerikan kahvesi olsaydı demek ki bir şey çıkmazdı, çünkü onun telvesi yok” demiş ve Türk Kahvesini içtikten sonra fincanı ters kapattıktan sonra Hilton Oteli’nin Kahveci Güzeli’ne fal baktırmıştı.

Fal bakan kadın, “Size yol görünüyor. Bol bol hediye alacaksınız. Hayatanızda esmer bir kadın var. Karşınıza çıkacak, kaçırmayın. Bir de, bir kenarda oturarak daima sizi düşünen kumral başka bir kadın daha var.” deyince, Brando, kahkahayı basar ve “Benim aşklarımı anlatmanız için büyük bir fincan gerekli. Evet, evet. Bu kadar yeter. Bende o beni bekleyen kadını görüyorum. Hatta üzerinde gecelik var. Sen, bu kadın hakkında biraz daha bilgi ver” diye şaka yaptı.

Brando, basın toplantısında konuşmasına, şöyle devam etmişti:

“Derslerimde başarılı olamadığım için genç yaşta okuldan kovuldum. Buna rağmen, kendi kendimi yetiştirmeye çalıştım. Bu arada, Türkiye’nin tarihte çok önemli bir yeri olduğunu öğrendim. İstanbul’un camilerine hayran kaldım. Otelin balkonundan dakikalarca camileri seyrettim. İstanbul’daki bu güzellikleri yaşadıklarınızdan belki farkında değilsiniz. Camileriniz çok güzel. İstanbul’da bu harika sanat eserlerini gezeceğim. Lahor’da bir cami gösterip: ‘Bu dünyanın en büyük camisi’ demişlerdi. İstanbul’u görünce yanlış olduğunu anladım.”

“TÜRK RAKISI İÇTİ”

Marlon Brando, öğle yemeğini, Jamaikalı sevgilisi Ester Andgrosan, İstabul’da bulunan çocukluk arkadaşı Zenci yazar James Baldwin ve tiyatro oyuncusu Engin Cezzar’la Sarıyer’de balık lokantasında yemişti.

Marlon Brando, Türk yemekleri hakkında şunları söylemişti:

“Bir Boğaz  lokantasında hayatımın en lezzetli yemeğini yedim. Türk mutfağındaki lezzet hiç bir milletin mutfağında yok. Türk aşçısının elinde balıklar, etler bambaşka bir lezzet kazanıyor.”

Brando, yemekte, “Yeni Rakı” içmiş, topluluk, daha sonra, James Baldwin’in Rumelihisarı’ndaki evine gitmişlerdi.

James Baldwin’in de “Giovanni’nin Odası” oyununda oynamış Engin Cezzar, Marlon Brando’yla “Actors Studio”da 1955-1957 yılları arasında tiyatro eğitimi gördüğü sırada tanışmıştı. “Actors Studio”da Ayla Algan da tiyatro eğitimi almış ilk oyununu Amerika’da oynamıştı. Ayla Algan, bir anısını şöyle anlatır: “Amerika’dayken Fanny Price’ın hayatını oynamam için teklif aldım. Sekiz senelik kontrat imzalamam gerekiyordu. Marlon Brando ile konuşunca o sözleşmeyi imzalamaktan vazgeçtim.”

İstanbul’a ilk kez 1960 yılında gelen James Baldwin, dört yıldır Türkiye’de Rumelihisarı’nda bir yalıda yaşamaktaydı. Daha sonra da uzun yıllar Türkiye’de yaşadı. Bunun yanısıra, James Baldwin, Engin Cezzar ve Yaşar Kemal (Göğçeli),  1969 yılı Ağustos ayında, ortaklaşa bir şirket kurmak için çalışmışlardı. Hatta, James Baldwin, 1969 yılında çıkan “Tell me How Long The Trains’I been Gone” adlı kitabını Engin Cezzar’a ithaf etmişti.

Marlon Brando, 21 Şubat 1967 Salı günü, uçakla Karaçi’ye gitti.

Marlon Brando, Türkiye’ye gelmeden önce Liz Taylor ile “Bir Altın Gözdeki Yansımalar-Reflections İn A Golden Eye” adlı filmin çekimi için İtalya’da idi. İtalya Sağlık Bakanlığı yetkilileri, ülke çapında “kan kampanyası” başlatmıştı. Marlon Brando ile Liz Taylor, 1967 Ocak ayında, bu kampanyaya Roma’da katılıp kan verdikleri gibi kan vermenin yararını yansıtan bir de propaganda filminde ücretsiz olarak rol aldılar.

Marlon Brando, UNİCEF (Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu) yararına yaptığı bu çalışma nedeniyle dünyanın değişik şehirlerine gitmiş ve etkinliklere katılmıştır. Altemur Kılıç, Paris’te UNICEF Enfermasyon Bürosu’nda yönetici iken, Marlon Brando, 1968 yılında, bu nedenle yaklaşık olarak iki ay Paris’te kalmıştı. Bu süreç içinde Altemur Kılıç ile yakın arkadaşlık ilişkisine girmiş, Fransa’da ki etkinlik bittikten sonra aynı etkinlik gereğince Altemur Kılıç tarafından Helsinki’ye götürülmüştü.

KIZILDERİLİLERİN HAK MÜCADELESİNE DESTEK VERDİ   

Asi ruhluydu. Haksızlıklara karşıydı.

Marlon Brando, ABD yönetiminin Kızılderililere yaptığı soykırımı ve Hollywood sinemasının Kızılderilileri aşağılayan filmlerini kınamak için değişik eylemlerde bulundu.

ABD yönetimi, özellikle 19. Yüzyılda neredeyse bütün Kızılderili kabilelerine yönelik soykırım başlattı ve onları yok etti. Topraklarını ellerinden aldı. Geride kalabilen Kızılderililer, yoksul düştü.

Kızılderililer ve Türkleri birbirine yakınlaştıran iki olay vardır. Yeri gelmişken onları kısaca aktarmak istiyorum.

Soykırıma uğrayan bir kızılderili kabilesi de “Meluncan” adlı kabileydi. Meluncan’lar, kendilerinin yaptığı araştırmada, soylarının Türk’lere dayandıklarını iddia ettiler. Meluncan’ların temsilcilerinden bazıları Türkiye’ye geldi, bu konuda konferanslar verdi ve belgesel filmler çektiler.

Sinema sanatçısı Zerrin Arbaş, kızılderililerin Apaçi boyundan olan aktör-senarist-işadamı Dehl Berti ile evlenmişti. Dehl Berti, Zerrin Arbaş’tan 26 yaş büyüktü. Bu evlilikten Derya Arbaş adlı bir kız çocuğu oldu. Derya Arbaş da, bir tahsizlik sonucu 2003 yılında, ABD’deki evinde ölü bulundu.

Zencilerin, 1963 yılında düzenlediği yürüyüşe katıldı.

Marlon Brando, kızılderililere yönelik ABD’nin uyguladığı soykırım ile filmlerde kızılderililere yapılan küçültücü davranışlardan dolayı Hollwooyd yapımcılarını kınamak amacıyla, 27 Mart 1973 günü, Los Angeles’te Music Center’de yapılan ödül dağıtım töreninde Oscar Ödülünü almadı. Ödül törerine kendi yerine kızılderili arkadaşı Sachaen Little Feather’ı gönderdi. Little Feather, burada bir bildiri okuyarak Kızılderililerin haklarını savundu.

Genç kadının bu açıklamasını salondakilerden bir kısmı yuhaladı, bir kısmı alkışladı.

Kızılderililerin hakları için 1960’lı yılların başından itibaren çok uğraşmıştı.

Marlon Brando, “tecavüz ve adam kaçırma” suçları nedeniyle 1948 yılında tutuklanmış gangster Carly Chessman’ın asılacağı 2 Mayıs 1960’da, onunla temas etmiş ve hayatını beyaz perdede canlandırmak istemişti.

Carly Chessman, cezaevinde iken “2455 Nolu Hücre” adında bir kitap yazmıştı.

Marlon Brando, bir film çekimi için gittiği Londra’da, 21 Şubat 1964’de yaptığı açıklamada, ırk ayrımını ortadan kaldırmak amacıyla milletlerarası bir yıldızlar örgütlenmesi kurulduğunu, açıklar. Bu örgütlenmenin isimsiz ve lidersiz bir örgütlenme olduğunu belirten Brando, “Sanki kendiliğinden bir çok yerlerde birden meydana çıkaverdi bu örgüt” demiştir.

Marlon Brando, örgütün üyeleri arasında Sir Laurence Olivier, Vanessa Redgrave, Sir C.P. Snow ve Françoise Sagan’ın da bulunduğunu açıklamıştır.

ANNESİ ve BABASI ONBİR YAŞINDAYKEN BOŞANMIŞTI

Marlon Brando, 3 Nisan 1924’de (Bazı belgelerde 1 Nisan olarak belirtiliyor. Hatta, Paris’te Son Tango filmindeki baş rol oyuncularından Maria Schneider, bu filmin çekimleri sırasında Marlon Brando’nun kendisine, 1922 doğumlu olduğunu söylediğini, sinema dünyasına adım atarken yaşını küçülttüğünü itiraf ettiğini, açıkladı), Dorothy Pennebaker Brando ile Marlon Brando’nun üçüncü çocuğu olarak, Nebraska eyaletinin Omaha kentinde doğdu.

Aile, iki asır önce ABD’ye gittiği zaman “Brandeoun” olan soyadını Brando olarak değiştirmişti. O nedenle gerçek adı “Marlon Brando Jr” idi.

Erkek çocuk olduğu için babası tarafından şımartılarak büyütülen Marlon, altı yaşında iken aile, İllionis kentine taşındı.

Marlon Brando, kentin tiyatrosunu yöneten alkolik bir anne ile kimyasal madde satan pazarlamacı ve alkolik bir babaya sahip olduğu için çocukluğu İllinois, Minnesota, California gibi değişik kentlerde dolaşarak, yaşayarak ve yalnızlık içinde geçti. İrlanda asıllı anne ile Fransız asıllı babası, Marlon Brando 11 yaşında iken boşandı.

Annesi, Jocelyn ile Frances adlı iki kızını ve Marlon’u alıp California’ya gitti. Annesi 1954 , babası 1965 yılında vefat etti.

DİSİPLİNE GELMEYEN BİR MİZACA SAHİPTİ 

1940 yılında, Minnesota’da yatılı bir askeri okula gönderilen Brando, disipline gelmeyen mizacı nedeniyle bu okuldan atıldı. Okulda iken okulun futbol takımında da oynamış, bir oyun sırasında dizini de kırmıştı. Sakatlığı nedeniyle İkinci Dünya Savaşı zamanında askere alınmamıştı.

Özgür hayatı seven Marlon Brando, okuldan atıldıktan sonra inşaat işçisi olmuştu. İki ay sonra bu iştende sıkılan Brando, New York’ta sanat ve tiyatro eğitimi alan ablalarının yanına gitti. Bir süre bir otelde asansörcü olarak çalışan Marlon, bir hafta geçmeden bu işinden de ayrılır ve New York caddelerinde avare avare dolaşmaya başladı.

Bu arada, tiyatro okuluna yazılır ve eğitim almaya başlar. Her zaman karşısındakileri taklid ederek alaya alan genç Marlon Brando, sanat dersleri almaya başladı.

Marlon Brando, sahnede ilk önemli rolünü, “I Remember Mama-Annemi Hatırlamıyorum” adlı tiyatro oyunundaki Nels rolünü oynayarak gösterdi. Daha sonra, “Hanele”, “Arzu Tramvayı”, “Candida” gibi tiyatro oyunlarında rol aldı.

Bu sırada, sahne arkasında çıkan bir kavgada burnu kırıldı. Kavgacı tavırları, serseri hareketleri ve acaip giyinişiyle hakkında çok dedikodu üretilmişti bu dönem için. Bu yaşantısıyla epeyi ünlenmişti.

Tiyatroda iken teklif edilen bir çok filmde oynamayı reddeden Marlon Brando, sinemaya, 1950 yılında, Fred Zinnemann’ın “The Men-Erkekler” filmiyle adım attı.

“HOLLYWOOD; KORKU ve ACGÖZLÜLÜĞÜN HÜKÜM SÜRDÜĞÜ BİR SINIR KENTİ”

Hollywood için, “Burası korku ve açgözlülüğün hüküm sürdüğü bir sınır kenti. Ama bana bir şey olmaz. Çünkü ben hiç bir şeyden korkmuyorum”, demişti.

Elia Kazan, Kayseri’den İstanbul’a göç etmiş bir ailenin 1909’da doğmuş oğluydu. Annesinin ismi Athena Şişmanoğlu, babasının ismi Ldgi Kazan’dı. Aile, 1911’de Berlin’e, 1913’te de, ABD’ye göçetti.

Elia Kazan, yazar Arthur Miller ve Lee Strasberg’in 1947’de kurduğu “Actors Studio-Aktörler Studyosu”dan oyunculuk dersleri almıştı.

Elia Kazan, 1951 yılında, “ABD aleyhtarı faaliyetlerde bulunduğu” gerekçesiyle sorguya çekildi. Bu sorgusunda çok sayıda sanatçıyı komünist diye devlete ihbar etti. Bu nedenle çok sayıda sanatçı işsiz kaldı ve tutuklandı.

KOMÜNİST PARTİSİ ÜYESİ OLDUĞU İDDİA EDİLİYORDU

Elia Kazan’ın ihbarcılık yaptığını  öğrendiği zaman Elia Kazan’ı hiç bir zaman affetmeyen ve ömür boyu ondan nefret eden Marlon Brando, “Viva Zapata” filminde, Merksikalı gerilla lideri Emiliano Zapata’yı, “Rıhtımlar Üzerinde” adlı filmde ise sendika ağalarına karşı koymaya çalışan bir liman işçisini canlandırmış ve bu rolüyle 1954 yılında Oscar Ödülü’nü almıştı. Marlon Brando, ödülü hiç umursamadığını kanıtlamak için ekose bir gömlekle gitmişti törene.

Bu onun, düzene başkaldırısını gösteriyordu. Böyle bir filmde rol almak, onun hayatının sonu olabilirdi. ABD Komünist Partisi üyesi olduğu iddia edilen Marlon Brando, böyle bir filmde rol alarak kendi geleceğini tehlikeye atmıştı.

Marlon Brando, herşeye rağmen kendi gücüyle ayakta kalmayı seçmişti ve kendi gücüyle ayakta kaldı.

“Vahşi Hücum” filminde de dönemin asi kuşağın genç liderini oynamıştı.

Marlon Brando, Elizabeth Taylor ve James Dean, “Giants” adlı filmde birlikte oynamıştılar.

Marlon Brando ile “Altın Bir Gözdeki Yansımalar” isimli filmde oynayan ve Beş yıldan sonra ilk defa kocasından ayrı başka bir erkekle film çeviren Liz Taylor, filmde, “aşka susamış bir subay eşini” canlardırmıştı.

Filmin konusu özetle şöyle idi:

“Elizabeth, şehvet dolu, aşka susamış bir kadındır. Kocası (Marlon Brando) ise aksine, cinsel bakımdan yetersiz ve kendisinden ayrılmaması için karısının başka bir erkekle sevişmesini teşvik eden birisidir. Karısına karşı cinsel yetersizliği olan koca, eşcinsel ilişkilerde bulunur ve yakışıklı bir erle ilişki kurar. Hatta, bu ilişki içinde daha sonra eri öldürür.”

Rock’ın Roll Kralı Elvis Presley, bir söyleşisinde şunları söylüyordu:

“İyi bir aktör olmak istiyorum. Sevdiğim iki aktör varsa biri Marlon Brando, diğeri James Dean’dir. Onlar gibi olmak istiyorum.”

Brando, 1967 yılında Türkiye’de yaptığı basın toplantısında bu filmi anımsatarak şunları söylemişti:

“Bir filmimde Elizabeth Taylor’u çırılçıplak soymuştum. Ancak benim için seks ve fizik önemli değildir. Böyle sahneler bana tesir etmez. Zekama güvenirim. Artık saçlarım da kırlaşıyor. İnsanlar ihtiyarlaştıkça daha olgun oluyorlar.”

“BABA”

“Baba” filmi, rekorlar kırdı çevrildiği dönem. Yapımcısına günde 1 milyon dolar kazandırıyordu.

“Rüzgar Gibi Geçti” filminden sonra ilk kez bir film büyük hasılata yol açmıştı.

Filmi seyretmek için herkes kuyruğa girmek zorunda kalıyordu.

Marlon Brando, 708 oyuncu arasında seçildi bu filmde oynamak için.

Bu rolü almak için Brando epey uğraştı. Çünkü, yapımcılar ücretsiz oynasa bile ona iş vermek istemiyordu o dönem. Kara listedeydi.

Marlon Brando, makyaj masasına oturarak 65 yaşında biri oldu. Bir başka isimle baş rolü oynayacakların elemelerine girdi.

Denemeye giren 708 oyuncudan 5’I son elemeye kaldığı zaman aralarında Marlon Brando da bulunuyordu.

Hiç kimse onu tanıyamamıştı.

Son sözü Martin Gosh söyleyecekti.

Çekilen deneme filmlerinden Marlon Brando’nun oynadığı ikinci deneme filmi gösterildiğinde Martin Gosh, sandalyesinden fırlayarak, “Tam o. Bunu istiyorum. Adı ne bu oyuncunun? Şimdiye kadar hiç görmedim bu oyuncuyu?” dedi.

Coppola bu oyuncunun Marlon Brando olduğunu söylediği zaman Gosh beyninden vurulmuşa döndü.

Gosh, Brando’ya 50 bin dolar ve filmden elde edilecek gelirden % 5 hisse vermeyi önerdi.

Brando için büyük bir öneriydi.

“Baba” filmindeki mafya babası oyunuyla iyice efsaneleşen Marlon Brando, yeniden doğmuştu “Brando İmparatorluğu” kurmuştu.

İmzası koleksiyonerler için her zaman bulunmaz parçalardan biri olarak kabul edildi. Örneğin, imzasının değeri çekin değerinden daha fazla değer taşıdığı kabul edildiği için yazdığı bazı çekler çoğu zaman paraya çevrilmedi.

“PARİS’TE SON TANGO”

Marlon Brando ile Maria Schneider, 1972’de, “L’ultimo Tango A Parigi-Last Tango in Paris-Paris’te Son Tango” isimli bir filmde oynadılar. Seks ve sevişme sahnelerinin bol olduğu bu filmin gösterimi o dönem, bazı ülkelerde yasaklandı, bazı ülkelerde ise seks sahneleri kesilerek oynanmasına izin verildi.

Filmin öyküsü kısaca şöyle:

Evlenme hazırlıkları içinde olan Parisli genç kadın Jeanne (Maria Schneider), Paris’te kiralık bir daire ararken karısı yeni intihar etmiş ABD’li Paul (Marlon Brando) ile kiralık olan aynı evde tesadüfen karşılaşır. Boş daireyi gezdikleri ve karşılaştıkları gün her ikisi aniden, tutkuyla sevişerek ilişkiye girerler. İlişki öyle aniden başlamıştır ki, birbirlerinin adları dışında da bir şey bilmezler. Marlon Brando (50) ile Maria Schneider (20), bu ilişkiden sonra Paris’teki bu boş kiralık eve her gün gider ve sürekli sevişirler.

Filmin sansür edilmemiş orjinalinde, her iki oyuncu da sevişme sahnelerinde çırılçıplak gözüküyorlardı. Ayrıca, Marlon Brando, tereyağı yardımıyla  Fransız oyuncu Maria Scheneider ile anal birleşme yapmıştı.

“Paris’te Son Tango” filmini “Komünist” olduğu söylenen İtalyan yönetmen Bernardo Bertolucci tarafından çevrilmişti.

Filmin kadın baş rol oyuncusu Maria Schneider, Kasım 2001’de Türkiye’ye gelmişti.

Gazeteci Ahmet Tulgar, Maria Schneider ile söyleşi yaptı.

Ahmet Tulgar’ın “Çok gençtiniz. Bertolucci’nin komünistliği, fikirleri sizi etkiledi mi?” sorusuna Maria Schneider, şu yanıtı vermişti:

“Bertolucci bir komünistti ama hep sağcı bir herif gibi davrandı. Ben ona ‘havyar solcusu’ diyorum.”

Brando, 1994 yılında yazdığı anılarında, bu film için, “Hâlâ, Paris’te Son Tango, filminin neyle ilgili olduğunu anlamadım” dedi.

FİLM ŞİRKETİ KURDU

1976 yılında Marlon Brando ile Jack Nicholson’un baş rollerini paylaştığı “Missouri Tepeleri” filmi çekildi. Marlon Brando bu filmde acımasız bir kiralık katili canlandırıyordu.

Marlon Brando’nun rol aldığı diğer filmlerinden bazılarının ismi şöyledir:

“Arzu Tramvayı”, “Rıhtımlar Üzerinde”, “Viva Zapata”, “Yatak Hikayesi”, “Sayanora”, “Genç Aslanlar”, “Tek Gözlü Jack”, “Hong Kong’lu Kontes”, “Kaçaklar”, “Gece Gelen Adam”, “Bebekler ve Delikanlılar”, “Çayhane”, “Dağların Aslanı”, “Çirkin Amerikalı”, “Superman”, “Kuru Beyaz Bir Mevsim”, “Denizde İsyan”, “Doktor Moreau’nun Adası”, “Julius Ceasear”, “Kıyamet.”

“Annemin Şarkıları” isimli bir kitabı bulunan Marlon Brando, sayısız ödül almıştı.

“Viva Zapata” filmindeki rolüyle, Cannes Film Festivali’nde “En İyi Aktör Ödülü” aldı.

“Rıhtımlar Üzerinde” ve “Baba” filmlerindeki rolleriyle iki kere “Oscar Ödülü kazandı.

Bir ara, babasının da hissedar olduğu “Penne Baker” adlı kendi film şirketini kurdu. 1959 yılında çektiği “Tek Gözlü Jack” adlı film Marlon Brando’nun ilk yönetmenlik yaptığı filmdi.

Bir yazar ile evli olan ablası Jocelyn de Holwood’ da bir kaç film çevirmiştir. Diğer ablası Frances’te bir aktörle evlenmişti.

KENDİSİNİN BİLE HATIRLAMADIĞI SAYISIZ KADINLA İLİŞKİSİ OLDU 

Gözleri maviydi. Yakışıklıydı. Ünlüydü. Marlon Brando’nun sayısız kadın arkadaşı oldu. Kadın arkadaşları ile yaşadığı ilginç iki olay şöyle idi.

Bir film çekimi için Fransa’da bir süre kaldığı zaman, küçük bir balıkçı kasabasında tanıştığı Josane Mariani Berenger ile nişanlandığını ilan etti. Gazeteler günlerce bunu haber yaptı. Marlon Brando’nun nişanlısı Mariani hiç tanınmamış birisiyken birdenbire ünlü birisi olmuştu. Gazetelerde bunu fırsat bilip Maria’nın ağzından sürekli açıklama alıyorlardı. Bundan rahatsız olan Marlon Brando, sonunda nişanı bozduğunu belirtti.

Marlon Brando, ABD Başkanının dul karısı Jacqueline Kennedy ile 1964 yılının Ocak ayında Washington’da bir restaurantta yemek yerken görüldü. Bu daha sonra Jacqueline Kennedy’in sekreteri tarafından doğrulandı.

Marlon Brando, resmi anlamda üç evlilik yaptı. Tarita Teriipa, Meksika’lı aktrist Movita Castenada ve Hint asıllı olduğu söylenen Anna Kashfi adlı kadınlarla evlendi.

Anna Kashfi ile evliliğinden ilk çocuğu Christian Levi, 11 Mayıs 1958’de doğdu.

Anna Kashfi, Brando ile evliliklerini “Kahvaltıda Brando” adlı anı kitabında anlatmıştı.

Marlon Brando’nun toplam dokuz çocuğu oldu. Petra Barrett adında bir çocuğu da evlat edindi. Evlatlığı Brando ailesinin 1976-2001 döneminde özel asistanı Caroline Barrett’in kızıydı.

Sayısı bilinmeyen kadar kadınla ilişki kurduğu için bir çok gayrimeşru çocuğu olduğu hakkında dedikodular üretildi.

Hatta, daha önce beş kadının iddia ederek mahkemeye başvurduğu gibi, altıncı bir kadın, 1964 Nisan ayında, mahkemeye başvurarak, çocuğunun babasının Marlon Brando olduğunu iddia etti.

“Gemide İsyan” isimli filmi çevirirken tanıştığı Tahiti’li Tarita Tariipia adlı kadınla üçüncü evliliğini yaptı ve 1966’da 267 bin dolar ödeyerek Tahiti’de “Tetiaroa” adlı bir mercan ada satın aldı.

Bu adayı satın alırken şunları söylüyordu:

“Bundan sonra artık bir yazar olmak istiyorum. Şimdiye kadar yapmak istediklerimin hepsini yaptım. Bunun için de sinemadan ayrılmaya ve bir adada tek başıma yaşamaya kararlıyım.”

Tahiti’de uzun süre yaşadı.

OĞLU, ÜVEY KIZKARDEŞİNİN KOCASINI ÖLDÜRDÜ

İlk karısı Anna Kashfi’de olan oğlu Christian Levi, üvey kızkardeşi Cheneyne’nin sevgilisi Dag Drollet’i, hamileyken ona kötü davrandığı için 1990 yılında öldürdü. Christian, yargılandı, 10 yıl hapis cezasına çarptırıldı ve hapis yattı.

Kızı Cheyenne, bu olaydan beş sene sonra 1995 yılında intihar etti.

Marlon Brando, oğlunu kurtarmak için büyük paralar ödedi.

OYUNCULUK LÜZUMSUZ BİR MESLEK

Kalp, şeker gibi hastalıklarla uğraştı. Kilosu 173’e kadar çıktı. Tekerlekli sandalyeye mahkum oldu. Oksijen tüpü ile nefes alabiliyor ve hemşiresiz kalamıyordu.

Marlon Brando, 1 Temmuz 2004 Perşembe günü, Los Angeles’te bir hastahanede akciğer yetmezliğinden yaşamını yitirdi. Ateist olduğunu söyleyen Brando’nun cesedi yakılmış ve 17 Temmuz 2004 Cumartesi günü, sadece ailesinin katıldığı bir tören yapılmıştı.

Yalnızca para için sinema oyunculuğu yaptığını söyleyen ve sık sık, “Oyunculuk lüzumsuz bir meslek” diyen sinema tarihinin gelmiş geçmiş en iyi oyuncularından Marlon Brando’nun adı, belkide bundan sonra, sinema tarihinde Marlon Brando’dan önce Marlon Brando’dan sonra gibi bir değerlendirmeye yol açacaktır.

TURHAN FEYİZOĞLU -24-08-2019 - İSTANBUL -BEYKOZ