Soğuk Savaş Dönemi’nde Türkiye Dışında Yaşayan Türklere Bakış

Soğuk Savaş Dönemi’nde Türkiye Dışında Yaşayan Türklere Bakış; ‘Esir Milletler/Türkler Haftası’ Etkinlikleri (1959-1991) 
A View of the Turks Outside Turkey during the Cold War; Captive Nations/Turks’ Week Activities (1959-1991) 
Ersoy ZENGİN 

Özet 1959 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nde ilan edilen Esir Milletler Haftası Kanunu’yla Sovyet emperyalizmi altında yaşayan milletlerin bağımsızlığına çalışılacağı ilan edildi. Bu gelişmeyle birlikte Batı Bloğunda yer alan Türkiye’de Dış Türkler konusu daha geniş bir platformda işlenmeye başlandı. Konuyla ilgilenen aydınlar Asya ve Afrika’da sömürgeciliğin bittiğini, bağımsızlığını kazanamamış toplulukların başında Türklerin geldiğini dile getirerek Esir Milletler Haftası’nın Türkiye’de Esir Türkler Haftası olarak kutlanması gerektiğini ileri sürdüler. Esir Milletler Haftasıyla Türk toplumu, Türkiye dışında yaşayan Türk topluluklarını tanıma imkânını elde etti. Her yıl temmuz ayının üçüncü haftası Türkiye dışında yaşayan Türklere ayrılmaktaydı. Dolayısıyla konuya yer veren gazete ve dergiler incelendiğinde, Soğuk Savaş Dönemi’nde Türk Dünyası’nda yaşanan gelişmeler, Türk kamuoyunun konuya bakışı ve Türk dış politikasında Dış Türklere yönelik izlenilen politikalar hakkında bilgi sahibi olmak mümkündür. Bu çalışmanın amacı Türkiye’de Esir Milletler Haftası etkinlikleri kapsamında Türk kamuoyunda ve Türk dış politikasında Dış Türkler meselesini ortaya koymaktır. Anahtar Kelimeler: Esir Milletler, Esir Türkler, Dış Türkler, Soğuk Savaş  Abstract With the Law of Captive Nations, declared in the U.S.A. in 1959, it was announced that the nations living under the yoke of Soviet imperialism would be assisted in attaining their freedom. With this development, in Turkey, siding with the Western Bloc, the issue of the Turks outside Turkey became a topic of discussion in a wider platform. Those intellectuals who were interested in the topic proposed that Captive Nations Week be celebrated as Captive Turks Week, claiming that colonialism in Asia and Africa ended and the Turks were the first nation among many others who could not gain their freedom. With the Captive Nations Week, the Turkish society had the possibility to know the Turks living outside Turkey better. The third week of every July was marked as the week of the Turks living outside Turkey. Therefore, it is possible to have a grasp of the developments in the Turkish World during Cold War era, the view of the Turkish public opinion on this issue and the Turkish foreign policies concerning the Turks living outside Turkey when the newspapers and the periodicals, which included this topic, are examined. The aim of this study is to present the issue of the Turks outside Turkey in the Turkish public opinion and Turkish foreign policy within the framework of the activities of the Captive Nations Week in Turkey.   Keywords: Captive Nations, Captive Turks, Outside Turks, Cold War 
                                                            Dr. Öğr. Üyesi, Munzur Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü, ersoyzengin@munzur.edu.tr  

1. Giriş; 1959 Yılına Kadar Türk Hükümetlerinin Türkiye Dışında Yaşayan Türklere Bakışı   
Türkiye, tarih boyunca Dünya Türkleri için ikinci vatan olarak görülmüştür. Hem Osmanlı döneminde hem de Cumhuriyet yıllarında, ülkelerini kaybeden Türklerin sığındıkları başlıca ülkelerden birisi Türkiye idi.  Çarlık Rusya’sının yıkılması ve yerine Sovyetler Birliğinin kurulması sürecinde yani 1917 yılından itibaren bağımsızlıklarını ya da muhtariyetlerini ilan eden Türk bölgeleri Sovyet işgaline uğradıkça siyasi kadrolar yurtlarını terk etmek zorunda kaldılar. Azerbaycanlı, Kuzey Kafkasyalı, Kırımlı, İdil Urallı ve Türkistanlı siyasi önderler Türkiye’ye sığındılar. Böylece 1920’li yıllarda Türkiye, Dış Türk mültecilerinin faaliyet gösterdiği bir ülke oldu. Türkiye’ye sığınan mültecilerin tamamına yakını Sovyetler Birliği’nin işgali altındaki topraklardan geldiler. Türkiye’ye sığınan bu liderler ülkelerinin bağımsızlığını Sovyetler Birliğinin parçalanmasında görüyor ve bu doğrultuda siyasi faaliyet yürütüyorlardı. (Andican, 2003: 289-290). Ancak yürütülen faaliyetler sınırlıydı. Nitekim Batılı devletlerle savaşmakta olan Türkiye, ortak düşmana karşı birlikte hareket etme mecburiyetindeydi. 16 Mart 1921 tarihinde Türkiye-Sovyet Rusya Dostluk ve Kardeşlik Andlaşması imzalandı. Bu andlaşmayla her iki ülke karşılıklı olarak muhalif hareketleri desteklememeyi kararlaştırdı. (Soysal, 2000: 34).  Bu maddeyle Türkiye, Ermenistan ve Gürcistan gibi Sovyet Cumhuriyetlerinden gelen toprak taleplerini ve Moskova’da yoğunlaşan İttihat Terakki liderlerinin faaliyetlerini önlemeyi amaçladı. Sovyetler ise Azerbaycan, Kuzey Kafkasya, Kırım, İdil Ural ve Türkistan gibi bölgelerden Türkiye’ye sığınan mültecilerin siyasi faaliyetlerini engelleme amacını güttü. Ancak her iki devlet de birkaç yıl bu maddeyi uygulamaya koymadı. (Andican, 2003: 290). 1922 yılında Türkiye’ye gelen Azerbaycan Cumhuriyeti sabık Devlet Başkanı Mehmet Emin Resulzade, 1923 yılında Muhaceretteki Milli Azerbaycan hareketinin yayın organı olan “Yeni Kafkasya’yı” çıkardı. Yeni Kafkasya, Sovyet Rusya’nın İslam ve Türk Dünyası’na karşı istila ve mezalimine karşı bayrak açtı. Yeni Kafkasya, Çarizm’e karşı olduğu gibi Bolşevizm’e de karşıydı. Türk hükümetleri 1927 yılına kadar Azerbaycan Milli Merkezine yardım etti. 1927 yılında Sovyet Rusya’nın baskısıyla Yeni Kafkasya’nın yayın hayatı sonlandı ve Mehmet Emin Resulzade Türkiye dışına çıkmak zorunda kaldı. (Şimşir, 2012: 61-70).  
Dış Türk kadrolarının Türkiye’deki çalışmaları Sovyet yönetimini rahatsız etti. Sovyet hükümetinin talepleri neticesinde 1931 yılında Yeni Türkistan, Odlu Yurt, Bildiriş dergileri Türk hükümetince kapatıldı. Böylece İstanbul’daki faaliyetler son buldu ve 1932’den itibaren Avrupa dönemi başladı. 1932 yılında Berlin’de İstiklal gazetesi yayın hayatına girdi. 1934 yılında Sovyetler Birliğinin Milletler Cemiyetine üye olarak kabul edilmesinin mülteciler için olumsuz sonuçları oldu. Yurt dışında yayın yapıp Türkiye’ye gönderilen Türkistan Milli Birlik Komitesi yayını Yaş Türkistan ve Azeri Türklerinin yayın organı İstiklal dergisi 1934 yılında Sovyetler Birliğiyle Türkiye’nin ilişkilerini bozduğu gerekçesiyle Türkiye’ye girişi yasaklandı. İstiklal gazetesi yoğun bir muhacir 
  
kitlesinin yaşadığı Türkiye’ye girişini sağlayabilmek için isim değişikliğine giderek 1934 yılından itibaren Kurtuluş ismiyle çıkmaya başladı. (Mehmetzade, 1991: 181-182). 
Mustafa Kemal Atatürk Türk Dünyası’yla kültürel birlik sağlamak istiyordu. Bunun için Türkiye’de konuşulan Türkçenin bütün Türk âleminde anlaşılmasına gayret gösterdi. Güneş-Dil teorisi, dil ve tarih alanındaki çalışmalar kültür birliğinin sağlanması yönünde atılmış adımlardı. (Cılızoğlu, 2007: 64). Mustafa Kemal Atatürk, Balkan (1934) ve Sadabad (1937) Paktlarıyla Türk soydaşların yoğun olarak yaşadığı bölgelerde Türkiye’nin etkinliğini artırdı. Türkiye dışında kalmış Türk topluluklarından öğrencilerin Türkiye’de öğrenim görme imkânını sağladı. Soydaşların milli kimliklerini korumaları yönünde girişimlerde bulundu.  Mustafa Kemal, 1933 yılında yaptığı bir konuşmasında Sovyetlerin bir gün dağılacağına işaret ederek buna karşı hazırlıklı olunması gerektiğini bildirdi. (Karakoç, 2004: 210-214). 
Türkiye ile komşu olan İran’da milyonlarca Türk yaşamaktaydı. İran Şahı Türkçe gazete ve dergileri yasakladığından buradaki Türklerin kültürel ilerlemesi sağlanamıyordu. Tebrizlilerin Türkiye’den gazete istekleri Atatürk tarafından olumlu karşılanmadı. Nitekim Şah’ın memurları gizlice ülkeye sokulan gazeteleri fark ederse hem buradaki soydaşlara baskı artmış olur hem de Türkiye-İran ilişkileri bozulmuş olacaktı. Atatürk, Doğu Anadolu’da; Van’da kurulacak bir üniversite ile milli sınırlar dışında kalmış soydaşlarla bağlantı kurmayı düşünüyordu. Eğer Van’daki üniversite bilim ve ileri teknoloji üretirse soydaşlar muhakkak surette buraya gelir ve kültür birliği için uygun ortam bu şekilde sağlanmış olurdu. (Küçük, 2008: 173). 
Türkiye’de faaliyet gösteren mülteci liderler Türkiye’nin dış politikasını olumsuz yönde etkileyebilecek davranışlardan özellikle kaçınıyorlardı.  Ancak Türkiye’de bulunmaları bile Sovyetler Birliği ve İran tarafından hoş karşılanmıyor ve çeşitli vesilelerle bu kişilerin faaliyetlerinin önlenmesi ve Türkiye’den çıkarılması noktasında girişimlerde bulunuyorlardı. (Şimşir, 2011: 326-327). 
Sovyetler tarafından vatanlarından sürgün edilen siyasi liderler 1928 yılından itibaren bağımsızlık kazanmak emeliyle Milli Merkezler kurdular. 1930 yılında Varşova’da faaliyet göstermeye başlayan Promete, Sovyetlerdeki Rus olmayan milletleri bir çatı altında toplayan bir organizasyondu. Promete hareketi, Polonya’yı Rus ve Alman işgalinden korumak için Mareşal Josef Pilsudski tarafından kuruldu. Polonya hükümetinin Dışişleri Bakanlığına bağlı olarak çalışan Promete, Polonya’dan maddi ve manevi destek görmekteydi. Promete kulübünde İdil-Ural, Türkistan (Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan ve Tackistan), Azerbaycan, Kuzey Kafkasya, Kırım, Ukrayna, Belarusya, Gürcistan ve İngirmanlandiya (Karelya) komiteleri faaliyet göstermekteydi. Ermenistan, Türk ve Müslümanların bulunduğu bu teşkilata mesafeli durdu. Promete’de İdil-Ural Merkezini; Ayaz İshaki, Türkistan Merkezini; Mustafa Çokayoğlu, Kırım Komitesi’ni; Cafer Seydiahmet, Azerbaycan merkezini; Mehmet Emin Resulzade, Kuzey Kafkasya Merkezini; Şeyh Şamil’in torunu Said Şamil temsil etmekteydi. (Akış, 2002: 28). 

İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte Promete hareketi içinde yer alan Türk liderler Sovyetler Birliği’nin parçalanacağını ve yeni devletlerin kurulacağına inanıyorlardı. Rusya’nın 1917 yılında parçalanması esnasında bağımsızlık kazanma yolunda Türk kavimleri hazırlıksız yakalanmıştı. Ancak şimdi Türk ilinin istiklal davası için kadrolar hazırdı. (Ülküsal, 1999: 256-257). Esir Türk Dünyası’nın uzun zamandan beri beklediği Alman-Rus Savaşı başlamıştı. 1941 yılında Almanlar Barbarossa harekâtıyla Sovyet Rusya içlerine yaptıkları ileri harekâtta bir milyon Türkistanlı Sovyet askerini esir aldılar. Polonya’daki esir kamplarına götürülen Türkistanlı esirler hastalık ve açlıktan ölüme terk edildiler. Esirlerin yarısı burada hayatını kaybetti. Paris’te bulunan Türkistan Milli Birlik Komitesi lideri Mustafa Çokay ve Berlin’de bulunan Veli Kayyum Han Alman hükümetinden esir kamplarını gezme izni alarak Türkistanlıların korkunç yaşam şartlarını gördüler. Çokay ve Kayyum Han, Doğu Ülkeleri Bakanlığı’nı (Ostministreum) Türkistanlı harp esirlerinin Almanların yanında savaşabileceklerine ikna ettiler. Mustafa Çokay kampları gezerken tifüse yakalanarak hayatını kaybetti. Böylece bütün faaliyetleri Veli Kayyum Han organize etmeye başladı. Kayyum Han’ın teklifini ancak 200.000 kadar Türkistanlı kabul etti. Çünkü Türkistanlı esirlerin birçoğu hayatını kaybetmişti. Veli Kayyum Han başkanlığındaki Türkistan Milli Birlik Komitesi başlangıçtan beri Almanların Türkistan’ın bağımsızlığını kabul etmeleri için çalıştı. Ancak Türkistanlılar bu savaşta Sovyetler Birliği ve Almanya arasında piyon olmaktan ileri gidemediler. Çünkü Almanya da Sovyetler gibi Türk bölgelerini sömürge yapmak emelindeydi. (Caroe, 1975: 342-346). 
Türk hükümeti savaş boyunca tarafsızlık politikasını uygulasa da Türkiye’den bazı çevreler Almanlarla yakın ilişki içindeydi. 1941 yılının ikinci yarısında ve 1942 yılının ilk aylarında Berlin ve Ankara’da yarı resmi ve resmi olmayan temaslar gerçekleşti. Almanya’nın Ankara Büyükelçisi Von Papen ve bazı dışişleri görevlileriyle Tatar kökenli H. Emir Erkilet bir dizi görüşmede bulundular. Çınaraltı gibi Pan-Türkçü dergilerde yazılar yazan General Ali Fuat Erden, Enver Paşa’nın kardeşi Nuri Killigil de aynı çevrenin içindeydi. Nuri Killigil Almanlara Kırım, Azerbaycan, Türkistan, Kuzeybatı İran ve Kuzey Irak’taki Türkler için bağımsız devletler kurulmasını teklif ediyordu. (Landau, 1999: 166-167). 
1943-1944 yıllarında Türkiye’deki Dış Türkleri olumsuz yönde etkileyen olaylar yaşandı. Faris Erkman imzalı “En Büyük Tehlike! Milli Türk Davasına Aykırı Bir Cereyanın İçyüzü” başlıklı broşürde Türkiye’deki Turancı akımın Türkiye’yi savaşa sürüklediğini, hükümetin izlediği Kemalist politikayla ters düştüğünü, vatandaşları böldüğünü ve Cumhuriyeti yıkmayı amaçladığını yazdı. Turancı akımın arkasında dış güçlerin bulunduğu, Turancıların kukla görevinde olduğu iddia edildi. Yazara göre, Turancı akım ırkçı ve Kemalizm düşmanıydı. Bu akım CHP ve hükümete karşıydı, savaş taraftarı ve diktatörlük yanlısıydı. İrredentalist politikalar gütmekteydi. Bunlar Nazi ırkçılığının propagandasını yapmaktaydı. (Koçak, 2013: 212-213). Faris Erkman imzalı broşüre göre; bu cereyanın arkasında Tatar ve Azeriler vardı. Bu grubun içinde General Emir Erkilet, Peyami Safa, Nihal Atsız, Yusuf Ziya Ortaç, Orhan Seyfi Orhon bulunmaktaydı. Çınaraltı, Bozkurt, Gök Börü gibi 
3. TÜRKİSTAN KURULTAYI 
165  
dergiler Türkiye’yi savaşa sokmak istiyordu. (Oran, 1969: 252). Bu yazıyla ilgili olarak Mecliste açıklama yapan Hariciye Vekili Numan Menemencioğlu’na göre Türkiye’de Turancı bir akım yoktu. Türkiye’nin sınırları dışında yaşayan Türklere sadece şans ve mutluluk dileyebileceğini bildirdi. Hükümetin Türkiye dışındaki Türklere yönelik bir politikasının olmadığını ve Türkiye’de ırkçılık politikasının güdülmediğini ifade etti.  1943 yılının ikinci yarısında Turancılık tartışmaları başlamıştı. Resmi çevreler Doğu dergisine sempatiyle yaklaşmaya devam ettiler. CHP Genel sekreteri Memduh Şevket Esendal, Genel Kurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak, Gümrük ve İnhisar Vekili Suat Hayri Ürgüplü, Milli Müdafaa Vekili Korgeneral ve eski İstanbul Sıkıyönetim Komutanı Ali Rıza Artunkal imzalı fotoğraflarını dergiye gönderdiler. CHP’nin Altıncı büyük Kurultayında Başvekil Şükrü Saraçoğlu konuşmasında “Türküz, Türkçüyüz ve her gün biraz daha Türkçü olacağız” demişti. (Koçak, 2013: 216-227). 
1 Mart ve 1 Nisan 1944 tarihlerinde Nihal Atsız, Orhun dergisinde Başvekil Şükrü Saraçoğlu’na yazdığı iki mektupta artan sol eğilimlerden ve gizli faaliyetlerden şikâyetçi oldu. İkinci açık mektubunda Sebahattin Ali, Pertev Naili Boratav, Sadrettin Celal Antel, Ahmet Cevat Emre, Niyazi Berkes, Behice S. Boran, Muzaffer Şerif Başoğlu’nu solculukla suçladı. Bunun üzerine Orhun dergisi kapatıldı. Sabahattin Ali, Nihal Atsız aleyhine hakaret davası açtı. Dava 26 Nisanda başlayarak olaylı devam etti. Mahkeme sonucunda Nihal Atsız dört ay hapis cezası ve 66 TL para cezasına mahkûm olsa da cezası tecil edildi. Ancak duruşmalar sırasında meydana gelen olaylar ve Ulus gazetesindeki Anti-Turanist yazılar nedeniyle var olan Turancı akım karşıtı yazılar hız kazdı.  Çınaraltı, Büyük Doğu ve Kopuz gibi sağcı yayınlar kapatıldı.  
Irkçılık-Turancılık Davasına 7 Eylül 1944’te başlandı. 23 sanık arasında: Reha Oğuz Türkkan, Nihal Adsız, Zeki Velidi Togan, Nurullah Barıman, İsmet Tümtürk, Zeki Özgür, Cihad Savaş Fer, Hamza Sadi Özbek, Fehiman Altan, Necdet Sancar, Orhan Şaik Gökyay, Hikmet Tanyu, Fethi Tevetoğlu, Alparslan Türkeş, Cebbar Şenel vardı. 29 Mart 1945 te sonuçlanan davada 10 kişi 10 yıla kadar çeşitli hapis cezası aldı. Ancak karar Askeri Yargıtay tarafından bozuldu ve ikinci yargılama sonucunda 31 Mart 1947 tarihinde bütün sanıklar beraat etti.  Irkçılık-Turancılık davası Türk-Sovyet ilişkilerinin gelişimiyle yakından ilgiliydi. 1944 yılının Mayıs ayında Sovyetlerle ilişkilerin düzelebileceğine dair bir umut vardı. Oysa beraat tarihi olan 1947 yılında Türk-Sovyet ilişkileri tamamen bozulmuştu. (Koçak, 2013: 228-230). 
1945 yılında Almanya savaştan yenik ayrılınca Türkistan ve Kafkasyalılardan oluşan lejyonlar, İngiliz ve Amerikan askerlerine teslim olmaya başladılar. Bunlardan çok azı saklanmayı ve kendilerini başka milletten göstermeyi başardı. Kırım Tatarlarından üçte biri kadarı kendilerini Türkiye vatandaşı gibi göstermeyi başararak Batı’da kalabildi. Teslim edilen lejyonerlerin sayısını kesin olarak tespit etmek mümkün değildi. Sadece Kafkasyalılardan teslim edilenlerin sayısı 100.000’den fazlaydı.  (Mühlen, 2006: 255-256). Lejyonerlerden Türkiye’ye sığınanlar da olmuştu. Bunlar milliyetlerine göre ayrı kamplara konuldular. Rus mülteciler Yozgat’a Türk Mülteciler de Ege’de bulunan kamplara 

götürüldüler. Rusya vatan haini olarak gördüğü mültecilerin teslimini ısrarla istedi. Türkiye’ye sığınan 237 mülteciden 195’i 6 Ağustos 1945 tarihinde Tıhmıs kapısından Sovyetlere iade edildi. Ruslara teslim edilen mülteciler Doğu sınırında öldürüldüler. (Türkiye Büyük Millet Meclisi Tutanak Dergisi, 18.08.1951: 204). 
İkinci Dünya Savaşının sona ermesiyle birlikte dünya yeniden barış dönemine girmiş Türkiye’de çok partili demokratik hayat başlamıştı. Türkiye’de çok partili hayata geçişle birlikte Rusya mahkûmu Türklerin muhaceretteki kadroları daha rahat çalışma imkânını elde ettiler. (Şimşir, 2012: 79). 
1940 ile 1950 yılları arasında devam eden İsmet İnönü döneminde Sovyet tehdidinden dolayı Dış Türklerin Türkiye’deki temsilcilerine mesafe konuldu. Demokrat Parti iktidarıyla birlikte muhacir Dış Türk liderleri önemsenmeye başlandı. Bu dönemde Sovyet ve Çin emperyalizminden kaçan birçok muhacir Türkiye’ye yerleşti. (Akış, 2002: 56). Afganistan’dan Türkiye’ye muhacir olarak gelmek istedikleri halde, hem savaş koşullarının yarattığı sebepler hem de İnönü hükümetlerinin soydaş iskânına olumsuz yaklaşımı sebebiyle bu istekleri gerçekleşmeyen Türkistanlılar 1952 ile 1954 arasında birkaç kafile halinde Adana, Ceylanpınar, Nazilli, Akşehir gibi bölgelere yerleştirildiler. Bu göçmenlerin bir kısmı sonradan İstanbul’a göç etti. 1952 yılında Bakanlar Kurulu kararıyla 1.805 Türkistanlı muhacirin iskânlı olarak yerleştirilmesi kabul edildi. (Andican, 2003: 668).  
Amerika Birleşik Devletleri 1950’li yılların başında Sovyet karşıtı güçleri bir araya toplayabilmek için “Rusya Halklarını Kurtarmak İçin Amerikan Komitesi” adı altında bir teşkilat oluşturdu. Bu teşkilat Sovyetler Birliği bünyesindeki bütün milliyetlerin mültecilerini bir araya getirerek geniş bir cephe oluşturacaktı. Oluşturulacak blokun başına 1917 Ekim ihtilali sırasında Rusya’yı yönetmekte olan Sosyal Demokratların lideri Aleksandr Kerenski geçti. Bu teşkilat Rus olmayan milletlerin Sovyetler Birliği’nden ayrılmasını felaket olarak görmekteydi. Bağımsızlık için çabalayan gayrı Rus milliyet temsilcileri bunu kabul etmeyerek teşkilata dahil olmadılar. (Andican, 2003: 633-635). 
Çar Emperyalizminin yerini alan Komünist emperyalizmin iç yüzü İkinci Dünya Savaşı sonrasında iyice gün yüzüne çıktı.   Bu doğrultuda komünizme karşı teşekküller oluştu. Atılan adımlardan bir tanesi 1950 yılında Münih’te Amerikan Kurtarma Komitesi tarafından kurulan “Sovyetler Birliğini Öğrenme Enstitüsü” oldu. Bir diğeri Sovyetler Birliğinden kaçmak zorunda kalan Ukraynalı, Gürcü, Beyaz Rus ve Kafkasyalı mülteciler tarafından Mart 1953’te kurulan “Paris Bloku” dur. Sonradan İdil-Urallılar, Türkistanlılar, Kırımlılar ve Kazaçiler de bu bloka dahil oldular. 1955 yılında “Paris Bloku” “SSCB’den Kurtulacak Milletler Birliği” ismini aldı. (Babakuran, 1962: 25-27). 
1953 yılında kurulan Paris Bloku, Promete hareketinin devamıydı. ABD tarafından desteklenmekle beraber bu destek oldukça sınırlıydı. ABD yöneticileri Avrupa’da faaliyet gösteren çeşitli Rus örgütlerinin tesiri altında kalmışlardı. ABD ve Yahudi lobisi Rusya’nın bölünmesini 
3. TÜRKİSTAN KURULTAYI 
167  
istemiyordu. Komünist Rejimin yıkılması onlar için yeterliydi. Oysa Rus olmayan milletler komünizm rejimin yıkılması yanı sıra gelecekte, hak, hürriyet, adalet ve milli bağımsızlıklarını istiyorlardı. (Akış, 2002: 30-31). 
2. Soğuk Savaş Dönemi’nde Türk Dünyası’nda Yaşanan Gelişmeler ve Türkiye 
Çeşitli ülkelere yaşamakta olan Türkler Soğuş Savaş Dönemi’ndeki ideolojik çatışmalardan etkilendiler. Bu dönemde Ortadoğu ve Balkanlarda yükselişe geçen komünizm etnik Türk azınlığı olumsuz yönde etkiledi.   Irak’ta, 14 Temmuz 1958’de General Abdülkerim Kasım’ın öncülük ettiği darbe başarılı oldu. Kral II. Faysal, kralın amcası Prens Abdülillah, Nuri Said Paşa ve kraliyet ailesinin tamamına yakını öldürüldü. Oluşturulan yeni anayasada, öncekilerin aksine, Irak’ın altıda biri kadar bir nüfusa sahip olan Türkmenlerden bahsedilmiyordu. Yeni anayasadaki bu emrivakiyi Türkiye protesto etmedi. Türkmenler için Irakla ilişkilerin bozulmasını istemeyen Menderes hükümeti General Kasım hükümetine dost elini uzattı. Türkiye’nin yardım elini uzatmadığı sahipsiz Türk azınlıktan birçok kişi Kasım Hükümetinin göz yummasıyla 14 Temmuz 1959’da Mustafa Barzani’ye bağlı Komünist Kürt gruplarınca katliama uğradı. Bu olay Iraklı Türkmenlere kendi hukuklarını koruma konusunda yalnız olduklarını gösterdi. (Koçak, 1999: 7-10). 1955’de İran, Irak ve Türkiye arasında imzalanan Bağdat Paktına göre ülkelerin birinde yapılmış müdahale öteki iki ülkeye yapılmış olarak kabul edilmişti. Yani 14 Temmuz darbesine karşı Türkiye’nin Irak’a müdahale etme hakkı bulunmaktaydı. Ancak Türkiye, Türkmenlerin siyasi ve kültürel davalarına kayıtsız kalma politikasını sürdürdü. Darbeden bir yıl sonra Türkmenler katliama uğradı. (Öztürkmen, 1999: 27). Tutsak Milletler Haftasının ilan edildiği yılda Irak’taki Türkmenler katliama uğramışlardı. Bundan sonraki yıllarda Kerkük’teki Türkmen katliamı Esir Milletler haftasında her yıl dile getirildi. 
Sovyetler Birliği, Esir Milletler Haftası Kanunu’nun lağvedilmesi için elinden gelen tüm gayreti gösterdi. 1962 yılında Birleşmiş Milletler Teşkilatının Genel Kurul toplantısında dünyada müstemlekeciliğin bitirilmesi için müzakereler başladığında bazı Batılı devletlerin vekilleri Esir Milletler konusunda da bir karar alınması için teşebbüste bulundular. Ancak bunda başarılı olamadılar. Müstemlekecilik lağvedilse de sömürgeciliğin farklı bir versiyonu olan Sovyet emperyalizmi altında yaşayan Esir Milletler için bir karar alınamadı. (Hergün, 16 Temmuz 1977: 7). 
Güney İran’ın Fars Eyaleti’nde yaşayan Kaşkay Türklerinin milli benliklerini korumuş olmaları İran hükumetini kaygılandırarak çeşitli dönemlerde tehcir ve iskân politikaları uygulamasına sebep oldu. Rıza Şahın 1930’da başlattığı iskân politikası başarılı olmadı. 1959’da kabul edilen toprak reformunun 1962’de uygulamaya konması Kaşkaylar’ın tepkisiyle karşılaştı. Bu uygulamayla kendilerinin asimile edileceğini düşünen Kaşkaylar isyan ettiler. İran Hava Kuvvetlerine mensup uçaklar 1963 yılının Mart ayında Kaşkay aşiretinin bulunduğu alanları bombaladı. İran hükümeti Kaşkaylar üzerine yaptığı askeri harekâtı, toprak ağalarının aşiret üyelerini Toprak Reformu Kanunu aleyhine kışkırtma, aşiretlerin silahlarını teslim etmeme ve ekimi kanuna aykırı olan haşhaş yetiştirme 

gerekçelerine dayandırdı. Bu gelişmeleri İran basınından aynen alıp yayınlayan Türk basını İran Hükümetinin askeri harekât gerekçelerini olduğu gibi kabul edip Kaşkay Türklerine yapılan asimilasyon politikalarını ve askeri harekâtı normal karşılamıştı. (Aksoy, 1980: 14-23). 
Stalin’in ölümünden sonra SSCB idarecileri ülkedeki milliyetlere bazı imkânlar tanıdı. Stalin döneminde sürgüne uğramış olan kavimlerden Kalmuklar, Çeçenler, İnguşlar, Karaçaylar ve Balkarlar’ın 1957 yılında yerlerine dönmelerine izin verildi. (Mühlen, 2006: 266).  Ancak Kırım bu imkândan mahrum kaldı. 9 Mayıs 1967 tarihinde Sovyet Yüksek Şûra Prezidyumu bir kararnameyle sürgündeki Kırımlıların affedilerek vatandaşlık haklarıyla itibarlarının yeniden iadesine karar verdi. Bunun üzerine sürgünden vatanlarına dönen Kırım Türkleri Prezidyum kararına rağmen Kırım’a yerleşmelerine izin verilmedi. (Cumhurbaşkanlığı Arşivi, 5 Aralık 1977). 
Suriye’de Bayırbucak, İlbeyli, Telkele (Talkalakh), Konaytra (Kuneytire) bölgeleriyle Reşit Eyaletinde yarım milyondan fazla Türk nüfus bulunmaktaydı. Suriye hükümeti azınlık Türk nüfusunu eritmek için Türk bölgelerine Arapları iskân etmekteydi. 1967-1968 Arap-İsrail savaşlarında Suriye ordusu İsrail ordusu karşısında duramayarak Konaytra (Kuneytra) bölgesinden çekildi. Bölge halkı bir hafta kadar İsrail ordusuna dirense de sonunda Şam ve Halep’e göç etmek zorunda kaldı. Göç eden Türklerin, Türkiye’ye sığınma talepleri kabul edilmedi. (Dış Türkler Raporu, 1978: 7-8). 1967-1968 Arap-İsrail savaşlarında Suriye hükümeti Arap nüfusunu tamamen silahlandırmıştı. Arap yerleşim yerlerine yakın olan Türk köylerinin can güvenliği kalmadığından 100 hane Türkiye’ye göç etti. Göç edenler uzun yıllar Türk vatandaşlığı alamadıklarından çocuklarını okutamamakta, evlendirememekte ve askere gönderememekte idiler. Vatandaş olamamanın manevi ezikliği Suriye’den göç eden soydaşları tamamen tesiri altına aldı. Suriye’de kalan soydaşlar üzerinde de Türkiye’ye güvenin sarsılmasına sebep oldu. (Şandır, 1980: 141). 
Bulgaristan’da önemli bir Türk nüfus bulunmaktaydı. Türk nüfusunun büyüklüğü Bulgar yönetimini endişelendirmiş ve asimilasyon politikasına hız vermiştir. Bulgar Komünist Partisi Merkez Komitesinin 17 Temmuz ve 1970 tarih ve 549 sayılı milliyet ve din değiştirme kararı, 14 Mart 1972’den itibaren yürürlüğe konuldu. Bu kararla birlikte Rodop’ta yaşayan Türkler bölgesel katliamlara uğradı. Bu katliamlardan Babyak, Yakurda, Belica ve Razloğ bölgelerinde binlerce Türk evlerini ve köylerini terk ederek kurtuldular. Bunlar daha sonra dağlık alanlarda yaşamlarını sürdürmeye çalıştılar. Bulgar makamları dağlardaki insanları indirmek için çağrı yaptı. Askeri uçaklarla bölgeye zehirli gazlar attı ve yüzlerce Türk hayatını kaybetti. (Yeniden Milli Mücadele, 23 Temmuz 1974: 8-10). Bulgaristan Türkleri, azınlık haklarından, insan haklarından, temel özgürlüklerden yararlanarak benliklerini ve azınlık statülerini koruma hakkına sahiptiler. Bulgaristan Türkleri, hiçbir zaman Bulgaristan’ın tek yanlı takdirine bırakılmadı ve iç işi olmadı. Bulgaristan ikili ve çok taraflı anlaşmalara imza koyarak yükümlülükler altına girdi. Türkiye Bulgaristan Türkleri üzerinde anlaşmalardan doğan haklara sahipti. (Şimşir, 1986: 365-385). 

Kıbrıs Türkleri yıllarca Rumların sistemli baskı ve zulümleri altında varlık mücadelesi verdiler. 15 Temmuz 1974 yılında Yunanistan Cunta hükümetinin desteğiyle Kıbrıs’ta Nikos Sampson, Rum Milli Muhafız teşkilatını da yanına alarak bir darbe gerçekleştirerek Kıbrıs Elen Cumhuriyetini ilan etti. Sampson’un darbesi Enosis yani adanın fiilen Yunanistan’a ilhakından başka bir şey değildi. Türkiye Cumhuriyeti Garanti Antlaşmasının 4. Maddesinin verdiği yetkiye dayanarak 20 Temmuzdan itibaren Kıbrıs’a asker çıkarmaya başladı. (Armaoğlu, 1995: 802). Kıbrıs Barış Harekâtıyla burada yıllarca zulüm gören Türkler imha edilmekten kurtuldular. Bu harekât hem Türkiye dışında yaşayan Türkler için hem de Türk dış politikası bakımından önemli bir hadisedir. Dış Türkler, gerektiğinde Türkiye Cumhuriyeti soydaşlarının hukukunu korumada cesur adımlar atabildiğini gördü. Kıbrıs harekâtı, dış politikada Türkiye dışında kalan Türkleri yok sayma ilkesinden vazgeçildiği anlamına gelmekteydi. (Yeniden Milli Mücadele, 17 Temmuz 1977: 6). Dış Türkler için sevindirici bir gelişme olan Kıbrıs Barış Harekâtının temmuz ayında gerçekleşmesi Esir Türkler Haftası etkinliklerinde geniş yer bulmasını sağladı. 
1974 Kıbrıs harekâtı sonrasında Yunanistan Lozan Anlaşması ve uluslararası anlaşmalara riayet etmeyerek Batı Trakya’daki Türk halkına baskılarını artırdı. Batı Trakya Türkleri en basit haklardan bile mahrumdular. Hâlbuki Batı Trakya’da uygulanan sindirme politikasına Türkiye’nin Türk azınlığı koruma hakkı bulunmaktaydı. Bunun yanında Batı Trakya’dan Türkiye’ye göç etmek zorunda kalmış soydaşların iskân sorunu bulunmaktaydı. Esir Türkler Haftası’nda hem iskân sorunu hem de Batı Trakya’da Türklerin asimile edilmelerini önlemek için Kültür Bakanlığı’nın harekete geçmesi dile getirildi. (Yeniden Milli Mücadele, 27 Temmuz 1976: 10). 
6 Temmuz 1978 tarihinde Pakistan’ın Karaçi şehrinde toplanan I. Asya İslam Ülkeleri Konferansına resmi davetli olarak Esir Türk illeri temsilcilerinden Kuzey Kafkasya Milli Merkezi Başkanı Sait Şamil, Doğu Türkistan Milli Merkezi Başkanı İsa Yusuf Alptekin, Kırım Milli Merkezi Konferans Delegesi Yusuf Uralgiray katıldılar. Burada 1944 yılından beri vatanlarından sürgün edilmiş olan Kırımlı Müslüman Türklerin çektikleri ıstıraptan duyulan üzüntü dile getirildi, Kafkasya’da, Azerbaycan’da, İdil-Ural’da Doğu ve Batı Türkistan’da yaşayan Müslüman Türklerin olumsuz şartlarda yaşamalarından duyulan endişe ifade edildi. Sovyetler Birliği ile Çin Halk Cumhuriyeti hükümetlerinden, istilaları altındaki Müslüman ülkeler halkları üzerinde yaptıkları baskının kaldırılması ve inanç hürriyeti talep edildi. (Hergün, 31 Temmuz 1978). 
1978 yılına gelindiğinde Bulgaristan’da yaşayan Türk azınlık üzerindeki baskılar şiddetle devam etmekteydi. Bulgar yönetimi 1980 yılına kadar Türk ad, sıfat ve unvanı taşıyan hiçbir fert bırakmama hedefindeydi. Bulgar Komünist Partisinin aldığı kararla 1970 yılından beri Türklere Bulgar isim alma, çocuklarının Bulgar öğretmenlerce yetiştirilecekleri kreşlere gönderme zorunluluğu ve Türkçe basın-yayın yasağı getirilmişti. 8 Haziran 1978’de Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’le Bulgaristan Devlet Konseyi Başkanı Todor Jivkov arasında temas gerçekleşecekti. Rodop Tuna Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği Genel Başkanı Murat Özrodoplu ve Genel Sekreteri Necati Hocaoğlu, Cumhurbaşkanlığına verdikleri muhtıra ile Bulgaristan’daki asimilasyona son verilmesi için müracaatta bulundular. Özrodoplu ve Hocaoğlu Bulgaristan’daki Türklere yapılanların Bulgar Anayasasına, Bulgar Komünist Partisinin tüzük ve programına, Marksist-Leninist diyalektiğe, Birleşmiş Milletler yasasının insan hakları maddelerine, Helsinki prensiplerine aykırı olduğunu dile getirdiler. Bulgaristan’ın Türkler üzerinde yaptığı uygulamaların bir iç mesele olmayıp “devletlerarası mesele” ve “devletlerarası suç fiili” teşkil ettiği ifade edilerek Türkiye’nin konuya müdahil olması gerektiğini ifade ettiler. (CA, 31 Mayıs 1978). 
1975 yılından itibaren Irak Hükümeti genel bir sindirme politikası başlatarak Türkleri Irak toplumu içinde asimile etmeyi amaçladı. Iraktaki BAAS rejimi, Bulgaristan’ın Türk azınlık üzerine uyguladığı yöntemi benimseyerek, okullarda Türkçe eğitimi kaldırdı, Kerkük’te bulunan kültür merkezini kapattı, sosyal ve ekonomik baskıyı artırdı. Irak Hükümeti, Türklerin elinde bulunan toprakları satın alarak Araplara dağıtıyor böylece Kerkük’te nüfus dengesi oluşturmak istiyordu. Irak’ta ticarette yükselebilmek ya da yüksek bir memuriyet elde edebilmenin yegâne koşulu BAAS’çı olmaktı. Rejim özellikle aydınları hedef alıyordu. BAAS rejiminin baskısı 1979 yılında zirveye ulaştı. (CA, 27 Nisan 1979). 
1979 yılında Kerkük’te 1,5-2 milyon kadar Türk yaşamaktaydı. Türkiye’ye eğitim için gelip yerleşen 1.000 civarında Kerküklü bulunmaktaydı. Okuldan mezun olanların % 90-95’i geri dönmekle beraber Türkiye’de eğitim gören Iraklı Türkmenler BAAS ajanlarınca yakından takip edilmekteydi. BAAS rejimi Türkiye’de öğrenim gören Irak vatandaşı olan Türkleri rejim aleyhine çalışan kişiler olarak görüyor ve Türkiye adına ajanlık yapmakla suçluyordu. 24 Nisan 1979 tarihinde Türkiye’de öğrenim gördükten sonra Bağdat Üniversitesinde görev yapan Prof. Dr. Necdet Nurettin Koçak ve 14 arkadaşı tutuklandı.  Türkiye’de bulunan Iraklı Türkmenlerden Doç. Dr. Ümit Akkoyunlu, Avk. Acar Oker ve İsmet Hürmüzlü 27 Nisan 1979 tarihinde Cumhurbaşkanı Genel Sekreteri Ü. Haluk Bayülken’i ziyaret ederek Irak’ta Türkmenler üzerinde uygulanan baskıdan dolayı kaygılarını dile getirdiler. Heyet, Nisan 1979 tarihinde tutuklanan Prof. Necdet Nurettin Koçak ve arkadaşlarının, adil bir şekilde yargılanmalarının mümkün olmadığını, temyiz hakkı bulunmayan Irak’ta, tutukluların ihtilal mahkemelerine sevk edilerek öldürüldüğünü dile getirerek yardım istedi. (CA, 27 Nisan 1979). Ancak tüm çabalara rağmen idamların önüne geçilemedi. 1980’yılında Prof. Necdet Nurettin Koçak’la beraber 22 Kerküklü Türk Irakta BAAS yönetimi tarafınca idam edildi. (Hergün, 23 Temmuz 1980: 1).  
Sovyetler Birliği 1979’da Afganistan’ı işgal ederek Kabil’de komünist bir hükumet kurulmasını sağladı. Sovyetler Afganistan işgalinde beklenmedik bir dirençle karşılaştı. Çeşitli gruplar Afganistan cihadında yer aldı. Sovyet işgaline karşı mücadele verenler içinde Türkistanlılar tarafından kurulan tek siyasi hareket Şimal Afganistan Vilayetleri İslam İttihadı isimli partiydi. Bu parti Pakistan’da bulunan Azad Beg tarafından yönetilmekteydi. Türk kamuoyu, Kuzey Afganistan’da Özbek ve Türkmen kökenli Türklerin yaşadığını ve Sovyet işgaline karşı mücadele verdiklerinden haberdar değildi. Şimal Afganistan Vilayetleri İslam İttihadı Hareketini ve Kuzey Afganistan Türklüğünü tanıtmak üzere Dr. A. Ahad Andican’ın daveti üzerine Azad Bey ve komutanlarından bazıları Nisan 1988’de Türkiye’ye geldiler. İki gün boyunca İstanbul’da basın yayın organlarına yönelik bir tanıtım programı sundular. Dr. Ahad Andican başkanlığındaki Türkistan Derneği Afganistan’daki mücadeleye yardım için bir kampanya başlattı. Kampanyanın başarıya ulaşması için Türkiye genelinde teşkilatlanmış olan Türk Ocakları teşkilatından destek alındı. Kampanya Temmuz 1988’de Esir Milletler Haftası’nda Türk Ocakları Başkanı Prof. Dr. Orhan Düzgüneş’in yaptığı basın toplantısıyla başlatıldı. Kampanyayı yürütme heyeti; Türkistanlılar Kültür ve Sosyal Yardım Derneği Başkanı Dr. Ahad Andican, Türk Ocaklarından Doç. Dr. Orhan Kavuncu, Celal Er ve Mehmet Şahingöz’den oluşmaktaydı. (Andican, 2003: 702-703). 
3. Esir Milletler Haftası ve Türkiye 
Bir siyaset terminolojisi olarak Türkiye dışında yaşayan Türklere yönelik ilgiyi gösteren Esir Türkler söylemi Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde kullanılmaya başlandı. (Saray, 1995: 25); (Bora, 2017: 54). 
“Tutsak Uluslar Haftası” ya da “Esir Milletler Haftası” Amerika Birleşik Devletlerinin 19 senatörünün teklifi üzerine 17 Temmuz 1959 günü yani Amerika Birleşik Devletleri’nin 184. Kurtuluş yıl dönümünde kabul edildi. Amerika Birleşik Devletleri bu belgeyle Sovyetleri oluşturan yönetimleri hukuken ayrı ayrı tanıdığını; Sovyetler Birliğini birleşik ve dayanışık kabul etmediğini ilan etti. Bu dış politikayı etkileyen önemli bir karardı. Hazırlanan önergeye “Birlik Karar Sureti” adı verildi. Burada; Birleşik Amerika Devletleri’nin İnsanların bireysel hürriyetini koruma hedefinden, milletler arasında doğal ve karşılıklı bir ilişkinin olması gerektiğinden, komünist totaliter rejimin hemen hemen dünya insanlarının yarısının düşünce ve hürriyetini felce uğrattığından bahsedilmekteydi. Ayrıca Sovyetler Birliğindeki toprak parçalarının önceden bağımsız birer devlet olduklarını, bu devletlerin yeniden bağımsız olmalarının Amerika Birleşik Devletlerinin ulusal güvenliği açısından gerekli görüldüğünü, ulusların haklı isteklerinin destekleneceği bildirilmekteydi. Bu gaye yönünde her yıl başkan tarafından “Tutsak Uluslar Haftası” ilan edilecek ve tüm Birleşik Amerika Devletleri halkı tarafından törenlerle kutlanacaktı. (Kurtulan, 1960: 3-4).  
Alınan bu karar Türkiye’de bulunan Dış Türkler tarafından sevinçle karşılandı. Türkiye’deki Azerbaycan mültecileri 1960 yılının temmuz ayında gerçekleşecek olan “Esir Milletler Haftası” için çalışmalara başladılar. Bunun için Azerbaycan Bayrağı ve haritası, tarihi anıt ve yapıların fotoğrafları, Bağımsız Azerbaycan Devleti dönemine ait; belge, para, mühür ve ileri gelenlerin portreleri, yurtdışına çıkmaya zorlanmış vatandaşların faaliyetlerini ortaya koyan raporlar, milli kıyafet, müzik ve çalgı aleti fotoğrafları, sanat eserlerinden örnekler hazırlandı. (Kurtulan, 1960: 3-4). 
İkinci Dünya Savaşı sonrasında hayatta kalabilen Türkistanlı askerlerden bazıları Amerika Birleşik Devletlerine göç etti. Amerika’ya gidenler 1959 Kasım ayında Türkistan Amerikan 
 
Derneği’ni kurdular. Dernek Esir Milletler Haftası temelinde Türkistan’ın bağımsızlığını ABD’li siyasetçilere taşıdı. Ayrıca ABD kongresince kapatılmasına karar verilen Amerika’nın Sesi Radyosu Özbek bölümü yayınlarının yeniden açılmasını sağladı. (Andican, 2003: 710). 1951 yılından 1964 yılına kadar 13 yıl boyunca Amerika’da İdil-Ural Merkezinin daimi temsilcisi olarak görev yapan Hamid Reşid’in Esir Milletler Kanunu’nun kabul edilmesinde rolü oldu. Ayrıca kanuna İdil-Ural adının Birlik Karar Suretine eklenmesi Hamid Reşid sayesinde gerçekleşti. (Akış, 2002; 86-87).  
Dünyanın çeşitli ülkelerine dağılmış olan Sovyet muhaciri Türkler için 1959 yılında ilan edilen Esir Milletler Haftası milat oldu. Bu haftayla birlikte Sovyet muhaciri Türkler hangi ülkede bulunurlarsa bulunsunlar Türkistan’ın Sovyet işgali altında olduğunu duyurmak için uygun bir ortam elde ettiler. Bu haftada Türkistan’da yetişmiş büyük bilgin, fikir adamı ve sanatkârların adları dünya kamuoyunda duyuruldu. (Koçar, 2010: 171). 
Türkiye 1960’lı yıllarda Dış Türkler hakkında tam anlamıyla bilgisizdi. Kamuoyunun en çok bildiği Türk topluluğu Kıbrıs Türkleriydi. Sovyetler Birliği, Irak, İran, Afganistan, Yunanistan, Romanya ve Bulgaristan’daki Türklerin varlığından kamuoyu habersizdi. Türk idarecilerinin Dış Türklere ilgisizliği kamuoyuna da yansımıştı. Yetişen nesillere Dış Türkler hakkında bilgi verilmemişti. (Somuncuoğlu, 1999: 56). 
27 Mayıs 1960 askeri müdahalesini gerçekleştirenlerden birisinin de milliyetçiliğiyle tanınan Alparslan Türkeş’in oluşu milliyetçi çevrelerde Dış Türkler konusunda adımların atılacağı beklentisini doğurdu. Ancak kısa süre sonra Türkeş’in yurtdışına sürgüne gönderilmesi ardında da Türkiye’de komünist hareketlerin yerleşmesi bu beklentileri boşa çıkardı. (Poyraz, 1999: 60). Alparslan Türkeş, ihtilalden sonra başbakanlık müsteşarı olduğu dönemde Devlet Başkanı ve Milli Birlik Komitesi Başkanı Cemal Gürsel’i Ankara’da Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü ile Dışişleri Bakanlığı’nda Dış Türkler ve Kıbrıs Masasını kurmaya ikna etti. Başbakanlık tarafından finanse edilen enstitü Dış Türkler ve özellikle Sovyetler Birliği’ndeki milliyetler meselesi üzerine bilimsel çalışmalar yapacaktı. Türkeş’in tasfiyesinin ardından Milli Birlik Komitesi’nin diğer üyeleri ve Başbakan İsmet İnönü Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü’yle Dış Türkler Masası’nı kapatmak istedi. Dış Türkler Masası kapatıldı. Ancak Cemal Gürsel’in müdahalesiyle enstitü kapatılmadı. (Altaylı, 2013: 363-367). 
1960 yılında Türkiye’de ilki düzenlenecek olan Esir Milletler Haftası kutlamalarına hazırlıklar yapılırken 27 Mayıs askeri müdahalesi gerçekleşti. Türkiye’de bulunan Dış Türklerin liderleri demokrasiden yana tavır koydular.   Kırım Milli Merkezi lideri Müstecip Ülküsal Türk Ordusunun diktatöryal bir idareye başvurmayıp ilk andan itibaren idareyi siyasetçilere bırakacağını açıklamasını takdirle karşıladı. Bunun yanında Türkiye’nin dünyanın neresinde bulunursa bulunsun mahkûm bütün Türklerin gönülden sevdikleri bir ülke olduğunu, Rusya’da, Çin’de, Bulgaristan’da veya başka memleketlerdeki her Türkün sığınağı olduğunu hatırlattı. Afrika’daki sömürge milletlerine kadar tüm milletlerin hürriyetlerine kavuştuklarını ancak arkalarında koca bir medeniyet ve şanlı bir tarih 

bırakmış olan Türklerin Sovyet esareti altında yaşadığını, 40 yıldan beri yüzbinlerce şehit verildiğini bir gün Nürenberg Mahkemesinden daha büyük bir milletlerarası mahkeme önünde Sovyet idarecilerinin hesap vereceğini ifade ederek Dış Türkler konusunda Türkiye’nin etkin bir politika takip etmesini istedi. (Ülküsal, 1960: 5-7).  
Hükümet katında Esir Milletler Haftasının nasıl değerlendirileceği konusu önemliydi. Nitekim Dış Türklerle ilgili gelişmeler diğer ülkelerle ilişkileri olumsuz etkileme potansiyeline sahipti.  Türk kamuoyunda olumlu karşılanan Esir Milletler Haftasının resmi olarak kutlanması için Çanakkale Milletvekili Arif Nihat Akay tarafından 1963 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisine yazılı soru önergesi verildi. Ancak Dışişleri Bakanı Feridun Cemal Erkin’in vermiş olduğu yazılı cevap, hükümetin konuya ilgi duymadığını gösterdi. Nitekim verilen cevapta, Batılı devletlerin hiç birinde “Esir Milletler Haftasının” kutlanmadığı yalnızca merkezi ABD’de bulunan ve komünist hâkimiyeti altına girmiş devletlerin mültecilerinin kurdukları “Esir Milletler Asamblesi’nin” bazı Avrupa devletlerinde bulunan şubelerince “Esir Milletler Haftasının” özel olarak kutlandığı belirtiliyordu. “Esir Milletler Asamblesinin” Türkiye’de şubesi bulunmadığından özel bir kutlama da olamazdı. (Millet Meclisi Tutanak Dergisi, 13.05.1963: 666). 
Erkin, Esir Milletler haftasından güdülen amacın İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra komünist rejim altında esir durumuna düşen Arnavutluk, Bulgaristan, Çekoslovakya, Polonya, Romanya, Macaristan, Estonya, Letonya ve Litvanya gibi Doğu ülkelerinden sürgün edilen ve buralardan kaçmak zorunda kalmış devlet adamlarıyla, siyasi partilerin Amerika’da kurdukları özel bir teşkilat olduğunu hatırlatmaktaydı. Bu dokuz devletin Amerika’ya iltica etmiş devlet adamlarının çoğu Konsey ve Asamblenin üyesiydi. Bu asamblenin amacı; bahsedilen memleketlerde demokratik rejimlerin kurulmasıydı. Amerika hükümeti, asamblenin varlığını kabul etmekle birlikte resmi yardımda bulunmamaktaydı. Tamamen bağış yoluyla finanse edilmekteydi. Türkiye’nin demokrasi cephesinde yer aldığını, bu cephede yer alan devletlerin Afrika ve Asya’daki müstemlekelerin bağımsızlıklarını verdiğini, bir kısmını da derece derece vereceğini, Türkiye’nin de dış politikasının ana prensiplerinden birisinin de bütün milletlerin egemenliklerine kavuşması yolundaki faaliyetlerin desteklenmesi olduğunu, her milletin kendi kaderini kendisinin tayin etmesi (self-determination) esasını savunduğunu ifade etti. (MMTD, 13.05. 1963: 667-668). Erkin’in vermiş olduğu cevaptan Esir Milletler olarak İkinci Dünya Savaşı sonrasında Sovyetler Birliği peyki olan Doğu Avrupa ülkelerini kast ettiği anlaşılmaktadır. Sovyetler Birliği egemenliği altında yaşayan Türklerle ilgili hiçbir söylemin olmaması dikkat çekicidir. Esasen ABD senatosunca kabul edilen bildiri metninde ulusal bağımsızlıkları desteklenen ülke ve milletler arasında Türk İlleri de bulunmaktaydı. (Bkz. Ekler Metin-1) 
Türkiye’deki Dış Türkler, Esir Milletler Haftasıyla daha fazla gündeme geleceklerini düşünüyorlardı. Ancak 1963 yılına gelindiğinde birkaç kez Esir Milletler Haftası geçmiş olmasına rağmen beklenen ilgi bulunamamıştı. Ziyaeddin Babakuran, Dış Türkler meselesinin dünya basınında en az rastlanan konulardan birisi olduğunu vurguladı. Dış Türkler meselesinin Turancılık ve Pantürkizm çerçevesinde değil Rus ve Çin emperyalizminden kurtulmak isteyen milletlerin meselesi olarak görülmesi gerektiğini ileri sürüyordu. Çin’in Tibet’i istilası, dünya basının başlıca konusu olmuşken, Dış Türkler Meselesi gündeme gelmemekteydi. Cezayir ve Afrika davasına dünya basının gösterdiği ilgi Dış Türklerden esirgenmekteydi. Babakuran, Türkistan’dan Hür Dünyaya iltica etmiş Türklerden başka bu konu hakkında yayın yapan gazete, dergi ve yazarların bulunmadığından, Türkiye’deki aydın, genç ve halkın ilgisizliğinden şikâyet etmekteydi. Amerika ve Batı Avrupa’nın Doğu Avrupa milletlerinin hürriyeti için mücadele verdiğini, Rusya’nın “Büyük Slav İmparatorluğu” kurma peşinde olduğunu, Arap Devletlerinin “Birleşik Arap Cumhuriyetleri Federasyonu” fikrinde olduklarını, Çinlilerin Hazar’a kadar uzanan “Büyük Çin İmparatorluğunu” ve İsrail’in “Dünya hâkimiyetini” tasarladıklarını bildirdikten sonra Türklerin bir idealinin bulunmadığını ifade etti. Bu ideal, Birleşik Amerika’nın Batı Almanya’nın Münih şehrinde yaptığı “Sovyetler Birliğini Öğrenme Enstitüsü” gibi “Dış Türkleri Araştırma Enstitüsü’nün” kurulması ve  “Büyük Türk Dünyasını” hür dünyaya tanıtarak onların kurtuluşa ermesine yardımcı olunmasından başka bir şey değildi. (Babakuran, 1962: 28-29). 
Türk Dünyası’nda temmuz ayında yaşanan gelişmeler Esir Milletler haftasında karşılık bulmaktaydı. İdil-Ural Merkezinin lideri Ayaz İshaki 22 Temmuz 1954 tarihinde vefat etti. 1966 yılında Ayaz İshaki’nin vefatının 12. yılı ve Esir Milletler Kanununun kabul edilmesinin yedinci yılı dolayısıyla İdil-Ural Türkleri önderlerinin tertiplediği tören düzenlendi. (Akış, 2002: 88).  
1960’lı yıllarda Türk asıllı olup yabancı uyruklu öğrenciler üniversiteye sınavla alınmaktaydı. Balkan, Azeri ve Irak Türkleri genellikle İstanbul’da öğrenim görmek istiyorlardı. Fakat üniversiteye girmek oldukça zordu. Milli Türk Talebe Birliği’nin (MTTB) girişimleriyle İstanbul Üniversitesine 500 kişilik bir kontenjan açıldı. Böylece yabancı uyruklu Türk öğrencilere üniversitede okuma imkânı sağlandı. MTTB’nin İstanbul Cağaloğlu’nda bulunan binasında Mareşal Fevzi Çakmak’ı anma merasimi, 3 Mayıs Türkçüler ve Esir Türkleri anma günleri düzenlenmekteydi. (Cinisli, 2017: 219221). 
20 Aralık 1966’da Rus Başbakanı Aleksey Kosigin Türkiye’yi ziyarete geldiğinde İstanbul ve Adana’da bulunan Türkistanlılar dernekleri yüzlerce Türkistanlıyı protesto amacıyla Ankara’ya taşıdı. Ancak Türkiye, Sovyetler Birliği ilişkilerine önem veriyor ve bozulmasını istemiyordu. Bundan dolayı protestocuların seslerini resmi heyete duyurmalarına izin verilmedi. (Andican, 2003: 675). 
1960’lı yıllarda Türk Milliyetçileri Esir Milletler Haftası etkinlikleriyle faaliyet alanlarını genişlettiler. Ancak milliyetçi çevrelerde bile Türk Dünyası’nı tanıma, coğrafya ve tarihini öğrenme gayreti yoktu. Milliyetçi çevrelerde 3 Mayıs 1944 Irkçılık-Turancılık yargılamalarından olsa gerek “milliyetçiyiz ama Turancı değiliz” deme ihtiyacı duyuluyordu. Irkçılıkla Turancılık karıştırılmaktaydı. Türk Dünyası meseleleri Türk kamuoyunun gündemi olmayı başaramadı. 
Sovyetlerin ve komünizmin kötülüklerini örnekleyebilmek için Dış Türkler kulaktan dolma bilgilerle anlatılmaktaydı. Milliyetçiler arasında da fikri ihtilaflar vardı. Anadolucular, Turancılar ve her ikisinden sentezler yapmış olanlar bulunmaktaydı. (Kavuncu, 2015). 
1970’lerde Türkiye’de yaşanan anarşi ve terör ortamında muhacir Türkler hedef haline gelerek saldırılara uğradılar. Adana Türkistanlılar Yardımlaşma Derneği bu dönemde sol görüşlü militanlarca yakılmış, olaydan sonra dernek resmi makamlarca mühürlenip kapatılmıştı. (Andican, 2003: 672). 
1972 yılının Temmuz ayında İstanbul Milletvekili İlhan Egemen Darendelioğlu; TBMM’de bir demeç verdi. Demeçte; 1959 yılından beri yani 13 yıldır çeşitli çevreler ve Dış Türklerle ilgili cemiyetler Hariciye Vekâletine, Hükümete ve Cumhurbaşkanına müracaat ederek temmuz ayının son yedi gününün Türkiye’de “ Esir Milletler Haftası” olarak ilan edilmesini birkaç kez istemiş olmalarına rağmen, bu isteğin gerçekleşmediğini ifade etti. Komünist mezalimine maruz kalmış, bu rejimin esaretinden uzun yıllar boyunca kurtulamamış milletlerin ıstırabını dile getirmek, kurtuluş çarelerini aramak, milletlerarası haklarına kavuşmalarına yardımcı olmak için bu haftanın önemi ifade edildi. Azerbaycan, Türkistan, Kırım, Kafkas, İdil, Ural, Irak, Kerkük ve Balkan Türkleriyle, Bulgaristan, Macaristan, Arnavutluk gibi komünist esareti altında bulunan milletlerin tutsaklığına öncelikle Türkiye’nin karşı çıkması gerektiği vurgulandı. Çünkü bu esaretin altında 60 milyon Türk bulunmaktaydı. Darendelioğlu, Afrika’daki en ilkel kabilelerin dahi insan gibi yaşama imkânına kavuşmasını isteyen dünya kamuoyuna rağmen Türkiye Hariciye Vekilinin esir milletler davasına ilgisiz kalmasının kabul edilemez olduğunu ifade etti. Darendelioğlu’na göre, 13 yıldır bu meseleye ilgisiz kalındığından yurt ve millet bütünlüğüne şu anda olduğu gibi kastetmek isteyen şehir eşkıyalarının, onları tahrik ve teşvik eden çevrelerin cesareti bu seviyede olmazdı. “Esir Milletler Haftası” vasıtasıyla Türk milletini, özellikle gençleri komünizme karşı uyaracak, komünizmin yalan ve istismara dayalı yayılmacılığına karşı etkili bir araç elde etmiş olacaktı. (MMTD, 12.07.1972: 553). 
1976 yılında Ülkü Ocakları yayınlarından çıkan “Esir Türkler” isimli kitapta Sovyet, Çin, Yunan, Bulgar, İran, Afgan, Irak, Suriye ve Yugoslavya boyunduruğu altında yaşayan Türklerin sorunları ortaya konuldu. 120 milyon Türklük âleminin 80 milyonunun birçok haktan mahrum olarak esir gibi yaşadığı dile getirildi. Tüm dünyanın hatta Türkiye’nin bile çeşitli ülkelerde yaşayan Türklerin sorunlarını dile getirmediği ifade edildi. Vietnam, Angola, Afrika, esirlerinin hakkını savunanların Türklerin davasına ilgi göstermedikleri, milletlerarası kuruluşların bu konuya eğilmediği ifade edildi. Dünyadaki esir milletlerin içinde en fazla nüfusa sahip olanın Türkler olduğu, bundan dolayı Esir Milletler Haftasının esasen Esir Türkler Haftası olarak kutlanması gerektiği bildirildi. Kitapta ülkelere göre Türk azınlığa uygulanan kültürel ve sosyal baskılar anlatıldı. (Esir Türkler, 1976). 
Amerika Birleşik Devletlerinin Esir Milletler davasında sadece çıkarına göre davrandığı bu meseleyi samimiyetle ele almadığı her geçen gün daha net olarak ortaya çıkmaya başladı. Türk 

kamuoyunda milliyetçi aydınlar ve Esir Türk illerinden kaçmak zorunda kalmış mülteci liderler Esir Türkler davasını yıllardır savunmaktaydılar. Türk kamuoyunda Esir Türkler davası belli bir kitle oluşturmuşsa da hiçbir hükümet tarafından bu dava sahiplenilmemişti. Türkiye’de Şili ve Vietnam halkıyla dayanışma kampanyası yapan gruplar Esir Türkler için hiçbir şey yapmıyordu. Esir Türkler davasından bahsetmeyenler ya da bahsedilmesini istemeyenler Türkiye’nin, sınırları ötesindeki Türklerle birleşmelerinden değil Esir Türklerin başındaki felaketin öğrenilmesinden korkuyorlardı. Esir Türklerin büyük kısmının komünizm ideolojisi altında bulunmaları ve komünist ideoloji altındaki Türklerin bağımsızlık çabaları Türkiye’de bu ideolojiyi yaymaya çalışanları rahatsız ediyordu.  (Yeniden Milli Mücadele, 17 Temmuz 1977: 3). 
Esir Milletler Haftasının en önemli etkinliği çeşitli ülkelerde yaşayan Türklerin sorunlarının dile getirildiği söyleşilerdi. Ülkelerinden çıkmak zorunda kalmış liderlerle yapılan açık oturum ve röportajlar Türkiye dışında yaşayan Türklerin durumunu ortaya koymaktaydı. Kafkasya Türkleri temsilcisi Said Şamil, Doğu Türkistan Göçmenler Cemiyeti Başkanı İsa Yusuf Alptekin,  Kırım Milli Merkezi Başkanı Müstecip Ülküsal, Rodop Türkleri Kültür ve Dayanışma sözcüsü Rafet Rodoplu, Batı Trakya Kültür ve Dayanışma Derneği Başkanı Hikmet Yurdagül, Kerkük Türk Kültür ve Yardımlaşma Derneği Başkanı Nefi Demirci gibi liderler Esir Milletler Haftası için bir araya geliyorlardı. Burada güncel konular değerlendirilip kamuoyu Dış Türkler hakkında bilgilendiriliyordu.  (Yeniden Milli Mücadele, 27 Temmuz 1977: 7-10). 
Türkiye’deki Dış Türklere yardımcı olmaya çalışan siyasetçilerin başında Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Alpaslan Türkeş gelmekteydi. 1975 yılında Başbakan yardımcısı olan Türkeş, Dışişleri Bakanlığında bir “Dış Türkler Masası” kurulmasının gerekliliğini açıkladı. Esasen Türkeş, 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra Dış Türkler masasını kurmuştu ancak gelişemeden kapanmak zorunda kalmıştı. Dış Türkler masasının yanında Dış Türkleri kültür alanında incelemek için “Dış Türkleri Araştırma Enstitüsü” kurulacağını, Esir Türk lehçelerinde radyo ve televizyonlarda yayın yapılacağını açıkladı. Ayrıca Esir Milletler davasının Birleşmiş Milletlere götürülmesi gerektiğini düşünüyordu. Türkeş 100 milyon Türkün her türlü insan hak ve hukukundan mahrum Birleşmiş Milletler anayasasına aykırı bir şekilde tam bir esaret hayatı sürdürdüklerini, Esir Türklerin insanca bir hayata kavuşmalarında Türkiye’ye de görev düştüğünü bildirdi. Türkeş, Esir Türklerin hürriyetlerine kavuşmasını bir insanlık davası olarak görüyordu. Ancak Esir Türklerin bağımsızlığını dile getirdiklerinde bazı çevrelerin “ırkçı”, “Turancı” “Kafatasçı” gibi sıfatlar ve isnatlarda bulunduklarını dile getirdi. (Azerbaycan, 1975: 43-45). 
14 Temmuz 1975 tarihinde Ülkü Ocakları Derneği “Esir Türkleri Anma Toplantısını” düzenledi. Toplantıya bu tarihte Hacettepe Üniversitesinde öğretim görevlisi olarak çalışan Baymirza Hayit, İlahiyat Profesörü Hikmet Tanyu, gazeteci-yazar Galip Erdem, Doğu Türkistan Cumhuriyeti eski Genel Sekreteri İsa Yusuf Alptekin katıldı. Burada Türkistan’ın nasıl Ruslaştırıldığı, Türkistan kaynaklarının nasıl sömürüldüğü, Romanya’da, Yugoslavya’da, Bulgaristan’da ve Yunanistan’da 

Türklerin göçe nasıl zorlandığı ve Dış Türklerin güncel meseleleri üzerine konuşmalar yapıldı. Ayrıca Ülkü Ocakları Genel Başkanı Sami Bal, 14 Temmuzda Esir Türkleri anma münasebetiyle hükümetin bu yolda çalışmalar yapması için Cumhurbaşkanı Fahri S. Korutürk, Başbakan Süleyman Demirel, Başbakan yardımcıları, Alpaslan Türkeş, Necmettin Erbakan, Turhan Feyzioğlu Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil, Milli Eğitim Bakanı Ali Naili Erdem ve Kültür Bakanı Rıfkı Danışman’a birer mektup gönderdi. (Azerbaycan, 1975: 58-64). 
1975 yılına gelindiğinde Azerbaycan Kültür Derneği Başkanı Feyzi Aküzüm ve Genel Sekreteri Ahmet Karaca, Esir Milletler Haftasının başlaması münasebetiyle basına demeç verdiler. Komünizm emperyalizmi altında yaşayan mahkûm milletlerden başka dünyada esir milletlerin kalmadığı, komünizm emperyalizmi altındaki milletlerin yakında bağımsızlıklarını kazanacaklarına inandıklarını ifade ettiler. Esir milletler deklarasyonunun amacı, dünya kamuoyunun dikkatini komünist emperyalizmi sömürüsüne çekerek esir milletlerin kurtuluşuna barışçı bir araç sağlamak olduğunu açıkladılar. Esir Milletler Haftası kamuoyu yaratmada önemliydi. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Asya ve Afrika sömürge halklarının bağımsızlıklarını kazanmaları dünya kamuoyunun desteğiyle mümkün olmuştu. (Azerbaycan, 1975: 8-9) 
Aküzüm İkinci Dünya Savaşı sonrası Eisenhower-Truman döneminde Hür Dünyanın barış ve güvenliğinin sağlam temellere oturtulmaya çalışıldığını, esir milletler davasına büyük önem verildiğini hatırlatmaktaydı. Ancak Nixon-Kissenger idaresinin “yumuşama” politikası doğuda ve batıda Hür Dünya savunmasını zafiyete uğratarak Esir Milletlerin kaderini menfi yönde etkilediğini bildirdi. (Azerbaycan, 1975: 8-9). 
İslam Konferansı örgütünün yedinci İslam Dışişleri Bakanları Konferansı 1976 yılında İstanbul’da gerçekleşti. Esir Türk illerinin temsilcileri konferansa resmi bir heyetle katıldılar. Konferansta konuşma hakkı verilmemiş olsa da İslam âleminin temsilcileriyle görüşme imkânı elde edilerek, yazılı ve sözlü olarak Esir Türk illeri hakkında bilgi verildi. Konferansa TRT başta olmak üzere ulusal basın önem verdi. Bunun yanında bir kısım basın yayın organları Esir Türkler davasının Türkiye’de ele alınmasını ve TRT’nin konuya yer vermesini eleştirdi. Esir Türkler meselesinin aktüel hale getirilmesi için yapılan çalışmaları Rusya ve Çin’in içişlerine müdahale etmek manasını taşıdığını ifade ettiler. Bu olumsuz bakış açısına rağmen İslam Konferansı vesilesiyle Esir Türkler davası geniş kitlelere tanıtılma imkânını elde etmiş oldu. Konferansa katılan heyet Esir Türkler davasının Filistin konusu gibi uluslararası bir mesele olmasını istiyordu. (Yeniden Milli Mücadele, 27 Temmuz 1976: 810).  
Sonuç Osmanlı Devleti’nin 19 ve 20. yüzyıllarda Balkanlar, Ortadoğu ve Kafkaslardan çekilmesiyle bahsedilen bölgelerde önemli miktarda Türk nüfusu kalmıştı. Bunun yanında Osmanlı Devleti’nin terk ettiği topraklar haricinde Türkistan, Çin, Afganistan ve İran’da milyonlarca Türk nüfus 

bulunmaktaydı. Türkiye dışında yaşayan Türklerin medeni ve insani haklardan faydalanması, kültürel varlıklarını sürdürerek asimile olmamaları ve bağımsızlıklarını kazanmaları noktasında tek bağımsız Türk devleti olan Türkiye’ye belli sorumluluklar düşeceği muhakkaktı. Sovyet Rusya, İran, Irak, Suriye, Yunanistan, Bulgaristan, Romanya, Afganistan ve Çin gibi değişik ülke ve bölgelere yayılmış olan, Türkiye nüfusunun en az üç katı kadar  “Dış Türklerin” sorunlarının Türk kamuoyunda karşılık bulması Türkiye dışında yaşayan Türklerin mevcut sorunlarının çözümü noktasında önemliydi.  
Bahsedilen devletlerde yaşayan azınlık Türk nüfusunun varlığı Türk dış politikasında olumlu bir etki yaratabileceği gibi birçok risk de içermekteydi. Çeşitli devletlerde yaşayıp aynı ırk ve tarihi geçmişe sahip olan Türklerin, Türkiye ile birleşme arzuları, bağımsızlık kazanma istekleri ya da milli benliklerini kaybetmemeleri yönünde atacakları adımlar vatandaşı oldukları devlet tarafından hoş karşılanmayacaktı. Çift taraflı ve çok taraflı milletlerarası sözleşmelerle Türkiye dışında yaşayan Türklerin haklarını korumak için Türkiye’nin elinde belli bir yetki bulunsa da bu yetkinin kullanılmasından bilhassa çekinildi. 1974 Kıbrıs Barış Harekâtına kadar komşu devletleri endişeye sevk edecek durumlardan kaçınılarak Dış Türkler konusunda çekimser bir politika izlendi. 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı Türkiye’nin Dış Türkler politikasında büyük bir değişimin ifadesiydi.   
Dış Türkler konusunda izlenen ihtiyatlı politika iç politikaya da yansıdı. 3 Mayıs 1944 IrkçılıkTurancılık Davası Türk Milliyetçiliğini suç sayma noktasına getirdi. Uzun yıllar basında Dış Türkler konusu yok denilecek kadar az işlendi. Türkiye’de çok partili hayata geçişle birlikte basında Dış Türkler konusu daha fazla işlenmeye başlasa da gerçek bir gündem 1959 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nde Esir Milletler Haftası Kanunu’nun (Captive Nations Week) kabul edilmesinden sonraki yıllarda başladı. 
Esir Millet Haftası’nda Türk Dünyası’nın sorunları dile getirildi. Türk Dünyası’nda yaşanan önemli gelişmeler Esir Miller Haftası’nın gündemini belirliyordu.  Özellikle temmuz ayında gerçekleşmiş hadiseler önemliydi. 1959 Kerkük katliamı, İdil-Ural Türklerinin hariçte sürdürdükleri mücadelenin yıllarca önderliğini yapmış olan Ayaz İshaki’nin 1954’te hayatını kaybetmesi, 1974’te Kıbrıs Barış Harekâtı gibi temmuz ayında gerçekleşen gelişmeler Esir Türkler Haftası’nda geniş yer buldu. 1988 yılında Afganistan’da Sovyet işgaline direnen Afgan Türkleriyle dayanışma organizasyonu Esir Türkler Haftası’nda gerçekleşti. Soğuk Savaş Dönemi’nde temmuz ayının ikinci yarısı milliyetçi çevrelerde 3 Mayıs Türkçülük Bayramı gibi önemsendi.   
Çeşitli ülkelere dağılmış olan Türklerin benliklerini kaybetmeden yaşamaları oldukça zordu. Her ne kadar İnsan Hakları Evrensel Beyannamesiyle dil, din ve kültürel haklar garanti altına alınmış olsa da pratikte bu mümkün olmadı. Her devlet bünyesindeki azınlıkları eritme politikasını güttü. Irak’ta Araplaşma, İran’da Farslaşma, Bulgaristan’da Bulgarlaşma, Yunanistan’da Elenleşme,  Doğu Türkistan’da Çinlileşme ve Sovyetlerde yaşayan Türklerde Ruslaşma tehlikesi baş gösterdi. Türkiye’de insani duygularla bu sorunları dile getirenler Pan-Türkçülük ve ırkçılıkla suçlandı. Bu 
3. TÜRKİSTAN KURULTAYI 
179  
suçlamaları milliyetçi çevreler hayretle karşılıyorlardı. Nitekim mevcut şartlarda Türkiye’nin diğer Türklerle sınırlarını birleştirme ihtimali yoktu.  
Türkiye’de Dış Türkler meselesini Milliyetçi Hareket Partisi ve Ülkü Ocakları gibi milliyetçi çevreler sahiplendi. Soğuk Savaş Dönemi’nde dünyanın birçok yerinde yaşanan ideolojik çatışmalar Türkiye’de de yaşandı. Dış Türkler meselesi sadece Türkiye dışında yaşayan Türklerin haklarını koruma ve yükseltme meselesi olarak değil aynı zamanda Türkiye’de komünizmin yayılmasını önlemek için bir araç olarak da düşünüldü.  Milliyetçi çevreler Esir Milletler Haftası’nın kanunlaşmasıyla komünizm esareti altında yaşayan Türklerin olumsuz yaşam koşullarının ortaya koyularak ülkede yükselen komünizm ve anarşizmin önüne geçileceğine inanıyorlardı. Ancak Türkiye Büyük Millet Meclisinde bu konu birkaç kez gündeme gelse de istenilen olmadı.  
Milliyetçiler, Vietnam ve Angola’nın bağımsızlığı için gözyaşı döken Türkiye komünistlerinin, Sovyetler ve diğer ülkelerde yaşayan Türklerin esaretini görmezden geldiklerini ifade ediyorlardı. Türk Milliyetçilerinin Dış Türklerin sorunlarını dile getirdiklerinde Pan-Turanizm suçlamasıyla karşılaşmaları Dış Türklerle sınırların birleştirilmesi kaygısından değil sadece komünist rejim altında yaşayan insanların kötü yaşam koşullarının ortaya konulmasından ileri geldiğini düşünüyorlardı. 
Soğuk Savaş Dönemi’nde Türk Dünyası’nda yaşanan gelişmeler Esir Milletler Haftası Kanunu’nu ortaya atan ABD’nin kaygılarının yersiz olmadığını gösterdi. Sovyetlerde yaşayan Türklerin, sürgün edilmeleri ve asimilasyona uğramaları, İran’da Komünist Tudeh Partisinin Güney İran’da Kaşkay Türklerine uyguladığı baskı, Kerkük’te Komünist gruplarca Türkmenlerin katledilmesi ve BAAS yönetiminin Türklere yönelik baskıları, Bulgaristan’da Komünist Partinin uyguladığı asimilasyon politikası İnsan Hakları Evrensel Beyannamesine göre suç sayılmaktaydı. 
Sonuç olarak Türk Milliyetçiliğinin ırkçılıkla bir sayıldığı yıllarda Esir Milletler Haftası’nın ABD Senatosunca kabul edilmesi Türkiye dışında yaşayan Türkler meselesinin kamuoyunda yer bulmasını sağladı. Hindistan ve Afrika Devletlerinin bağımsızlıklarını kazanmalarında kamuoyunun büyük katkısı olmuştu. Esir Türkler Haftasının da Sovyetlerde yaşayan Türklerin bağımsızlıklarını kazanmalarına büyük bir destek sağlayacağı beklentisi vardı. Birkaç yıl içinde dünya kamuoyunun bu davayı beklenen düzeyde sahiplenmediği ve Amerika Birleşik Devletleri’nin bu davayı savunmada samimi olmadığı ortaya çıktı. Ancak Esir Milletler Haftası Türkiye’de Esir Türkler Haftası olarak kamuoyunda karşılık buldu. Sadece Sovyet yönetimi altında yaşayan Türklerin değil Türkiye dışında yaşayan tüm Türklerin sorunları dile getirildi. Dış Türkler hakkında bilgisiz olan Türk kamuoyu Esir Milletler/Türkler Haftasıyla Türk Dünyası’nı daha yakından tanıma imkânına kavuştu.

Cumhurbaşkanlığı Arşivi (CA) CA, Sıra No: 01003225, Ek No:3, Belge Kayıt No: 544950, 5 Aralık 1977. CA, Sıra No: 06000784 Ek No:74 Belge Kayıt No: 414535, 31 Mayıs 1978. CA, Sıra No: 06001960 Ek No:3 Belge Kayıt No: 752531, 27 Nisan 1979. 
Gazete ve Dergiler 
Yeniden Milli Mücadele, 23 Temmuz 1974, 27 Temmuz 1976, 17 Temmuz 1977, 27 Temmuz 1977. Azerbaycan; Esir Milletler Özel Sayısı, Yıl: 24 (1975), Sayı: 215. Hergün,16 Temmuz 1977, 31 Temmuz 1978, 23 Temmuz 1980. 
TBMM Tutanak Dergisi (TBMMTD) 
Dönem: 9, Cilt 9, Toplantı: 1 Birleşim: 101. 18.07.1951. 
Dönem: 1, Cilt: 16, Toplantı: 2, Birleşim: 82, 13.05. 1963.  
Dönem: 3, Cilt: 26, Toplantı: 3, Birleşim: 125, 12.07.1972.  
Makaleler 
 “Esir Milletlere Hürriyet”, Yeniden Milli Mücadele, 23 Temmuz 1974. 
“Kıbrıs Zaferimiz Üçüncü Yılında”, Yeniden Milli Mücadele, 17 Temmuz 1977. 
 “Türkiye Esir Milletler Davasına Sahip Çıkmalıdır”, Yeniden Milli Mücadele, 27 Temmuz 1976. 
“Türkiye Esir Türkler Davasına Sahip Çıkmalıdır”, Yeniden Milli Mücadele, 17 Temmuz 1977. 
Aksoy, Alper (1980) “Kaşkay Türkleri”, Milli Eğitim ve Kültür; Esir Türkler Özel Sayısı, S: 7. 
Koçak, Nejdet (1999) “Kerkük Katliamı”, Şehit Nejdet Koçak Albümü; “Bir Ülkücünün Hayatı”, Ankara: Türk Yurdu Yayınları. 
Kurtulan, İldeniz (1960) “Tutsak Uluslar Haftası” Üzerine, Azerbaycan, Mayıs-Haziran 1960,  S.9899. 
Oran, Baskın (1969) “İç ve Dış Politika İlişkisi Açısından İkinci Dünya Savaşında Türkiye’de Siyasal Hayat ve Sağ-Sol Akımlar”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilimler Dergisi, C. 24, No:3. 
Öztürkmen, Ömer (1999) “Nejdet Koçak’ın Aziz Hatırasına”, Şehit Nejdet Koçak Albümü; “Bir Ülkücünün Hayatı” Ankara: Türk Yurdu Yayınları. 
Poyraz, Hüsnü (1999) “Türkmen Delikanlısı”, Şehit Nejdet Koçak Albümü; “Bir Ülkücünün Hayatı”. Ankara: Türk Yurdu Yayınları.  

Somuncuoğlu, Sadi (1999) “19 Yıl Sonra Nejdet Koçak”, Şehit Nejdet Koçak Albümü; “Bir Ülkücünün Hayatı” Ankara: Türk Yurdu Yayınları. 
Şandır, Mehmet (1980) “Suriye’de Yaşayan Türkler”, Milli Eğitim ve Kültür; Esir Türkler Özel Sayısı, S: 7. 
Ülküsal, Müstecip (1960) “Milli İnkılap ve Dış Türkler”, Azerbaycan, S.98-99. 
Kitaplar 
Cılızoğlu, Tanju (2007) “Kader Bizi Una Değil, Üne İtti” Çağlayangil’in Anıları. Ankara: Bilgi Yayınevi. 
Akış, Ali (2002) Aklımda Kalanlar: Hatıralar-Konuşmalar. Ankara: Neyir Matbaacılık. 
Altaylı, Enver (2013) Ruzi Nazar: CIA’nın Türk Casusu. İstanbul: Doğan Yayınları. 
Andican, A. Ahat (2003) Cedidizm’den Bağımsızlığa Hariçte Türkistan Mücadelesi. İstanbul: Emre Yayınları. 
Armaoğlu, Fahir (1995) 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi. Ankara: Alkım Yayınları. 
Babakuran, Ziyaeddin (1962) Dış Türkler ve Türkistan Davası. İstanbul: Doğan Güneş Yayınevi. 
Bora, Tanıl (2017) Cereyanlar. İstanbul: İletişim Yayınları.  
Caroe, Sir Olaf (1975) Sovyet İmparatorluğu; Sömürülen Milletler-II. (Çev. Z. Yüksel), İstanbul: Tercüman Yayınları.  
Cinisli, Rasim (2017) Bir Devrin Hafızası. İstanbul: Doğan Yayınları. 
Dış Türkler Raporu (1978). İstanbul: Dış Türkler Kültür Yayınları. 
Esir Türkler (1976). Ankara: Ülkü Ocakları Yayınları.  
Karakoç, Ercan (2004) Atatürk’ün Dış Türkler Politikası. İstanbul: IQ Kültür Sanat Yayınları. 
Koçak, Cemil (2013) Türkiye’de Milli Şef Dönemi-II. İstanbul: İletişim Yayınları. 
Koçar, Abdülhamit (2010) Esaretten Hürriyete Bir Türkistanlının Hatıraları. İstanbul: Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayınları. 
Küçük, Sami (2008). Rumeli’den 27 Mayıs’a. İstanbul: Mikado Yayınları. 
Landau, Jacob M. (1999) Pantürkizm, İstanbul: Gündüz Yayınları. 
Mehmetzade, Mirza Bala (1991) Milli Azerbaycan Hareketi. Ankara: Azerbaycan Kültür Derneği Yayınları. 
Mühlen, Patrik von zur (2006) İkinci Dünya Harbi’nde Sovyet Doğu Halkları, Gamalıhaç ile Kızılyıldız Arasında. İstanbul: Şema Yayınları. 
Saray, Mehmet (1995) Atatürk ve Türk Dünyası. Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları.  
Soysal, İsmail (2000) Türkiye’nin Siyasal Andlaşmaları I. Cilt (1920-1945). Ankara: TTK Yayınları. 
Soysal, İsmail, (2000) Türkiye’nin Uluslararası Siyasal Bağıtları. Ankara: TTK Yayınları. 
Şimşir, Sebahattin (2012) Mehmet Emin Resulzade; Hayatı ve Şahsiyeti. İstanbul:  Doğu Kütüphanesi. 
Ülküsal, Müstecip (1999) Kırım Yolunda Bir Ömür; Hatıralar. Ankara: Kırım Türkleri Kültür ve Yardımlaşma Derneği Yayınları. 
Elektronik Kaynaklar 
https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/5/58/Page_212_from_STATUT... (E.T. 10.10.2018).  
“Prof. Dr. Orhan Kavuncu İle Türk Dünyası Röportajı” 05.11.2015, https://www.turkocaklari.org.tr/basindansecmeler/prof-dr-orhan-kavuncu-i... (E.T.10.10.2018).  
Ekler Metin.1. ABD Senatosunca Kabul Edilen; Esir Milletler Haftası Kararı Metni 
Temmuz ayının üçüncü haftasının “Esir Uluslar Haftası” olarak belirlenmesine dair 
ORTAK KARAR 
Birleşik Devletler’in büyüklüğü büyük ölçüde, farklı ırksal, dini ve etnik kökenlerden gelmelerine rağmen, demokratik süreçler sonucunda, halkının uyumlu bir ulusal birliktelik sağlayamadığından ileri geldiği için; ve  
Özgür toplumumuzun çeşitli unsurlarının uyumlu birlikteliği, Birleşik Devletler halkının, her yerdeki insanların arzuları hususunda sıcak bir anlayış ve sempati beslemesini sağladığı için ve halkımız dünyadaki ulusların doğal dayanışmasını tanıdığı için; ve 
Dünya nüfusunun önemli bir kısmının Komünist emperyalizm tarafından köleleştirilmesi, ulusların huzurlu birlikteliği düşüncesini küçük düşürdüğü için ve bu, Birleşik Devletler halkı ve diğer halklar arasındaki doğal anlayış bağlarına zarar verdiği için; ve  
Rus komünizminin 1918’den beri süregelen emperyalist ve saldırgan politikaları, Birleşik Devletleri’nin güvenliğine ve dünyanın tüm özgür halklarına karşı tehdit oluşturan geniş bir imparatorluğun oluşumuyla sonuçlandığı için; ve 
Komünist Rusya’nın emperyalist politikaları, doğrudan veya dolaylı şiddet yoluyla, Polonya, Macaristan, Litvanya, Ukrayna, Çekoslavakya, Letonya, Estonya, Beyaz Rutenya, Romanya, Doğu Almanya, Bulgaristan, ana kara Çin’i, Ermenistan, Azerbaycan, Gürcistan, Kuzey Kore, Arnavutluk, Volga-Ural, Tibet, Kazakistan, Türkistan, Kuzey Vietnam ve diğer ülkelerin ulusal bağımsızlığına boyun eğdirdiği için; ve 
Baskı altındaki bu uluslar, özgürlüklerinin ve bağımsızlıklarının sağlanması ve Hıristiyanlık, Yahudilik, İslam, Budizm ve diğer dinlerin ve bireysel özgürlüklerin yeniden yaşanabilmesi için, insan özgürlüğünün kalesi olarak, Birleşik Devletler’e bir lider olarak güvendikleri için; ve 
Fethedilmiş ulusların özgürlük ve bağımsızlık arzularının kararlı bir şekilde canlı tutulması gerekliliği, Birleşik Devletlerin ulusal güvenliği açısından oldukça hayati olduğu için; ve 
Baskı altındaki bu uluslardaki ezici çoğunluğun özgürlük ve bağımsızlık arzusu, savaştan caydırıcılık hususunda önemli bir rol oynayıp adil ve kalıcı bir barışın umudu haline geldiği için; ve 
Birleşik Devletler halkının bu insanların yeniden özgür ve bağımsız olma arzusunu paylaşması gibi tarihi bir gerçekliği, uygun ve resmi yollarla açık bir şekilde dile getirmemiz yerinde olacağı için: 

Kongrede toplanan Amerika Birleşik Devletleri Senatosu ve Temsilciler Meclisi tarafından Birleşik Devletler başkanının, 1959 Temmuz’unun üçüncü haftasını “Esir Uluslar Haftası” olarak belirleyen bir bildirgeyi yayınlaması ve Birleşik Devletler halkının bu haftayı uygun merasimler ve faaliyetler ile kutlamaya davet etmesi hususunda yetkilendirilmesi kararlaştırılmış ve kendisinden talep edilmiştir. Başkan, dünyanın tüm esir ulusları özgürlüklerini ve bağımsızlıklarını kazandığı vakit gelene kadar her yıl benzer bir bildirgeyi yayınlaması için ayrıca yetkilendirilmiş ve bu, kendisinden talep edilmiştir.  17 Temmuz 1959’da onaylanmıştır.  
KAYNAK: https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/5/58/Page212from_STATUTE-... (E.T. 10.10.2018).

02-02-2020/BANDIRMA GERÇEK