Sen Gidince Biz Yarım Kaldık

SEN GİDİNCE BİZ YARIM KALDIK
Etrafımdaki onca kalabalığa, içimdeki onca afacan çocuğa rağmen şimdi yapayalnızım. Meğer sen bende ne çokmuşsun da ben bunu anlayamamışım.
Bırakıp gittiğini sandın, öyle değil mi? Bende gittiğini sanmıştım. Hiçbir şeyin değişmeyeceğini, birkaç gün sonra, içimdeki onlarca yaramaz çocuğun yine gülüp oynayacağını, şımaracağını çocuk aklıyla hergün bir anıyı unutacağını sanmıştım. Sadece bir an oyuncağı elinden alınan bir çocuğun ağlaması gibi ağlayıp sonra geçeceğini sanmıştım. Oysa yanılmışım.

Sen benden hiç gitmemişsin. Her şeyinle kalmışsın. Öfkenle, baba sevecenliğinle, dostluğunla, aşkınla ve özleminle. Terk edip giden sadece bedenin olmuş. Onun dışında her şeyi bende unutmuşsun. Yada alamamışsın. Mesela ruhun bende kalmış, gözlerin, ellerin, kokun bende kalmış. En çok da yüreğin bende kalmış. Yani sen bende kalmışsın ama ben yalnızlığın içinde. Şimdi ben çok eksiğim. Benim eksik tarafım sensin.
Gecelerim gözlerinin karasında artık. Hayallerimin yerinde yeller esiyor. Yüreğim patlamak üzere olan bir volkan gibi içten içe ateş biriktiriyor. Yüreğim, seni alıp giden duyduğun son bomba patlamasından, daha büyük patlayacak. Yüreğim yağmur yüklü kara bulutlarla kaplı. Senin benden alan bombanın toz bulutundan daha kara. Gözyaşlarım sicim gibi yağan yağmurla adeta yarış ediyor. Tıpkı senin vücudundan fışkıran kan gibi. Onları durduramam ki. Onlar yüreğime kaplamış kara bulutların meyveleri. Onlar katıksız ve hesapsız sevdamın şahitleri. Durduramam, susturamam dindiremem ki. Onlar senden kalan en değerli hediyelerin.

Yüreğim yangın yeri. Alev alev yanıyor. En kuytu köşelerinde bile volkanlar patlıyor. Böyle bir günde gitmiştin. Yüreğim yine yangın yeriydi. İçimdeki afacan çocuklar susmuş, suçlu bir kedi yavrusu gibi bir köşeye saklanmıştı. Kimse göremiyordu. Sen bile görememiştin. Oysa ben sana hep çıplaktım. Sıradışı bir aşk, kahpece bir kurşunla yada kahpece kurulmuş bir pusuda bitmek üzereydi. Kendi yazdığımız oyunu başkaları yönetiyordu. Başrolde ikimizdik. Yönetmen ise pek çoktu. Bizim yazdığımız uzun oyunun son perdelerini oynamak üzereydik. Yönetmen kısa kesecekti ve kesmişti. Biliyordum.

Peki, ama her şeyi bilmeme rağmen “hoşça kal” sözünü duymak neden bu kadar içimi acıtıyordu? Neden bu kadar zordu? Neden bu kadar inciticiydi? Biliyordum, sen de biliyordun. Senden sonra “hoş” kalmak mümkün değildi de ondan.
Şimdi sen her zaman ki gibi yüreğimde değil, ruhumdasın. Çünkü bilirsin yürek ölümlüdür. Oysaki ruh ölümsüz. Yüreğim avuçlarımda bir serçe misali. Ha uçtu, ha uçacak. Ruhum ise sonsuz derinliklerde. Senli izler aramakta. Anladım ki gitmelerin ve bitmelerin bir mevsimi yokmuş. Her mevsim gitmeler oluyormuş.

Oysa sen bir sevda uğruna, birlikte yaşama uğruna bizi bırakıp gittin. Hiç tanımadığın çocuklar barış içinde güvenle yaşasın, hiç bilmediğin sevdalar yarım kalmasın diye gittin. Senin suçun değildi. Sen yaşanan acılara son vermek annelere yeni acılar yaşatmamak için hepimizi kor ateşlerde bırakıp gittin. Şimdi doğmamış bebeğimize nasıl anlatırım seni?
Belki benim ona anlatamadıklarımı, inandıramadıklarımı bir gün bir şarkı anlatır. Yada bir kuş sesi, bir kanat çırpması. Belki de durgun bir denizde kıyıya vuran bir dalga sesi.
Şimdi sensiz yüreğim ve ruhum hırçın bir deniz. Sen bakma iyi göründüğüme. Sen bakma madalya törenlerinde gururlandığıma. Kalabalıklar içinde hep bir başımayım. Evimizin her yeri senin kokunu ve izlerini taşıyor. Yeni emekleyen yavrumuz senin fotoğrafına doğru geliyor. Onda senin kokunu buluyorum. Onda senin sıcaklığını ve sevgini.

Oysa çok büyük şeylerde gözümüz yoktu. Köyde tamir ettireceğimiz evde mutlu bir hayat yaşamak ve sabahları gidişini korkmadan bekleyeceğimiz günler hayal ediyorduk. Sen başkaları korkmadan beklesin diye bir daha dönmemek üzere gittin.
Avuçlarına kına yakılarak gittiğin yerden, kan revan içinde al bayrağa sarılı döndün. Söyle buna yürek nasıl dayanır?
Sen gittiğini sandın. Sen gidince biz yarım kaldık.
CEVDET AYAN