Savruliye(25) Haydar İsyanlarda

SAVRULİYE (25)
HAYDAR İSYANLARDA
     Kaç gündür genç bir çocuk Haydar'ın çevresinde dolanıp duruyor. İki yerden iş teklifi varmış. Birlikte gidelim iyi para veriyorlar diyor. Haydar tanımadığı kişiyle işe gitmez. Bu çocuğun babasını uzaktan tanıyor. Roman Ahmet denilen biri. Zamanında iyi iş yapmış sevilmiş , beğenilmiş ama artık yaşlandığı için çalışamıyormuş. Eskiden tanıyanlar,  bugün bile arayıp soruyorlarmış adamı.  Oğlu Cem, okumamış, babasının yolundan para kazanmak istiyormuş.  Aklı olan bu işi seçmez ama gençlere anlatamazsın!
     Neyse, onların da yolunu açmak, bir şans vermek lazım.  Sonunda Haydar işi kabul etmiş. Teklif edilen para az buz değil. Çamlıdağ Köyünün Muhtarı evlatlığını anlı şanlı bir düğünle evlendirecek. Kendi çocuğu olmadığı için, ölen kardeşinin beş oğlundan birini nüfusuna geçirmiş. Bu çocuğa dedesinin adı verildiği için ailede özel bir yeri varmış. Oğlanı görseniz, görür görmez tövbe edersiniz.Saçları seyrek sepildek... Kaş kirpik hiç yok! Göz yuvaları jiletle çizik atılıp açılmış gibi. Muhtar bunu beş çocuğun içinden ,babasının adını taşıyor diye seçip almış. Kendi çocuğun olsa, Allah bunu verdi der kabullenirsin de; sen bunu, beş çocuğun arasından nasıl seçtin be adam? Yoksa öbürleri bundan daha mı şeydi , Allah vermesin... Ha!  Babanın adını taşıyor diye seçtiysen, sen yine hangisini beğendiysen onu seç , adını da Mahmut koy! Bunu da mı akıl edemedin? Tövbe...Tövbe... Tövbe...
       Bu köyden başka köye gidilip gelin alınacak...  Sabahın köründe taksi gelip Cem' le Haydar' ı almış. Haydi hayırlısı diye başlamışlar işe, parayı da peşin almışlar ama Muhtar, bildiğin deli! Yanına aldığı kahyayı  her işe koşturuyor, beş dakikada bir ağzına geleni sayıp döküyor.  Adam  onun yanında tam bir ezik. Muhtarın olmadığı yerlerde aslan parçası.
      Çamlıdağ Köyü  tepelerde ormanlık bir alan. Köyde kahya ve muhtar bunları karşılamış, harika bir kahvaltı sofrasında  karınlarını tıka basa doyurmuşlar. Taze manda kaymağı, tereyağ, petek bal, yumruk kadar haşlanmış yumurtalar, sıcak köy ekmeği. Muhtarın acelesi var bir an evvel yola koyulmak. Kadınlar ve çocuklar at arabasına binecekler, muhtar karısı ve bir iki yakın akrabasıyla kendi arabasında  olacaklar. Diğerleri gelinin köyüne yürüyerek gidip dönecekler. Söylediklerine göre kızın köyü çok uzak değil yürüme mesafesi denilebilir. Yürüme mesafesi, kişiye göre değişir ama  Haydar ve Cem genç adamlar. Cem zurnasını kılıfında taşıyor, davul taşımak zor. Hiç olmazsa davulu arabaya alsalar iyi olacak ama Haydar davulunu kimselere emanet edemiyor, çoluk çocuk vururlar patlatırlar, oralarda rezil olmak var işin içinde. Zaten arabalarda iğne koyacak yer yok. Muhtar ( Haydi afiyet olsun. ( Giyinin çıkın yola biran evvel!)diye kalkıyor sofradan.) Giyinip , ne giyecekler, her zaman ki kıyafetleriyle gidecekler işte. Yok efendim, davul zurna çalanlar; sırmalı yelek ve şalvar giyecekler,  bellerinde kuşak başlarında sarık olacakmış! Haydar, bunca işe gitmiş hiç böyle giyinmemiş. Cem zaten işe yeni başlamış.( Biz üstümüzdeki kıyafetlerle geldik, böyle çalacağız.) deyince, muhtar delirmiş.İspenç horozu gibi önüne gelene dikleniyor.  Kahya bu duruma alışık alel acele herkesi seferber edip bunlara kıyafet buluyor. Cemin şalvar büyük belinde durmuyor, Haydar'ınki hem kısa hem dar. Yelekler dersen pullu işli, üçer metre kuşak bellerine sarılıp çengelli iğnelerle sıkıştırılıyor, sarıklar anlatılır gibi değil... Bunlar köyde biraz çalıp yola  çıkıyorlar. Araba yolu kıvrılarak uzandığından o yolu seçmeyip kestirmeden gidiyorlar güya... Yürü Allah yürü! Güneş tepeye çıkıyor, sıcak bir yandan yokuş bir yandan çanlarına okuyor. Yolun yarısında bir çeşme varmış. Haydar o çeşmenin hayaliyle yürüyor. Elini yüzünü yıkayacak bir derin nefes alacak. Git git çeşme görünürlerde yok. Biraz gücü olsa  ( Hani nerede bu çeşme?) diye soracak ama gücü yok. Bir süre sonra yanındakilerin konuşmasından anlıyor ki; çeşmeyi geçmişler! ( Yaa kardeşim çeşmeye gelince niye söylemediniz, elimizi yüzümüzü yıkar  serinlerdik biraz!) deyince aldığı cevap yüreğine iniyor. Meğer çeşme dedikleri; yıllar önce orada akan minik bir dere varmış, o derenin suyuna oluk bağlanıp uyduruk bir çeşme yapılmış. İnsanlar dereden su almaya kalkıp içine düşüp boğulmasınlar diye bu oluk kullanılıyormuş. Sonra dere yatağı kurumuş sadece oluk kalmış. Ama buranın adı çeşme olarak biliniyormuş. Hadi sudan vazgeçsinler bir de tuvalet sıkıntısı var. Bu üç metrelik kuşak nasıl sökülüp sonra nasıl yeniden bağlanacak. Haydar  başlamış söylenmeye( Kafama  edeyim, lan başka meslek mi yoktu yapacak? Hadi anan , baban yoktu kimse sahip çıkmadı, kafan basmadı okuyamadın!ç Sucu olaydın musluk tamir edeydin, marangoz olup tahta kesip , çekiç sallıyaydın, aşçı olaydın, hamamda tellek olaydın! Ulan yapılacak iş mi bu? Şu çektiğimize bak! Kıçımızda şalvar, başımızda sarık, belimizde kuşak Allah' ın unuttuğu yolda düğüne gidiyoruz. Köy uzaktan görününce çalmaya başlıyacakmışız, kız evi  heyecan yapacakmış, oynaya oynaya bizi karşılayacaklarmış. Ulan onlar oynarken bizaltımıza yapacağız kimsenin haberi yok! ) Cem sessiz sedasız dinliyor bir yandan da içinden Haydar' a hak veriyormuş. Sonunda köye ulaşıp davul zurna ile köyden çıkmışlar. Gelin arabası uzaklaşmış arkasından da at arabası gözden kaybolmuş. Gelirken, yol yokuş aşağı olduğu  için sözüm ona kolay gelmişler dönüş daha zor olacakmış... Köylüler  yol konusunda ikiye ayrılmışlar. Bir kısmı geldikleri yoldan dönecek, bir kaç kişi de bahçelerin arasından  daha kısa bir yol varmış oradan gidecekler. İkinci  seçenek yol biraz karışık olduğu için fazla tercih edilmiyormuş ama yine de ( Ben bu yolu iyi bilirim!) diyen adamın peşine  takılmış ormana dalmışlar. Bir süre daha önceden gelip geçenlerin ayak izleriyle düzleşip belirginleşmiş yolu izlemişler. Bir süre sonra izler silinmiş yol yok olmuş. Bilirim diyen adam önde bunlar arkada başlamışlar yürümeye. Ot, taş, çöp , çalı ne varsa üzerine basıp düzleye düzleye yürüyorlarmış. Haydar' ın sırtında davul olduğu için yol alması tabii daha zor. Alçak dallar davula takılıyor yürümesini daha da güçleştiriyormuş. Haydar yine söyleniyormuş.( Allah benim gibi kafasısız bin belasını versin. Ulan çalacak alet mi yok? Saz çal, ut çal, oturduğun yerde darbuka çal! Davul nedir yaaa?  Bıraksan bırakamazsın, taşısan taşıyamazsın! Güneşte kalsa, derisi kurur çatlar... Biraz ıslansa, deri kendini salar, vurunca ses kötü çıkar. İkide bir vidaları paslanır, sıkışır. Sopaları çatlar, orda burda unutulur kaybolur... Böyle söylene söylene giderken yeni sulanmış bostanlara dalmışlar. Attıkları her adımda çamur enselerine sıçrıyormuş. Cemin tek ayakkabısı çamurda ayağından çıkmış farkında değil, farkedince diğer  tekini de kendi çıkartıp atmış. İşin en acı yanı;  oğlan evinin önünde oynamak için bunları bekleyen kalabalığı görmek olmuş. Döndüklerine sevinememişler bile Cem zurnayı acı acı öttürmüş.

Haydar davuluna o öfkeyle vurmuş da vurmuş!

 ULVİYE KARA AKCOŞ  /BANDIRMA/15-11-2021