Onur Meselesi - Ferhat Dizman

Onur Meselesi... 

 Ferhat Dizman

 

Çocukken mahallede futbol oynardık, doğru düzgün topu olan tek arkadaşımız Emrah'tı. Hâliyle etrafında pervaneydik hepimiz. Maçta kuralları o koyar, canının istediği her şeyi yapardı. Takımının yediği golleri saymaz, topu kaybedince "Faul yaptınız bana!" derdi.

Bir gün canıma tak etti, "Eeehh yetti be! Başlarım sana da topuna da!" deyip çıktım maçtan, Emrah arkamdan bağırıyordu: "Sana bi daha top yüzü göstermiycem nah oynarsın artık!"

İstedim ki diğer arkadaşlar maçı bırakıp bana destek olsunlar. Olmadılar.

Biri hariç, adı İbrahim'di.

O iyi ruhlu arkadaşım, peşimden geldi. Aramızda anlaştık, yemeyip içmeyip para biriktirecek ve futbol topu alacaktık. 3-4 hafta sonra aldık da.

Emrah gibilerine boyun eğmeyecektik artık. İkimiz oynamaya başladık, Emrah bize bakıp bakıp sırıtıyordu ama ilk yenilgisini tatmıştı.

İbrahim'le aylarca bekledik, belki aralarından bize katılan olur diye. İyice ümidi kesmişken Ârif çıkageldi. "Bundan sonra o gebeşle oynamak yok, ben sizinleyim." Sarıldık üçümüz. Başka da gelen olmadı. Emrah ve avanesi bize "Şeytan Üçgeni" adını takmışlardı. Gülüyorduk anca.

Sayımız azdı ama gönlümüz bol, içimiz rahattı. Bir haksızlığa çocuk kalbimizle direnmiştik, toplu isyana dönüşmese de.

Hayatın serencamı da öyle değil mi?

Eğer haklıysan tek kişi de olsan pek gücüne gitmiyor başına gelenler. Ezilmek başka...

Yaşına başına bakmadan un ufak ediyor.

Zaten İbrahim hep böyle bir çocuktu, küçük bedeninde büyük bir gurur taşırdı.

Bir gün okuldan eve dönerken yolda ona sormuştum:

 

"Okulun futbol takımından ayrılmışsın, sebep ne?"

İbrahim burukça gülümseyerek şöyle demişti: "Beden hocası çok bağırıyor bize, ağzı bozuk. Ben oynamam öyle yerde." Kendince gurur yapmıştı, ameliyatlı olduğum beni de almamıştı hoca takıma. Okul takımının maçlarını bazen izlerdik.

"Pişman mısın takımda oynamadığına?" diye sorduğumda "Yoo niye pişman olayım, baksana hoca sürekli azarlıyor herkesi, insanda gurur diye bir şey var."

Bu lafı etkilemişti beni, ne güzel bir şeydi kendine saygı duymak. Zaten İbrahim mahalledeki iki bakkaldan uzak olanına giderdi.

Çünkü bakkalın biri suratsız, dükkâna gelen müşteriye hiç iyi davranmayan bir adamdı.Dükkân mahallenin ortasında olduğu için müşterisi boldu. Öbür bakkal ise mahallenin dışında, ana yola yakındı. İbrahim üşenmeden hep o bakkala giderdi. Sebebini anlamıştım tabi, onu tanıyordum.

8.sınıfa geçtiğimiz günlerdi, İbrahim'in C şubesinden bir kıza âşık olduğunu duymuştum. Gidip gülerek "Hayırlı olsun, yengemiz pek güzel." dediğimde yüzüme öyle tuhaf bakmıştı ki fazla konuşamamıştım. Meğer İbrahim'in derdi başkaymış, kıza mektup yazıp duygularını anlatmış ama...

Kızdan gelen cevap onu yaralamış. "Benim peşimde kaç kişi koşuyor haberin var mı? Seni niye kafama takayım ki, niye bana âşık oldun?" demiş kız buna.

"Eee ne olacak şimdi?" diye sorduğumda İbrahim gülümseyerek "Olacağı şu, bu kız benim için bitmiştir, gururumdan önemli değil ya."

İbrahim'e hak vermiştim, insanın gururu zedelenirse hiçbir işten hayır gelmez.

Yıllar yılları kovaladı, İbrahim makine mühendisi oldu ben öğretmen.

Bu çocukluk anılarını konuşurken şu lafını unutamam: "İnsanı onurundan bağımsız düşünemeyiz, insan kendine saygı duydukça insandır."

Ve şunu da eklemişti: "Ben o suratsız kaba saba bakkala gitmeyerek, bize hep bağırıp küfür eden hocanın takımından ayrılarak, beni diğerleriyle aynı kefeye koyup değersizleştiren o kızdan uzak durarak onurlu bir duruş ve tercih gösterdiğime hep inandım. Haksız mıyım arkadaşım?"

Bu mesele üzerine çok düşündüm sonraları.

Haklıydı İbrahim, yerden göğe kadar haklıydı arkadaşım.

Vasatlığın konforuna sırtını dayayanlar ne bilsin onun gibilerin hâlini, duruşunu..

Hayat öyle anlarda gerekirse "dikenli yola" sapıp kendini yeniden ve onurluca var etmek değil midir?

Ferhat Dizman, Türkçe Öğretmeni - Eğiim Sen Bandırma İşyeri Temilcisi

BANDIRMA/15-062020