Ölüm ve Ölümsüzlük Üzerine

ÖLÜM VE ÖLÜMSÜZLÜK ÜZERİNE
Yaşadığımız dünyada, çeşitli coğrafyalarda her gün binlerce insan çeşitli nedenlerle ölüp gitmektedir. Savaşlarda ölenler, iş kazalarında ölenler, cinayete kurban gidenler, amansız hastalıklardan ölenler, pandemiden ölenler, ölenler, ölenler…
Mezarlık girişinde; “Her canlı bir gün ölümü tadacaktır!” diye ürpertici bir cümle ile karşılaşırız. Bu uyarıcı ifade şu anlamı içermektedir: Her canlı mutlak surette ölümlüdür! Doğruluğu yadsınamaz totolojik söylemin yarattığı çaresizlik duygusu, insanlığı, bir başka dünyada yaşamın sürdüğü inancına taşımaktadır. Bilinmezliğe ve dolayısıyla “tevekküle” sürüklemektedir bu düşünce tarzı.
Ölüm olgusu, doğanın bir yasasıdır, tıpkı “yer çekimi yasası” gibi. Nasıl ki yer çekimi yasasına rağmen insanoğlu uçakla gökyüzünde seyahat edebilmekte ise, ölümün karşısında yıkılmadan, dimdik ayakta kalmayı da başarabilmektedir. Eksilenlerin yerleri doldurulmakta, bebek doğumlarındaki sürekli artışlarla telafi edilmektedir. Şairin dediği gibi; “Hoş geldin bebek, yaşamak sırası sende!”
Canları yiyerek beslenen “ölümün ölmesi”, ortadan kalkması mümkün görünmediğinden, bireysel ölümlerin önüne de geçilemiyor. Ama her şeye rağmen, İnsanlık ilkçağlardan beri ölümsüzlüğü aramayı sürdürmüş, ölüme bir çare bulmaktan vazgeçmemiştir. Gılgamış Destanı’nı okuyanlarınız bilecektir; Yazılı tarihin ilk destanı olan ve günümüzden 4500- 5000 sene önce yaşanmış olan mitolojik efsaneye göre, bireysel ölümün önüne geçmek üzere yola çıkan Gılgamış, birçok maceraya katlandıktan sonra, bin bir güçlükle “Ölümsüzlük otu”na kavuşur. Ölümsüz insan Utnapiştim, Gılgamış’a ölümsüzlük otunun yerini gösterir; denizin derinliklerindedir bu yer. Hiçbir insanın başaramayacağı bir şeyi Gılgamış başarır ve ölümsüzlük otunu oradan çıkarır. Yüzerek kıyıya gelir ve kralı da olduğu Ur şehrine doğru yola çıkmak üzere nefeslenirken, bir yılan sinsice yaklaşıp otu kapıp kaçar. Böylece, bireysel ölümsüzlük yılanlara geçmiş olur ve yılanlar, deri değiştirmek suretiyle ölümsüzlüklerini sürdürebilirler. Sümer tabletlerinde yazılı olarak bulunan Gılgamış Destanı’na göre, ölümsüz insan Utnapiştim’in dinler tarihindeki adı, Büyük Tufanda anlatılan Nuh Peygamber’dir. Ölümsüzlüğün ve sağlıklı yaşamın sembolü olan yılan ise, o gün bugündür Eczacılık ve Tıp biliminin amblemini oluşturmaktadır.
Peygamberlerden söz açılmışken, Lokman Hekim’in ölümsüzlük arayışından bahsetmezsek haksızlık yapmış oluruz. Peygamber olup olmadığı tartışmalı olan Lokman Hekim, Eyüp peygamber zamanında, M.Ö. 1200’lü yıllarda Şam’da doğup yaşadığı rivayet edilen Arap kökenli bir hekimdir. Efsaneye göre 500 sene, 1000 sene, hatta çok daha uzun yaşadığı ve hastalara şifa dağıttığı söylenmektedir. Ayrıca, Kuran’da Lokman suresi bulunduğu ve Hekim’den övgüyle bahsedildiği de bilinmektedir. Lokman Hekim, birçok efsanede anlatıldığı gibi “Ölümsüzlük İksirini” bulmuş ama ne yazık ki kâğıda yazmış olduğu formülü nehre düşürmek suretiyle kaybetmiştir. 
Son olarak, ölüm ve yeniden dirilmeye güzel bir örnek olarak; Adonis’den bahsedebiliriz. Adonis, Yunan mitolojisine göre, tanrıçalar arasında güzellik kraliçesi de seçilmiş olan Aphrodite ile aşk yaşadıktan sonra ölen, ama bir süre sonra yeniden dünyaya gelen olağanüstü yakışıklı bir ölümlüdür. Bazı kaynaklara göre, bahar tanrıçası olan Persephone da, erkeksi güzel Adonis’e âşık olmuş, ne var ki ondan gerekli ilgiyi görememiştir, çünkü Adonis’in gözü Aphrodite’den başkasını görmemektedir. Persephone, kıskançlık ve ihtirası yüzünden, bir yaban domuzuna Adonis’i öldürtür. Baharla birlikte yeniden dirilen Adonis, dünyaya tekrar gelişini aşk tanrıçası Aphrodite mi, yoksa bahar tanrıçasının sonsuz aşkına mı borçludur? Burası muamma olarak kalmıştır. 
Tekil anlamda, hatta gruplar halinde, “tikel” olarak toprağa karışan canlıların yerini yeni doğanlar tamamlamakta ve yeni yaşamlar yeşermektedir. Yazının başında da belirttiğimiz gibi; İnsanlar, hayvanlar ve bitkiler, hülasa tüm canlılar ölümlüdürler ama üremek koşuluyla yeniden dünyaya gelirler. Yeniden doğanlar, şüphesiz ki farklı fiziksel yapıda ve farklı bedenlerde, kalıplarda varlıklarını sürdürürler: Ölüm ve yeniden doğum arasındaki farktır bu. Böylece, bu olgu, yani ölüm- yaşam sarmalı sürüp gitmektedir… Güneş bile sabah doğarken, akşam saatlerinde batmaktadır, ama bir sonraki doğan güneş, bir önceki güneşle aynı güneş değildir. Ne demişti diyalektik mantığın öncüsü Heraklitos; “Her şey akar”, yani her şey değişir ve hiçbir şey aynı kalmaz, “Aynı akarsuda iki kere yıkanılmaz!” Dere aynı deredir ama akıp giden sular farklıdır. Diyalektik düşünce sistemi olaylara ve olgulara bu şekilde yaklaşırken, bizim eğitim sistemini oluşturan formel mantığa göre, bir şey “A” ise “A” dır, “B” ise “B” dir; aynı şey hem”A” hem de “B” olamaz! İddiasındadır. Ölüm konusundaki düşünce tarzı da aynıdır; “Her insan ölümlüdür, Ahmet de bir insandır ve Ahmet de ölümlüdür!”
 Karşıtların birliği diyalektik yasasına göre, her şey karşıtıyla birlikte vardır; ölüm varsa yaşam da vardır, kötü varsa iyi de vardır, gibi. Ve bu karşıtların çatışmasıyla, çelişkisiyle de hareket süreci, yani ilerleme mümkün olmaktadır. Her gün ne kadar insan ölüyorsa, çok daha fazlasıyla doğumlar gözlemlenmekte ve Dünyanın nüfusundaki sürekli artış da bu durumu kanıtlamaktadır.
31.05.2022, İzmir/ Sedat Pamuk