O zaman Adama sorarlar

O ZAMAN ADAMA SORARLAR 

Bu hafta, 23 Nisan 1920 den 95 yıl sonrayı yaşayacağız.

Öyle ise 95 yıl önceye dönelim.

İstanbul işgal edilip, Meclis-i Mebusan’ın dağıtılmasıyla ortaya yeni bir durum çıkmıştı. 
Mustafa Kemal, 18 Mart 1920 de yayınladığı bir genelge ile: Ankara’da yeni bir meclis toplanacağını, seçimlerin yapılmasını, her ilden seçilecek beş üyenin on beş gün içerisinde Ankara’ya gelmelerini istedi.

23 Nisan 1920 de Anadolu’dan seçilip gelebilenler, İstanbul’dan kaçarak Ankara’ya ulaşabilenlerle birlikte 115 mebus ile meclis açıldı. Mebusların ilk işi meclisin adını: Türkiye Büyük Millet Meclisi koymak oldu. 

Ve kararlar almaya başladılar.

* TBMM’si üstünde bir güç yoktur.
* TBMM’si kanun yapma, yürütme ve yargı yetkisine sahiptir.
* Ulusal iradeyi vatanın geleceğine egemen kılmaktır.
* Saltanat ve halifelik makamlarının geleceği meclis tarafından belirlenecektir.

Görülüyor ki, halife olan padişah iş başındadır ve geleceğine TBMM’si karar verecektir. 

O zaman soralım: 
Ankara’da ülkenin kaderini TBMM’si eline alırken Padişah ne yapmaktadır? 

Cevabı, çok acı bir gerçek ama Sevr Antlaşması’nın imzalanması için Ahmet Tevfik Paşa’yı Paris’e yolcu etmektedir.  

O Sevr Anlaşması ki,

Ordunun dağıtılmasını emrediyor, Boğazların kontrolünü 1. Dünya savaşı galibi olan itilaf devletlerine bırakıyor, uslu durması ve antlaşmanın şartlarına uyması şartı ile Padişah Vahdettin’e İstanbul’u veriyordu. 

Dahası var, ülkeyi parçalıyor: Fas, Tunus, Suriye ve Lübnan’ı FRANSIZLARA; Arabistan, Yemen, Irak, Filistin, Mısır, Sudan, Kıbrıs’ı İNGİLİZLERE; İzmir ve Aydın başta olmak üzere Batı Anadolu’yu YUNANLILARA; Afyon’dan Kayseri’ye kadar uzanan çizginin güneyinde kalan toprakları İTALYANLARA bırakıyordu.

Bitmiyor, Anadolu topraklarında Ermeni Devleti ve Kürt Devleti kurulmasını emrediyordu.

Sonucu özetleyelim.

Bir tarafta,  Mustafa Kemal: Anadolu’nun bağrında TBMM’sini toplayıp, Anadolu’nun kaderini Anadolu’nun insanına veriyor; diğer tarafta: ‘Ecdat’, vatan topraklarını: Fransızlara, İngilizlere, İtalyanlara veriyor, üstüne üstlük Ermeni ve Kürt devletleri kurulmasına razı oluyordu.

23 Nisan ve milli bayramlarımızı salonlarda kutlamak için kararlar alındığını bu kararların ilgililere gönderildiğini hepimiz hatırlıyor olmalıyız. 

1920 yılının 23 Nisan günü öyle protokol bayramı olarak kutlanacak bir bayram değildir, çocuk bayramı hiç değildir. 

23 Nisan, 1921’de Milli Bayram olarak kutlanmaya başladı, 1927 yılına kadar da o günlerin Çocuk Esirgeme Kurumu ( Himaye-i Etfal Cemiyeti)’nin kutladığı Çocuk Bayramı ile birlikte kutlandı. 1935’te adına Milli Hâkimiyet Bayramı dendi. Ta ki, 1981 yılında yani ‘darbe’ döneminde iki ayrı bayram birleştirilerek Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı olarak kutlanmaya başlandı. 

Mustafa Kemal’in de destekleyip hamilik ettiği, Dünyanın tek çocuk bayramına ve kutlanmasına itirazım olduğu düşünülmesin ama işin aslı böyleyken böyle… 

Hepimizin, Milli Hâkimiyet (Ulusal Egemenlik) Bayramı kutlu olsun!

 

 
NOT: Şimdi, hiç kimse 22 Nisan 1920 de Ahmet Tevfik Paşanın ‘bu maddeler devlet kavramı ile bağdaşmaz’ itirazı ve İstanbul’a dönmesi ile birkaç ay ertelenen imzalama işlemi için Sevr imzalanmadı, Padişahın imzası yok falan demeye kalkmasın.

O zaman adama sorarlar: 

Sadrazam Damat Ferit Paşa, Bağdatlı Mehmet Hadi Paşa, Rıza Tevfik Bey ve  Reşat Halis Bey, 10 Ağustos 1920'de Paris’in Sevr mahallesinde; Britanya İmparatorluğu, Fransa, İtalya, Japonya, Belçika, Hicaz Krallığı, Portekiz, Romanya, Ermenistan, Polonya, Sırp-Hırvat Cumhuriyeti ve Çekoslovakya temsilcilerine defile düzenleyip, özel imza günün mü düzenlemişlerdi? 

Yoksa, Sevr antlaşmasını mı imzalamışlardı?