"Nasıl Bu Kadar Kötü Olabiliyorsunuz"

Cevdet Ayan Yazdı: 

“NASIL BU KADAR KÖTÜ OLABİLİYORSUNUZ?”

Radikal kötülükler karşısında dili tutulan bir grup Alman kökenli filozof ömürlerini "İnsanoğlu neden ve nasıl bu kadar kötü olabiliyor? Kötülüğün kaynağı nedir? " sorularını cevap aramakla geçirmişler. Günümüze kadar hiçbir çalışma gerçekten kötülüğün kaynağını bulup yok edemedi. Kötülükle ilgili olarak T. Adarno "Hiçbir kötülük, kötülük olarak tarif edilmekle düzeltilememiştir." diyerek mevcut durumun vehametini ortaya koymuştur.

Sanırım Türkiye bugünlerde filozofların verdiği yanıtlardan daha fazlasına ihtiyaç duyuyor. Sorun anayasa değişikliği değil. Sorun daha fazlası. Her gün bir yerde patlayan bombalar, gittikçe gerilen siyasal ortam, kamplaşan toplum, yalnızlaşan bir Türkiye.

Sorun iyiliğin ve hoşgörünün tümden yok olma olasılığı ve endişesi...

Türkiye son bir ay içerisinde Kayseri, İstanbul ve İzmir başta olmak üzere pek çok saldırıya maruz kaldı. Ortamı yumuşatacak, siyasal gerilimi azaltacak hiç bir söylem duymadık. İstanbul ve İzmir saldırılarından sonra kamplaşma iyice gün yüzüne çıktı. Sosyal medya İstanbul ve İzmir saldırılarını sevinenlerle dolu.

Meclis ne yapıyor? Başkanlık sisteminin kavgasını veriyor. Tehdit, şantaj dayak ne ararsan var.

Soru net. NEYİN PEŞİNDESİNİZ?

Türkiye A. Necdet SEZER dönemini saymazsanız zaten fiili olarak başkanlık rejimi ile yönetiliyor. Sizi engelleyen tek şey kör topal giden yargıydı. O da hakkın rahmetine kavuştu. Ama hiçbir şey iyiye gitmedi, gitmiyor.

Bu ülkede şehitler bile ayrıştırıldı. Ortak acılar yok artık. 14 yaşında ölen çocukların ailelerini miting meydanlarında yuhalattınız. Onları terörist ilan ettiniz. Ailesinin yas tutmasına bile izin vermediniz. Ne değişti? Huzur mu geldi? İstikrara mı ulaştık? Ekonomi mi düzeldi?

Artık bu topraklarda muhalif olmak zor iş. Kelle koltukta gezmek gibi bir şey. Elbette terörle bağlantısı olanlar en ağır cezalarla cezalandırılmalı. Ama olağanüstü halde kim terörden kim hükümete muhalefetten gazaba uğrayacak belli değil. Cumhurbaşkanı, başbakan yanlarını Bahçeli’yi de alarak Suriye'ye değilse bile kesinlikle kendi muhaliflerine karşı seferberlik ilan etmiş durumda.

Yargının güvenirliğini ve tarafsızlığını yitirdiği, yürütmenin hukuku tanımadığını açıkça itiraf ettiği, yasamanın cumhurbaşkanı tarafından ablukaya alındığı bir sistemde kontrol edilemeyen tek mecra muhalif yazar ve çizerler. Elbette yazmak için yüreğin yetiyorsa.

İşte tam da bu noktada, vicdanın, hukukun, ahlâkın, asgari müştereklerin tamamen yok olduğuna dair karanlık bir çaresizlik bulutu, tıpkı 19 Mayıs 1919 öncesi gibi, Türkiye'nin üzerine çökmüş durumda.

Bugün Türkiye'de sadece aydınların değil, politik gelişmeleri izleyen her insanın aklındaki soru şu:

Kötülüğün, öfkenin, nefretin, ötekileştirmenin, düşmanlaştırmanın sonu nereye varacak?

Her seçim sonrası klasikleşen balkon konuşmalarında “ne kadar kucaklayıcı” diyen aydınlar yazarlar nerede?

Dönemin Başbakanı "Dinini ve kinine sahip çıkan bir nesil istiyorum" dediğinde yeteri kadar eleştirilebilseydi bugün Atatürk İlke ve Devrimleri eğitim müfredatından çıkartılmaya cesaret edilemezdi.

Ortam çok gergin. Bu gerilim sürdürülebilir değildir. Öyle ya da böyle bitecektir. Referandumda bu kutuplaşmanın tarafı olanlar eğer bu hükümet giderse kendilerinin de küçük hayatlarında hesap  vermek zorunda kalacağını çok iyi bilmektedirler. İşte bu "küçük adamlar" yine “yetmez ama evet” diyecektir. Geri adım atılamayacak bir noktada olduğunu sezenler nihayet "Padişahım çok yaşa!" sloganı atacak noktaya gelmiştir.

Kana, kötülüğe, her türlü cerahate doymayan bu topraklar benzeri günleri çok gördü.  Ama her seferinde kötülükleri aşmasını bildi.
 

Yine bilecektir.

 

CEVDET AYAN - BANDIRMA 17-01-2017