Minareden At Beni, İn Aşağıya Tut Beni

MİNAREDEN AT BENİ, İN AŞAĞIYA TUT BENİ...
Eskiden minareler, islam dininin uhrevi güzelliğini simgeliyordu. Edirne'de ki köyümüze ilk minare yapıldında, günlerce onun güzelliği ve yüksekliğiyle övünmüştük. Neredeyse ilk aylar, "Meşeli köyünün minaresi meşeden, bizim minaremiz betondan, emi de yirmibeş metre..." diye uzun uzadıya tartışmalı sohbetler yapardık.
Ne yazık ki, minareler artık kullanılmıyor. Müezzinler veya imamlar  minarenin şerefesine çıkıp, elini kulağına koyup, bir kaç kez öksürüp sesinin akortunu yaptıktan sonra " Ezan-ı Muhammed'i" okumuyor.
Edirne öğretmen okulunda okuduğum yıllarda, Selimiye Camisinin üç şerefesine, üç müezzinin birbirini görmeden, o kadar merdiveni tırmanıp aynı süre içerisinde birlikte sela okumaları ne kadar güzeldi. Ne var ki, bütün şiirsel görüntüsüne karşın, minarelerin o zaman bir işlevi vardı. Müezzin merdivenleri çıksın, şerefesinden saaatine ve ufka baksın, vakit geldiğinde elini kulağına atıp, insan sesini ezanın musikisinde muminlere duyursun diye yapılmıştır. Minare amaçsız bir yapı değildir.
İlhan Selçuk, bir yazısında şöyle bir yorum yapıyor: 
"Ateşe ateşe tapanı da yakar, İlim bilime karşı çıkanı da kapsar. Buna karşı Frenk, bilimsel ve teknik devrimi gerçekleştirdikten sonra bile, kiliselerin çan seslerini bilgisayarda yükselticilere bağlamadı.
Zangoç eski zangoçtur...
Notre Dame'in kamburunda' ki gibi..
Ya müezzin?
Dizlerinde derman mı kalmadı müezzinin, yoksa 'Bilimsel teknik devrimi' çok mu benimsedi? Minarenin dibinden seslenip tepesinden hoparlörü bangır bangır bağırtıyor."
Ve şöyle sorguluyor..
"Niçin cami yapılırken yanına minareler yapıldı? Merdivenlerini müezzinin tırmanmayacağı minare yapmanın anlamı nedir? Şerefesine çıkılmayacak minareye şerefe yapmak bizi şereflendirir mi? Yoksa ulusal geliri gösteriş için savuruyoruz diye günaha mı sokar? "
Bu sorulara varsın düşünen kafalar yanıt versin! Biz kendi sohbetimize dönersek; Kim bilir belki karadenizin yaylalarında, belki halkı göç etmiş meşeli köyünün onbeş merdivenli ağaçtan yapılmış minaresinde, soluklana soluklana yaşlı bir müezzinin, yüreğinin sesini dinleyerek, Allah'a biraz daha yaklaştığına inanarak, eli kulağında "Ezan-ı Muhammed'i"  okuyordur...
Ne kadar da güzeldi. İlkel yapı koşullarında bile öyle minareler yapmışlar ki, rüzgarda söğüt ağacı gibi nazlı nazlı sallanır; "Alem" lerin iz düşümü bulutlara vurur, şerefeler dua için göğe açılmış avuçlara benzerdi.
Şimdi, bütün bu ülvililikler kalktı. Artık Allah'a yaklaşma davetiyesinde insan sesi değişime uğradı(!) Artık ezanı kim okuyor? Nerede okunuyor? Bunları bile tahmin etmek güçleşti. Doğallığı yanında insan sesinin kendine özgü güzelliği de kayboldu.
Kısacası, muminler için, ezan için, insan sesi yeterli değilmidir?