Kıpçaklar,Gürcüler ..

MAKALE: GÖRKEM KARACA

Kıpçaklar, tarihi süreç içerisinde çok geniş coğrafyalara yayılmış, gittikleri her coğrafyaya
uyum sağlayıp oranın dilini ve dinini benimsemiş, Türkistan'dan Tuna'ya, Karadeniz'in
kuzeyinden Mısır'a kadar birçok milletin ve bölgenin tarihinde önemli rol oynamışlardır. Bu
geniş coğrafyalara yayılan Kıpçaklar, devlet kurmamış, bu yüzden de izledikleri politikalar bir
devlet politikası olmayıp, geniş bozkırların verimli otlaklarına hâkim olmak ve ganimet elde
etmek, paralı askerlik ile geçim sağlamak bu kitlelerin yaşam tarzını şekillendiren başlıca
unsurlar olmuştur. Kıpçaklar Bozkır yaşam tarzından taviz vermeyip sınırları olmayan bir
bozkır imparatorluğu yaratıp, başta Ruslar olmak üzere Macarların, Bizans'ın, Balkanlar ve
Kafkasların kaderini büyük ölçüde etkilemiştir.

 Bu savaşçı Türk boyu, XII. yüzyıl başlarında başbuğları Atrak önderliğinde Gürcistan'a girdi
ve ardından yüzyıllar sürecek olaylar silsilesi başlamış oldu. Tezimizde Kıpçakların kökenleri
ve ortaya çıkışlarını, kökenlerine dair birçok tezi, kadim Kafkas halkı Albanların Kıpçaklarla
bağlantısını, Bun Türk isminin tarihi dayanak noktasını, Kıpçak-Gürcü ilişkilerini, Kıpçakların
Gürcü ordusu içinde yer alıp birçok sefere katılmasını, bölge tarihini ne şekilde etkilediklerini
ele alacağız.

Kıpçaklar, tarihi süreç içerisinde çok geniş coğrafyalara yayılmış, gittikleri her coğrafyaya
uyum sağlayıp oranın dilini ve dinini benimsemiş, Türkistan'dan Tuna'ya, Karadeniz'in
kuzeyinden Mısır'a kadar birçok milletin ve bölgenin tarihinde önemli rol oynamışlardır. Bu
geniş coğrafyalara yayılan Kıpçaklar, devlet kurmamış, bu yüzden de izledikleri politikalar bir
devlet politikası olmayıp, geniş bozkırların verimli otlaklarına hâkim olmak ve ganimet elde
etmek, paralı askerlik ile geçim sağlamak bu kitlelerin yaşam tarzını şekillendiren başlıca
unsurlar olmuştur. Kıpçaklar Bozkır yaşam tarzından taviz vermeyip sınırları olmayan bir
bozkır imparatorluğu yaratıp, başta Ruslar olmak üzere Macarların, Bizans'ın, Balkanlar ve
Kafkasların kaderini büyük ölçüde etkilemiştir.

 Bu savaşçı Türk boyu, XII. yüzyıl başlarında başbuğları Atrak önderliğinde Gürcistan'a girdi
ve ardından yüzyıllar sürecek olaylar silsilesi başlamış oldu. Tezimizde Kıpçakların kökenleri
ve ortaya çıkışlarını, kökenlerine dair birçok tezi, kadim Kafkas halkı Albanların Kıpçaklarla
bağlantısını, Bun Türk isminin tarihi dayanak noktasını, Kıpçak-Gürcü ilişkilerini, Kıpçakların
Gürcü ordusu içinde yer alıp birçok sefere katılmasını, bölge tarihini ne şekilde etkilediklerini
ele alacağız.

Tezime başlarken ki en büyük amacım, kendi görüşlerimi ortaya koyabilmekti. Türkiye
tarihçiliğinde kendine pek yer bulamayan Gürcistan tarihi, Kıpçakların Gürcistan’daki
varlıkları, Hristiyanlığı benimsemelerine rağmen dillerini muhafaza edip günümüze kadar
ulaşan yazılı eserler bırakmaları, Kafkasya’da inşa ettikleri kiliseler gibi birçok konu uzun
süredir ilgimi çekmekteydi, bitirme tezim de bu araştırmalar konusunda bana bir fırsat oldu.
Özellikle Albanların Kıpçak Türkü olduklarına dair tezler üzerinde uzun süredir araştırmalar
yapmaktaydım, bu konuda beni en çok zorlayan kaynakların kıtlığı idi. Türkçe kaynaklarda
kendine pek yer bulamayan bu konuyu, Türkiye’de ilk olarak rahmetli Prof. Dr. Fahrettin
Kırzıoğlu çalışmış, Gürcistan Tarihine ve Kıpçaklara dair önemli çalışmaları Türk literatürüne
katmıştır. Günümüzde ise Türkiye’de bu alanda önemli çalışmalar yürüten Prof. Dr. İbrahim
Tellioğlu’nun çalışmaları bize önemli ölçüde fayda sağlamıştır. Tezimi yazarken beni en çok
zorlayan Türkçe kaynakların kıtlığı ve yabancı eserlere ulaşamamak oldu, yine de pandemi ve
uzaktan eğitim şartlarına rağmen ulaşabildiğim tüm eserlerden faydalanmaya çalıştım. Bu zorlu
süreçte beni her zaman destekleyen sevgili aileme, değerli arkadaşlarıma ve ilmî ve fikrî
hayatımda bana yol gösteren, kapılarını her daim açık tutan kıymetli hocalarım Prof. Dr. Muallâ
UYDU YÜCEL’e ve Dr. Fatma Aysel DINGIL ILGIN’a teşekkürlerimi sunuyorum.

**
Kafkasya bölgesi tarih boyunca Asya ve Avrupa arasında bir geçiş yolu sağladığı için
birçok kavmin geçiş noktası olmuş, coğrafi konumu sebebi ile önemli ticaret ve göç yollarını
da barındırmasıyla eski çağlardan günümüze dek önemini hala koruyan bir coğrafya olmuştur.
Günümüzde Türkler de olmak üzere birçok farklı kavime ev sahipliği yapması bu coğrafyayı
dil ve kültür bakımından çok zenginleştirmiştir. Coğrafi olarak dağlık bir bölgedir ve sıradağlar
ile kuzey ve güney olarak ayrılır, Daryal ve Derbent geçitleri bölgenin önemli geçitlerindendir
ve tarihten günümüze birçok ordunun geçiş yolu olmuştur. Sınırları doğuda Hazar Denizi ile
başlayıp Abşeron Yarımadası’nı da içine alarak batıda Karadeniz’in kuzeydoğusunda yer alan
Anapa Yarımadası’nı kapsar1
. Tarihsel süreç içerisinde İskitlerden Kıpçaklara birçok Türk
kavmi Kafkasya’ya akınlarda bulunmuş, Karadeniz’in kuzeyinden Anadolu ve Ortadoğu’ya
geçişlerde bir köprü olarak kullanmış, bazı Türk boyları da Kafkasya’ya yerleşerek burayı
vatanı bellemiştir. Kavimler Göçü ile Hunların ardından birçok farklı Türk boyu Karadeniz’in
kuzeyinde ve Kafkasya’da bulunmuştur. Türkistan coğrafyasında tarih sahnesine çıkan
Kıpçaklar, kitleler halinde Karadeniz’in kuzeyinde (Deşt-i Kıpçak), Kafkasya’da, Balkanlarda,
Mısır’da ve Macaristan’da bulunmuşlar ve bu geniş coğrafyalarda tarihin akışına yön
vermişlerdir. Doğudan gelen Kunların baskısı ile Güney Rusya bozkırlarına akın akın gelen
Kıpçaklar, Rus tarihinin şekillenmesinde önemli rol oynamıştır. Vladimir Monomah
önderliğinde birleşen Rusların yoğun saldırıları karşısında Don boylarından bir grup Kıpçak,
başbuğları Atrak önderliğinde 1118’de Gürcistan’a girdi2
. Bu tezde Kıpçakların Kafkasya
coğrafyasında hangi tarihlerde ortaya çıktığını, buradaki halklarla ilişkilerini ve en önemlisi de
Kıpçakların kökeninin Albanlara dayandırılması meselesini ele alacağız ve kaynaklar
doğrultusunda inceleyip, tarihsel kronolojiye uygun olup olmadığını ortaya koyacağız. “Kıpçak
Albanları” kavramının yanlışlığını ve Türk Tarihinin objektif bir şekilde ele alınmasına engel
olan bu meseleyi kaynaklardan yola çıkarak ele alacağız. Gürcü Krallığı ile ilişkilerini, bölge
tarihinin gelişiminde oynadıkları rolü ve Kafkasya’da Moğol istilası döneminde Kıpçakların
durumunu inceleyeceğiz.
I. BÖLÜM: KIPÇAK ADININ ETİMOLOJİSİ, KÖKENLERİ VE TARİH
SAHNESİNDE GÖRÜLMELERİ

1.1 Kuman-Kıpçak Adı

 Kuman Kıpçak adları, bu Türk boyunun tarih boyunca etkileşimde bulunduğu doğudan
batıya birçok kavim arasında farklı anlamlarda söylenegelmiş, bazıları aynı anlamı taşımış
bazıları ise birbirinden çok farklı anlamlara bürünmüştür. Kıpçak ismi bu Türk boyunu ve bu
boyu oluşturan bütün boyları içine alan bir üst kimlik olarak karşımıza çıkmaktadır3
. Hangi
dönemde ortaya çıktığı tam olarak bilinmeyen Kıpçak adının ilk kez Çin kaynaklarında
geçtiğine dair görüşler mevcuttur. “A.N. Bernştam, Çin vakanüvisi Sih-ma Ch’ien’in (M.Ö. II.
Yüzyıl) eserine ilk dikkat çeken kişidir. Onun “Tarih Notları” ismini taşıyan eserinde Hun
Yabgusu Mo-de’nin kuzeyde Kırgızlardan başka Ting-lingler ve Hsing-li halkı Yüi-she’ (Kuishe)lere karşı düzenlediği fetih hareketlerinden söz edilmektedir. Bernştam’a göre Yüi-she
(Kui-she) etnonimi eski Çincedeki bu hiyeroglifler Kıyçak şeklinde telaffuz edilmelidir ve
dolayısıyla Kıpçak etnik adının eski söyleniş şeklidir.”4
. VIII. yüzyılda Kıpçak adına Uygur
Yazıtları’nda rastlanıldığı belirtilmektedir. “S.G. Klyastorny’e göre Kıpçak adı ilk kez Uygur
Kağanı Moyun Çor (Bayan Çor) adına dikilen Şine Usu Yazıtı’nda (759) zikredilir: “Bizim
üzerimizde hâkim olan Türk-Kıpçak.” Burada onlara, Göktürk Kağanlığı’nın bir parçası
olacak şekilde Türk-Kıpçak denmektedir.”5
. XI. Yüzyılda batıya göçmeleri ile batılı
kaynaklarda yer almaya başlayan Kuman-Kıpçak adları Rus yıllıklarında, Latin ve Bizans
kaynaklarında, Alman kaynaklarında, Macar kaynaklarında Gürcü ve Ermeni kaynaklarında
görülmektedir. İslam kaynaklarında ise dönemin Arap müellifleri arasında Kıpçak adı
anılmakta ve Kıpçaklara dair önemli bilgiler verilmektedir. “Kuman/Kıpçakları, Bizanslılar ve
Latinler “Kumanos, Kumanoi, Cumanus Komani”, Ruslar, “Polovets”, Alman ve diğer batılı
milletler “Falben, Falones, Valani, Valwen, Pallidi”, Ermeniler “Khartes”, Macarlar “Kun”,
İslam kaynakları “Kıpçak (Kıfçak, Khıfşak) isimleri altında vermektedirler” Kuman Kıpçaklara verilen bu isimlerin ortak anlamları “sarı, sarımsı, açık sarı, saman sarısı”dır.”6
.
Kuman-Kıpçak adlarının manasına dair birçok farklı görüş bulunsa da en yaygın ve kabul edilen
görüş sarı, sarımsı, saman rengi, çöl rengi, bozkır rengi, bozkır halkı anlamlarına geldiğidir.
1.2 Kıpçakların Kökenleri
Kıpçakların kökenine dair birçok farklı görüş bulunmakta, Kimeklerin bir kolu olduğu öne
sürülmekte, onların Kimeklerden ayrı bir boy olduğu görüşü de bulunmaktadır7
. Kıpçakların
Göktürklerin batı kanadını oluşturduğu ve Hazarların da içerisinde yer aldığı bilinmektedir8
.
Kıpçakların kökenine indiğimizde karşımıza iki isim çıkar, Kimek ve Kun. Bu boylar
Kıpçakların ortaya çıkışında önemli rol oynamıştır. Kimekler, IX. yüzyılda Uygur
Kağanlığı’nın yıkılmasından sonra Tatarların yanı sıra Oğuzlardan da birçok Türk boyunu
içerisinde barındırmış, X-XI. yüzyılda İrtiş boylarında içerisinde Kıpçakların da yer aldığı bir
boylar federasyonu ortaya çıkmıştır9
. Kimeklerle oluşturdukları siyasi birlik ile tarih sahnesinde
görülmeye başlayan Kıpçakların Kimeklerden önce kökenleri Kuzey Batı Moğolistan ve Batı
Sibirya’ya dayandırılmaktadır10
. Kıpçaklar, Kimeklerle oluşturdukları bu ikili federasyonun
yönetici koluydu11
. Kıpçakların kökenine dair batılı tarihçiler tarafından öne sürülen bir görüşe
göre Kuman-Kıpçakların fiziksel özelliklerinden dolayı (Sarışın ve renkli gözlü olmaları)
onların Asyalı bir kavim olamayacağı, Moğol bölgesine yerleşmiş bir Hint-Avrupa kavimi
oldukları yönündedir. Bu iddianın elle tutulur hiçbir yönü yoktur, dönemin kaynaklarında
Kuman-Kıpçakların Türklüğünden birçok müellif söz etmiştir, günümüzde yapılan bilimsel
çalışmalar doğrultusunda bu görüşün geçerliliği kalmamıştır12
. Rus yıllıklarında da Kıpçakların
Peçenek ve Uz/Oğuzlarla aynı ırktan oldukları belirtilmiştir13
. 1.3 Kıpçakların Siyasi Tarihi
Bozkır yaşam tarzının bir getirisi olan sürekli hareket halinde olma durumu, Kıpçakların çok
geniş coğrafyalara yayılmalarına sebep olmuş, Karadeniz’in kuzeyindeki verimli bölge
zamanla onların adı ile anılmış ve Deşt-i Kıpçak olarak uzun yüzyıllar kaynaklarda yer
edinmiştir. Kıpçakların müstakil bir devletleri olmamış, tarih sahnesine Kimek Federasyonu ile
çıkmışlardır. Kıpçakların göçebelik için verimli otlaklara sahip olmaları, yağma ve paralı
askerlik ile kolay yoldan para kazanabilmeleri, onları devlet kurmaya meyil etmemiş ve “koyu
göçebe” olarak tasvir edilip bu şekilde tarihteki yerlerini almışlardır14
. Kimekler X. Yüzyılda
İrtiş boylarında yaşayan bir Türk kavmidir. Dönemin İslam müellifleri arasında Kimeklerin
soyu Tatarlara dayandırılmaktadır15
. Göktürklerden sonra Türkistan’da Uygur hakimiyetinin
başlaması ile Kıpçakların, Kimeklerle beraber Batı Sibirya ve Kuzey Kazakistan’a göçtükleri
bilinmektedir16. Arap müellif Gerdizî’nin Zeyn’ül Ahbar’da anlattığına göre Kimek boyları
arasında İmi, İmek, Tatar, Bayender, ve Kıpçaklar yer almaktaydı17. Kimekler dönemin birçok
kaynağında Kıpçaklarla birlikte anılmış, Kıpçakların Kimeklerin bir kolu olduğu, Kimekleri
oluşturan boylar arasında yer aldığı görüşleri bulunmakta, XI. yüzyıldan sonra ise Kimek adının
yerini Kıpçak adı almaktadır. Kimek ve Kıpçak boylarından oluşan bu devletin yıkılması
doğudan gelen göçler sonucu olmuştur. XI. Yüzyılın ilk yarısında Türkistan’ın doğusundan
büyük bir göç dalgası Kıpçakları batıya doğru itti, bu göçün sebebi Çin’in kuzeyinde kurulan
Moğol asıllı Kitay Devleti’nin saldırgan ve yayılmacı davranması idi18
. Kitayların önünden
kaçan boylar, Kıpçakları da yerlerinden etmiş ve batıya doğru büyük kitleler halinde göç etmeye
başlamışlardır. Kıpçakların İdil boylarında görülmeleri XI. yüzyıl başlarına rastlamış, Peçenek
ve Uzlardan boşalan bölgelere yerleşerek Kafkasların kuzeyine, Kuban ve Aşağı Don boylarına,
daha sonra ise Özü istikametine ilerlemişlerdir19
. Oğuzları ve Peçenekleri yerlerinden sürerek batıya doğru itmeye devam ederek Kiev Knezliği’nin güney sınırlarına kadar ulaşmışlardır20
.
XI. Yüzyılın başlarından itibaren Ruslar başta olmak üzere birçok kavimle temas kuran ve
çeşitli mücadelelere giren Kıpçaklar, Doğu ve Orta Avrupa’nın, özellikle de Rusların tarihinde
önemli bir yer tutmuş, Rusların milli kimliklerinin oluşumunda büyük rol oynamışlardır. Rus
Edebiyatı ve Tarihi açısından büyük önem taşıyan İgor Destanı, Kuman/Kıpçak-Rus
Mücadeleleri sonucu oluşmuş önemli bir eserdir. Birçok Rus knezi siyasi amaçları için
güzellikleri ile bilinen Kıpçak kızları ile evlenerek Kıpçaklarla akrabalık kurmuş ve onları iç
siyasetlerinde diğer knezlere karşı yanlarına çekmeye çalışmışlardır. Akdes Nimet Kurat,
Kıpçakların Rus topraklarına yaptıkları akınlar hakkında Kıpçakların Rus Knezliklerini ortadan
kaldırmak gibi bir amaçları olmadığını, devletleri olmadığı için devlet politikası gütmediklerini,
bu akınların sebebini Kıpçakların Rus şehirlerinden ve köylerinden yağma yolu ile ganimet elde
etmek istemeleri ve Kıpçaklardan kaçıp Ruslara sığınan Uzları ve Peçenekleri teslim almak
istemeleri sonucu yapıldığını söyler21
. Bize göre de devletleri olmayan Kıpçakların diğer
milletlere karşı ilişkileri belli çıkarlar üzerine kuruludur, bu çıkarlar çoğunlukla ganimet ve
verimli otlaklardır. Kıpçaklar ilk kez 1055 tarihinde Boluş önderliğinde Rus topraklarında
görülmüş, Pereyaslav Knezi Vsevolod Kıpçaklarla çarpışmaktan kaçınmış, hediyeler ile bu
tehditten kurtulabilmiştir ve iki taraf arasında barış vuku bulmuştur22
. Kumanların ilk büyük
saldırısı 1061 yılında Pereyeslav Knezliği’ne karşı gerçekleşmiş, Vsevolod önderliğindeki
Ruslar ağır bir yenilgiye uğramış ve bu olay Rus yıllıklarında şu şekilde anlatılmış;
“Polovetsler ilk defa savaşmak üzere Rus yurduna geldiler. Vsevolod onlara karşı 2 Şubat
tarihinde (şehirden) çıktı. Ve savaş oldu, Vsevolod’u yendiler ve savaştıktan sonra gittiler. İşte
bu murdar ve Allahsız düşmanların (Rus yurduna) ilk kötülükleri idi.”23
. Rus topraklarının
sınırlarında köylere ve şehirlere yaptıkları akınlarla ganimet elde eden Kıpçaklar aynı zamanda
ele geçirdikleri köleleri Kırım limanlarında Bizans’a satıyordu24. Ruslar steplerden gelen bu
tehditleri durdurmak için ormanların bittiği steplerin başladığı noktalara tahkimatlı şehirler,
toprak tabyalar, kilometrelerce uzanan hendekler oluştursa da bunların Kıpçak akınlarını
durdurmada bir yararı olmamıştır25
. Kıpçakların önünden kaçan ve Rus topraklarına sığınan Uzlar ve Peçenekler, Kıpçaklar ve Ruslar arasında tekrar sorun yaratmış ve ikinci defa
Kıpçaklar Ruslar üzerine akın düzenlemiş, 1068 yılında Pereyeslav Knezliği’ne
gerçekleştirdikleri saldırıda Kıpçaklar üç Rus Knezinin birleşik ordusunu ağır bir yenilgiye
uğratmış ve Çernigov sınırlarına kadar ulaşmışlardır26
. Bu yıllarda Kıpçakların düzenli olarak
Rus topraklarına akınlar düzenlediği bilinmektedir. 1090 Yılına kadar devam eden bu düzenli
akınlar, 1090 yılından itibaren giderek şiddetlenmiş, kaynaklarda 1090-1110 yılları Kıpçakların
en kudretli devri olarak yer almıştır27
. Çok geniş sahalara yayılan Kuman/Kıpçakların
oluşturduğu birliğin sınırları XI. yüzyılın başlarında doğuda Balkaş-İrtiş Havzası, Kafkaslarda
Kuban bölgesi, batıda Tuna boylarına kadar uzanıyordu, İslam kaynaklarında Kıpçakların
yaşadığı bu geniş coğrafya Deşt-i Kıpçak (Kıpçak Bozkırı) olarak anıldı28
. Kıpçakların
oluşturduğu bu birliğin 5 kolu bulunmaktaydı; Türkistan, İtil-Yayık, Ten-Doneç, Aşağı Özi ve
Tuna29
. Kıpçaklar bu dönemde bu başarıları başlarındaki cesur ve güçlü başbuğlarından
almaktaydılar. Bu başbuğlar Benek, Tugorhan, Sarıhan ve Altınoba idi30
. Kıpçaklar Ruslarla
mücadele ederken aynı anda batıda da faaliyetlerde bulunuyorlardı. Balkanlarda özellikle
Peçenekler ve Bizans ile önemli mücadelelere girişmişlerdi. Peçeneklerin, Uzların ve
Kuman/Kıpçakların Balkanlara girip Bizans’a akın etmelerini Urfalı Mateos meşhur Vekayinamesinde şu şekilde anlatır: “499 tarihinde (1050-1051) Romalılar büyük bir felaket içine
düştüler. Birçok eyaletler tahrip edildi ve halk kılıçtan geçirildi. Kana susamış menfur
Badzinag milleti tarafından büyük katliamlar yapıldı ve Romalılar acı ve çok felaketli günler
geçirdiler. Zira yılan milleti hareket edip Khardeşler’i önlerinden sürdüler. Muhaceret eden
Khardeşler de Uzları ve Badzinagları ileriye sürdüler ve bütün bu milletler müttefiken
hiddetlerini Romalılara karşı çevirdiler.”31. Burada bahsedilen Badzinag ismi Peçenekler,
Khardeşler ise Kuman/Kıpçaklardır. 1078 yılında Kuman/Kıpçaklar ve Peçenekler VII. Mihail
Dukas’ın iç isyanlarla uğraşmasını fırsat bilerek Edirneyi kuşattılar32
. 1091 yılında Bizans
Anadolu’da ve Balkanlarda aynı anda birçok tehdide maruz kalıyordu. Balkanlardan Peçenekler, Anadolu’dan da Çaka Bey Bizans’a son vermek üzere ittifak kurdular33. Fakat
Bizans, düşmanlarına uyguladığı kurnaz siyaseti sayesinde bu büyük tehlikeden kurtuldu,
Bizans ile anlaşan Kıpçaklar, Meriç Nehri kıyısında Peçenekleri Levunion Savaşı’nda ağır bir
yenilgiye uğrattı ve Peçenekler tamamen ortadan kalktı34. Maniak ve Tugorhan önderliğinde
Meriç kıyısında Bizans ordusu ile birleşen Kıpçaklar, 40.000 kişiden oluşan büyük bir ordu ile
Bizans saflarında savaşa dahil oldular. Bizans İmparatoru Aleksi Komnenos ile görüşen Kıpçak
Beyleri, imparator tarafından büyük bir ilgi ile karşılandı ve değerli hediyeler verildi. Kıpçak
beyleri, imparatordan savaş için 3 gün istediler ve ganimetin yarısını Bizans’a bırakacaklarını
bildirdiler, bunun üzerine imparator, 3 gün değil 10 gün süre verdiğini ve ganimetin tamamını
kendilerine bıraktığını söyledi35
. Levunion Savaşı’ndan sonra Macaristan’a akın eden
Kıpçaklar, burada sert bir kayaya çarptılar, kendileri ile aynı cevherden yoğrulan Macarlar, Kral
Lazslo önderliğinde Kıpçakları Tuna sahillerinde bozguna uğrattı36
.
 XI. Yüzyıl sonlarına doğru Kuman/Kıpçaklar Deşt-i Kıpçak, Eflak-Moldova toprakları ve
Tuna boylarını tamamen zapt edip, Bizans’a, Macaristan ve Lehistan’a akınlarda
bulunmuşlardır37
. 1091 Yılında Peçenek gücünün kırılması ile Tuna boyları tamamen
Kuman/Kıpçak hakimiyetine geçti, bu dönemde hem Bizans İmparatorluğu hem de Rus
Knezlikleri Türk tehdidinden uzak kaldılar ve Ruslar güçlenerek tekrar bozkırlardaki
hakimiyeti ele geçirdiler ve Kıpçaklara akınlarda bulundular, hatta Karadeniz’in kıyısındaki
Kıpçakların kovulduğu kaynaklarda geçmektedir fakat Olgoviç ve Monomah sülaleleri arasında
çıkan iç savaşlar sonucu Kafkaslardan Karadeniz’in kuzeyine Kıpçak akınları başlamış ve
Kıpçaklar tekrar buralara yerleşmişlerdir38
. Kıpçakların XII. yüzyılda Macaristan’a akınlar
düzenlediklerinden bahsedilmekte, 1099 yılında Macarlar ve Ruslar arasında yapılan savaşta
Kıpçakların Rusların yanında yer alarak Macar ağır süvarisini bozguna uğrattığı kaynaklarda geçmektedir39
. Bu savaş öncesi Kıpçak başbuğu Bonyak gece yarısı çadırından çıkarak kurt
gibi ulumuş ve kurtların ona karşılık vererek ulumasını zaferin işareti olarak görmüştür40
.
 Bu sırada Karadeniz’in kuzeyindeki Kıpçakların sıklıkla Rus topraklarına akınlar
düzenlediği bilinmekte, Rus Knezi Vladimir Monomah bu akınları şu sözlerle tarif etmektedir;
“Köylü tarlasına çıkıp tam sürmeğe başlarken bir Kumanlı gelip onu okla vurur, atını alır,
sonra köyüne giderek karısını, çocuklarını, varını yoğunu alır götürür.”
41
. Bu akınlar sonucu
Kiev Knezi Svyatopolk ve Vladimir Monomah önderliğinde birleşik Rus ordusu tarafından ani
bir baskınla yenilgiye uğrayan Kıpçakların başındaki Altınoba ve Beldüz gibi önemli başbuğları
esir edilip öldürülmüştür42
. XII. Yüzyıl başlarında art arda yaşanan çarpışmalar sonucu
Kıpçaklar eski güçlerini kaybettiler. Vladimir Monomah’ın Kiev Knezi tahtına geçmesi üzerine
baskı altına alınan Kıpçaklar’ın bir kısmı Kafkasya’ya çekildiler43
.
II. BÖLÜM: KAFKASYA’DA İLK KIPÇAK VARLIĞINA DAİR GÖRÜŞLER
 Tarih boyunca birçok Türk boyuna yurt olan Kafkasya’da Kıpçakların ilk olarak hangi
devirde ortaya çıktıklarına dair farklı görüşler bulunmaktadır. Bu görüşler arasında Kıpçakların
çok erken devirde Bun Türkleri adı ile Kafkasya’da bulundukları, Albanların Kıpçak Türkü
oldukları ve günümüz Azerbaycan Türklerinin ataları olduğuna dair görüşler Türk Tarihinin
objektif olarak ele alınmasına engel olmakta ve anakronizm44 yaratmaktadır. Bu bölümde
bahsedilen görüşler kendi yorumlarımızla ele alınacaktır.2.1 Bun Türkler
 Bun Türk ismine ilk olarak Fahrettin Kırzıoğlu’nun Yukarı Kür ve Çoruk Boylarında
Kıpçaklar adlı eserinde rastlamaktayız. Kırzıoğlu’nun sık sık alıntı yaptığı eser olan Orta Çağ
Gürcü Kroniği Kartlis Tskhovreba yani Hrand D. Andreasyan’ın Türkçeye çevirdiği 2003
yılında Türk Tarih Kurumu tarafından basılan “Gürcistan Tarihi” adlı eserde geçen bir bölümü
kitabında anlatan Kırzıoğlu, Bun Türk ismini literatürümüze kazandırmıştır ve Kıpçakların
M.Ö. IV yüzyılda Kafkasya’da bulunduklarını iddia etmiştir. Kırzıoğlu’nun tezine dayanak
olan bu eser orta çağ dönemi Gürcü krallarının emri ile başlanmış olan vakayinamelerin bir
kısmını oluşturmaktadır. Eserin yazarı bilinmemekle birlikte tahribata uğradığını
düşünmekteyiz. Türk ve Kıpçak ismi eserin “Makedonyalı İskender’in Gürcistan’a Girmesi”
bölümünde şu şekilde geçmektedir: “İskender, Kür Nehri boyunca yerleşmiş ve bizce iptidaî
Türkler ve Kıpçak denilen korkunç surette barbar bir millet gördü. Kendisi buna çok hayret
etti, çünkü onların hâl ve hareketi başka hiçbir millette yoktu.”45
. Fahrettin Kırzıoğlu hocanın
eserinde alıntıladığı bu kısımda yer alan Türk isminin Bun-Turki olarak geçtiği ve Kıpçakların
o dönemde Kafkasya’da bulunduğu iddia edilmektedir46. Zeki Velidi Togan da bu konudaki
görüşlerini şöyle açıklar: “Gürcü vakanüvisleri, daha İskender zamanında, yani M.Ö. 4. Asırda
Kür Nehri boyunca Bunturki ve Kıpçak isminde iki Türk kavminin gelip yerleştiğine dair bir
rivayet nakletmişlerdir; bunlardan “Bunturki”nin “iptidai Türk” demek olduğu ileri sürülüyor.
İhtimal Sakalarla birlikte yahut onlardan sonra “Türk” ismini taşıyan bir kavim buraya
gelmiştir. Kıpçakların da o kadar eski zamanda mevcudiyeti yine imkân dahilindedir.”47
. Türk
ve Kıpçak adının M.Ö. IV. yüzyılda o coğrafyada bulunduğunu destekleyen hiçbir kaynak
bulunmamaktadır. Ahmet Gökbel’in de bu konu hakkındaki fikirleri şöyledir: “Brosset, Gürcü
kroniklerine dayanarak M.Ö. IV. Yüzyılda Kur Nehri boyuna “Bun-Turkî” ve Kıpçak isminde
iki kavmin gelip yerleştiğinden bahsetse de M.S. XI. asrın son yıllarına kadar Kıpçak-Gürcü
münasebetlerini ortaya koyacak herhangi bir bilgiye sahip değiliz.”48
. Bize göre, Kıpçaklarla XII. yüzyılda etkileşime geçen Gürcüler, daha sonra bu eseri tekrar ele aldıklarında bahsi geçen
iptidaî ve barbar olarak isimlendirilen kavimleri Kıpçaklara benzetip bu isimleri değiştirmiş
olabilirler. Kronikte bahsi geçen İskender’in karşılaştığı barbar kavimin İskitler olma ihtimali
yüksektir. M.Ö. IV yüzyılda Kimmerleri takip ederek Hazar Denizi kıyısını dolaşıp Derbent
üzerinden Azerbaycan’a inen İskitlerin, aynı dönemde Doğu Anadolu’da da hâkim güç
oldukları Ksenophon tarafından bildirilmektedir.
49 Bu bilgilere göre kronikte bahsedilen
İskender’in karşılaştığı barbar kavimlerin İskitler olduğu olasılığı yüksektir.
2.2 Albanların Türklüğü Meselesi
 Albanlar, bölge milletlerinin siyasi çıkarları doğrultusunda kâh Kıpçak Türkü kabul edilmiş,
kâh Ermenilerin ataları olmuştur. Sovyet dönemi tarihçiliği, rejimin yönlendirmesi ile üretilen
Türk tarihi algısı ile, özellikle Stalin döneminde çarpıtılıp ortaya atılan sahte tezlerin, rejime
uygun görüşlerin ortaya çıktığı ve kaynağı belirsiz, asılsız iddialarla yazılan eserlerin
gölgesinde kalmıştır. Bu tarih anlayışı ile Azerbaycan Türklüğünün kökeni üzerine araştırmalar
yapılmış ve ortaya Atropatena ve Alban tezleri çıkmıştır. Aynı şekilde Ermeni tarihçiliğinde de
Albanlar Ermeni kabul edilmekte ve tarihi gerçekler çarpıtılmaktadır. Bu kısımda Albanlardan
bahsedip, Albanların Kıpçak Türkü olduklarına dair tezleri sıralayıp kendi görüşümüzü ortaya
koyacağız.
2.2.1. Albanlar
 Kafkasya’nın kadim halklarından olan, orta çağda Arap hilafetinin Kafkaslara ve İran’a
seferleri sonucu tarih sahnesinden çekilen Albanlar, tarihte ilk olarak Antik Yunan yazarlarının
eserlerinde geçmiş, Alban ismine dair ilk bilgiler ünlü coğrafyacı Strabon’un eserinde yer
almıştır. “Strabonun dediğine göre ülke Albania nispeten geniş arazide yerleşmiş, batıda İberia, doğudan Hazar Denizi, kuzeyde Kafkasya Dağları. Eski yazarlardan Kafkasya
Albania’sını Strabon gibi mükemmel tasvir edeni yok. Çünkü şu bilginin müellifi Gneus
Pompeus’un yürüyüşünde iştirak eden Teofanos Mitilenelidir. Strabon’un bilgisini Plinius ve
Plutarhos tasdik ediyor.”50
. Orta çağ Ermeni kaynaklarında Alban ismi “Ağvank”, “Albank”,
Gürcü kaynaklarında “Ereti”, İran-Sasani abidelerinde “Ardan” veya “Aran”, İslam
müelliflerinde ise “Arran” olarak geçmiştir.51
 Latince ve Yunanca dağlık bölge anlamına gelen
Albanya, antikçağ yazarları tarafından bölgeye ve bölge halkına verilmiş bir isim olup,
Albanların kendilerine ne ad verdikleri bilinmemektedir. Alban ismi daha sonra bölgenin
İslamlaşması sonucu unutulmuştur52
.
2.2.2 Albanlar ve Kıpçaklar
 Kıpçakların kökeni hakkında ortaya atılan tezlerden en dikkat çekenleri hiç şüphesiz
Albanların Kıpçaklığı üzerine olan tezler olmuştur. Fahrettin Kırzıoğlu, Kimmerlerin Kıpçaklar
olduğunu iddia ederek M.Ö. VIII. yüzyıla kadar Kıpçakların Kafkasya’da bulundukları tezini
ortaya atmıştır. “Kimmer ve Sakaların eski Khurri ve sonraki Urartulu ülkesine yerleşmelerinin
hâtırasıyla, burada günümüze kadar yaşayan Kıpçak ve Türkmen/Oğuz kolundan Türk kavim,
boy ve oymak adlarının varlığını görüyoruz. Bunların, unutulmuş ve yaşayan adları ile yerlerini
görüp tesbit etmek, M.Ö. VIII. yüzyıl sonları ve M.S. VII. yy’a kadar “Yukarı Eller”’e Türk
topluluklarının çok yoğun olarak yerleşip, köklü hâtıralar bıraktığını gösterir.”53 Fahrettin
Kırzıoğlu’nun, kökenleri henüz tartışma konusu olan Kimmerleri neye dayanarak Türk ve
Kıpçak yaptığı bilinmemektedir. Bu görüşe dayanarak Kıpçakların kökeni hakkında fikir
belirtmek yanlış sonuçlar doğuracaktır. Azerbaycanlı tarihçi Bextiyar Tuncay’ın eserinde ise Albanların, Dede Korkut’a dayanarak
Kıpçak oldukları tezi öne sürülmüştür. “Dede Korkut Kitabı'nın araştırılması Azerbaycan'da
uzun süren etno-tarihi alanında yeni ve inanılmaz bir şey tespit etmiştir. Drezden nüshasındaki
4. hikâyede Kazan Han avdayken ona haber getiren bir casus " Hey, ne oturursan? İtüni
ulatmayan, çetügini meletmeyen alpanlar başı Kazan oğlancuğu ile sarhoş olup yatırlar."
"Alpanlar" etnik isminin başka bir yerde de geçmesi bu anlayışa dikkatle bakmayı talep ediyor.
7. hikâyede: "Ak boz atlar çapdırur Alpanlar gördüm, ak ışıklı alpları yanıma saldum." yazıyor.
Bütün araştırmacılar burada kullanılan "Alpanlar" sözcüğünü "Alpler" gibi okuyarak büyük
bir hata yapmışlardır. Kitabın Rusça basımında ise "Alpın" sözcüğünün eş anlamlısı olan
"vityazi" sözcüğü kullanılmıştır. Türkiyeli araştırmacı Muharrem Ergin Drezden nüshasında
karşılaştığı "Alpanlar" sözcüğünü "Alpler" sözcüğü olarak okumuştur. Ancak sözcüğün
"Alpanlar" olarak da okunabileceğini eserin dipnotlarında belirtmiştir. Eserde "Alpan"
etnoniminin kullanılması kitabın Azerbaycan'da yaşanılan olaylarla alakalı olduğunun ve
Azerbaycan'da kaleme alındığını ispat eden en büyük kanıtlardan biridir. Bu halk (Albanlar
kastediliyor) M.Ö. IV.yy'dan itibaren M.S. X. yy'a kadar yaklaşık 1500 sene Azerbaycan'da
yaşamıştır. Kadim Albanların adı bugün Kuba Rayon'unun¹ Alpan Köyü'nün adında
yaşamaktadır. Kadim Albanların varisleri olan bu köyün sakinleri Türk'tür ve analilleri
Azerbaycan Türkçesi'dir. Kuba'da yaşayan birçok etnik Kafkas halkının kendi anadillerini
koruyarak günümüze kadar yaşadıklarını dikkate alacak olursak (hatta sayıları birkaç bini
geçmeyen Hınalık ve Bulduk Halkları bile kendi dillerini korumuşlardır.) Albanların başka bir
dilde konuştuğu ve güya sonradan Türkleştiğini düşünmek kesinlikle gülünç bir iddiadır.”54
Yazarın burada belirttiği “Alp” Alpan” kelimeleri er, erler, anlamına gelmektedir, etnik bir
köken belirtilmemiştir, bu kelimeden yola çıkarak Albanlara nasıl ve neye dayanarak bağladığı
bilinmemektedir. Ayrıca eserin devamında da Albanların Kıpçak Türkçesi konuştuğu ve
Kıpçak oldukları belirtilmiştir. Bu iddialar hiçbir kaynağa dayanmamakta olup tamamen
yazarın kendi görüşleridir. Bize göre Kıpçakların Albanlarla hiçbir bağlantısı yoktur, Albanlar
yerli ve kadim bir Kafkas halkıdır. III. BÖLÜM: KIPÇAKLARIN KAFKASYA’YA GİRİŞLERİ VE BÖLGEDEKİ
FAALİYETLERİ
 Bu bölümde Kıpçakların XII. Yüzyılda Gürcistan’a davet edilmelerinden, Gürcistan
Krallığı’nın emrinde birçok seferlere katıldıklarından, bölgedeki faaliyetlerinden, GürcüKıpçak ilişkilerinden ve XIII. Yüzyılda Moğol istilasına uğrayan Kafkasya’nın durumundan
bahsedeceğiz.
3.1. Kıpçakların Kafkasya’ya Girişleri ve Gürcü-Kıpçak İlişkileri
 Karadeniz’in kuzeyindeki Kıpçaklara Rus Knezi Vladimir Monomach önderliğinde ard arda
düzenlenen Rus saldırıları sonucu Kıpçaklar adeta dağılmıştı. Bir kısmı Knezlerin emrine giren
Kıpçakların gücü neredeyse kırılmıştı ve artık Rus topraklarına bir tehdit değildiler. Bu yaşanan
gelişmeler sonucu artık bölgede tutunmakta zorlanan Don Bölgesi civarında yaşayan bir grup
Kıpçak, beyleri Saruhan oğlu Atrak önderliğinde Gürcistan’a gittiler. Kıpçakları Gürcistan’a
davet eden Gürcü Kralı Bagratlı David IV55, Büyük Selçuklu İmparatorluğuna karşı
koyabilmek ve ülkesinin diğer bölgelerini Selçuklulardan geri alabilmek için bir müttefik
arayışına girdi ve 1109/1110’da Kıpçak beyi Atrak’ın kızı ile evlendi ve bu evlilikten bir ittifak
doğdu56
. 1118 Yılında Gürcistan Krallığı’na davet edilen Kıpçaklar, yapılan anlaşma
doğrultusunda Gürcü ordusu tarafından geçitlerin koruma altına alınması ile Daryal Geçidi
üzerinden ülkeye girdiler. 1120 Yılına kadar devam eden göç dalgaları sonucu kaynaklara göre
yaklaşık 300.000 Kıpçak bölgeye yerleşti, bunların arasından her daim savaşa hazır 40.000
Kıpçak ordusu oluşturuldu ve Gürcistan Kralı’nın emri doğrultusunda sayıları 500 ila 5.000
arasında Kıpçak genci saraya alınıp Hristiyanlaştırılarak Kralın seçkin muhafızları olarak ordusuna dahil edilmiştir57. Kral David IV’in Kıpçakları ülkesine davet etmesi Orta Çağ Gürcü
Kroniği Kartlis Khovreba’da şu şekilde anlatılır: “Erişmiş olduğu ilahî yardımının, kazandığı
zaferlerin, Allah’ın kendisine emanet ettiği topraklarla şehir ve kalelerin tabiat üstü ilahî
nişaneler olduğunu düşünen kıral, bu şehir ve kaleleri devamlı olarak işgal altında tutmak, aynı
zamanda yanında bulundurmak yaz ve kış daima sefere çıktığında, savaşları için yeterli
miktarlarda askeri bulunmadığını anladı. O, Ruh ül-Kuds’dan ilham olunmuş David gibi, bütün
bunları akıllıca düşünerek başını kaldırdı ve her şeye zekâ gözü ile bakarak, kırallığının
durumuna göre, şiddetli arzularını yerine getirebilmek için halkının az olduğunu anladı. O,
İskender gibi içini çekti. Anlatıldığına göre, bir filozof İskender’e: “Adını dahi duymadığınız,
pek çok memleketler vardır” deyince o, içini çekerek: “Onları ihmal etsem imparatorluğum ne
ile teşekkül edecektir?” demiş. Kuvvetli bir kafası olan bu diğer İskender de başka çare
bulunmadığını anladı. O, çok nüfuslu, cesur savaşçı ve çevik koşucu Kıpçak milletini tanıyor
ve kendi idaresine tâbi olmağa hazır bu milletin başına geçmek kendisi için zor bir şey
olmadığını biliyordu. Bundan başka onlar, komşulukları ve fakirlikleri sebebiyle kendisini
başkalarına tercih edeceklerdi. Bundan başka, kendisi, hayli sene önce, en meşhur Kıpçak
prensi Şarağan’ın oğlu Atraka’nın kızı ile evlenmişti ki o, güzelliği ile tanınmış merhume
Kıraliçe Guranduht olup, kendi meşru eşi ve bütün Gürcistan kıraliçesi olmuştu. Kıral, bütün
bu sebeplerden dolayı, Kıpçaklarla anlaşmak ve kaynatasını davet etmek üzere itimat ettiği
adamlar gönderdi. Kıpçaklar, yapılan teklifi memnunlukla kabul ettiler ve Ossetler geçitinin
emniyetini istediler. Bundan dolayı, kıral Oset’e gitmeğe mecbur olup, başsekreteri olan Giorgi
Çıkondidel’i de beraber alarak ses sür’atiyle oraya vardı. Giorgi Çıkondidel ruhen ve bedenen
mükemmel, çok akıllı ve tedbirli, icraatında muvaffakiyetli bir adam olan efendilerin yanında
büyümüş ve onların planlarına ve işlerine tamamiyle vakıftı. Onlar Oset’e varınca, memleketin
kıralları ve bütün büyükleri kendilerini karşıladılar ve huzurlarında köle gibi durdurlar.
Ossetler ve Kıpçaklar kırala rehineler vermiş olup, o, bu iki millet arasında barış ve dostluk
kurmakta güçlük çekmedi. Kıral, Dariela kalelerini, Oset ve Kafkas kapılarını işgal ederek,
Kıpçaklara her tehlikeden korunmuş bir yer hazırladı, kaynatası ve kayın biraderleri ile
beraber oraya mühim miktarda asker getirtti58
. Kıpçakların ülkeye ilk yerleşmelerinden sonra Kral David ilk olarak “Eristav” adlı soyluların merkezi otoriteye karşı kozlarını ortadan
kaldırmış, hükümete asker yollayan soylulara ihtiyaç duyulmadığı için soylulara verilen tavizler
son bulmuş ve merkezi otorite güçlenmiş, Selçuklulara karşı art arda yenilgiler alıp dağılan
Gürcü ordusu, Kıpçakların katılımından sonra tekrar toparlanmış, kırk bini Kıpçak toplamda
altmış bin kişilik güçlü bir ordu teşkil edilmiştir59
. Kıpçakları her türlü savaş teçhizatı ile
donatan Gürcü Kralı David IV, Kıpçak-Gürcü ordusunun başında Azerbaycan’a, Karabağ’a,
Şirvan’a ve Doğu Anadolu’ya akınlar düzenleyerek Selçuklulara karşı önemli başarılar elde
etti60. 1120’de Kıpçakların desteklediği ordu ile Kür ve Çoruh boyları ile Kutayis’i ele geçiren
kral, 1121 yılında Kür Nehri ve civarını zapt ederek üzerine gönderilen Selçuklu ordusunu ağır
yenilgiye uğratmıştır. Doğu Anadolu’ya seferler düzenleyerek Göle, İspir ve Oltu’ya kadar olan
yerleri ele geçiren kral, daha sonra kuzeye yönelerek Dağıstan, Abhazya ve Osetya’ya da hâkim
olmuş, böylece Gürcü Krallığı gücünün zirvesine ulaşmış, Gürcüler tarihleri boyunca ilk kez
anavatanları dışına yayılarak en geniş sınırlarına ulaşmıştır61. Kral David IV ve Kıpçakların
birleşik ordusunun elde ettikleri zaferler dönemin birçok müellifi tarafından kayıtlara
geçirilmiş, Urfalı Mateos Gürcü Tarihi’nin en önemli zaferlerinden biri olan Didgori Savaşı’nı
meşhur eserinde şu şekilde aktarmıştır: “Aynı zamanda Gantsag Sultanı Melik, 400.000 cesur
süvari askerinin başında olduğu halde Gegor tesmiye edilen dağı geçip Tiflis tarafından
Gürcistan’a girdi. Gorg’un oğlu Bagarat’ın oğlu olan Gürcistan kralı Davit, bunu duyunca
40.000 seçme muharip askerin başında olduğu halde Türklerin karşısına çıktı. Bundan başka
Kıpçak kralının göndermiş olduğu 15.000 cesur ve seçme askerle Alanlardan 5.000,
Franklardan 100 kadar asker Davit’in emri altında bulunuyordu. Meryem Ana yortusunun
önceki perhiz haftasının perşembe gününe tesadüf eden ağustosun 15’inde, iki dağ arasında
bulunan meydanda şiddetli bir muharebe vuku buldu. Dağlar askerlerin çıkardıkları
gürültüden çınlıyordu. Fakat Allah Gürcülerin yardımına geldi ve onlar muharebenin şiddetli
bir anında bütün Türk askerlerini firara mecbur kıldılar. O gün, Türk askerleri korkunç bir
telefata uğradılar. Çaylarla dereler cesetle doldu ve dağ yamaçları ölülerle kaplandı.
Türklerden 400.000 kişi maktul düştü, 30.000 kişi esir edildi, ovalar da maktullerin ve ölü
atların cesetleriyle kaplandı. Kıpçak ve Gürcü askerleri, onları Ani şehri hudutlarına kadar
sekiz gün kovaladılar. İran Sultanı Melik ve İlgazi, son derece mahcup bir vaziyette oldukları halde kendi memleketlerine döndüler. Bu akıbetten güç halle kurtulup kaçmış olan
Müslümanların sayısı 20.000 geçmiyordu. Aynı yılda Gürcistan kralı Davit, Tiflis şehrini
İranlıların elinden aldı ve şehirde şiddetli bir katliâm icra etti. 500 insanı da kazığa vurdurmak
suretiyle işkencelerle öldürttü.”62. Kaynakta verilen sayılar çok abartılı olup gerçeği
yansıtmamaktadır, müellif, Hristiyan zaferini yüceltmek adına abartılı sayılar ve tasvirler ile
savaşı aktarmıştır. Didgori Savaşı’ndan sonra bozguna uğrayan Selçuklu ordusunun bölgeden
çekilmesi ile savunmasız kalan Tiflis şehri, 1122 yılında Kral David IV tarafından ele geçirilip,
başkent ilan edilmiş, böylece yaklaşık 400 yıl boyunca Müslüman Arap ve Türk fatihlerin
elinde kalan şehir, Gürcülerin eline geçmiştir63
. Kısa sürede Kıpçakların da desteği ile
Gürcistan’a altın çağını yaşatan Kral David IV krallığının 34. yılında 53 yaşındayken, 25 Ocak
1125’de öldü64

. Gürcistan Tarihi adlı döneme ait anonim eserde, adından övgülerle
bahsedilmiş, Gürcistan’ın kurucu kralı olarak anılan kral, Key Hüsrev gibi ordusunun önünde
Ermenistan, Şirvan ve İran’a yürümüş ve İskender’den bile daha büyük bir hükümdar olarak
tasvir edilerek dönemin Gürcü kroniklerinde yerini almıştır65. Kral David IV’in ölümünden
sonra Kıpçakların akıbetinden bahseden kaynaklarda Atrak’ın, kardeşi tarafından vatanına
dönmesi için defalarca elçiler gönderildiğinden bahsedilir. Bu olayın ne kadar doğru olduğu
tartışılsa da kaynaklarda şu bilgilere rastlanır: “1125’te Vladimir Monomah’ın ölümü üzerine
Atrak’ın kardeşi, abisine elçi göndererek doğduğu topraklara dönmesini talep etti. Gönderilen
elçinin yalvarmasına ve onun için Kuman şarkıları söylemesine rağmen ilk etapta Atrak dönüşü
reddetti. Daha sonra Atrak’a doğduğu bozkıra özgü bir bitki olan yevşan (yavşan) otu
koklatıldı. Bitkiyi koklayan Atrak, ağlayarak ve “yabancı topraklarda şan ve şöhret içinde
yaşamaktansa kendi yerimizde sıkıntı içinde yaşamak daha iyidir” diyerek doğduğu topraklara
dönmeyi kabul etti66
. Bunun üzerine Atrak beraberindeki Kıpçaklarla birlikte 1125 yılında DonVolga bölgesine geri döndü, Kıpçakların büyük bir kısmı geri dönmeyerek Gürcülerin emrinde
yaşamaya devam ettiler. David IV öldükten sonra yerine geçen oğlu Dimitri I döneminde ülkede
tam bir kaos dönemi başladı. Babasının döneminde ülkeye gelen Kıpçaklar tarafından bastırılan
ve güçlerini kaybeden Gürcü asilzadeleri David IV’in ölümünden sonra isyan etmeye ve
ülkedeki Kıpçakların varlığından rahatsız olduklarını dile getirmeye başladılar. Dimitri I’nin ölümü üzerine yerine geçen kardeşi Giorgi III döneminde 1177’de Kral sülalesi Bagratlı
Hanedanından sonra ülkedeki en büyük soylu aile olan Orbelianlar tarafından çıkan isyan
sonucu iki aile arasındaki tarihi rekabet, Kıpçakların varlığı ile giderek şiddetlenmişti67
.
Giorgi III’nin emri ile isyanı bastıran Kubasar ve Kutlu Arslan, başkomutanlık görevine
getirilerek sarayda önemli mevkilere gelen Kıpçak idarecilerdendir68. Kraliçe Tamara
döneminde giderek artan soyluların baskıları sonucu, Kraliçe babasının en sadık adamları olan
Kubasar’ı görevden almış, daha sonra ise muhaliflerin isteği doğrultusunda Kutlu Arslan
görevden alınmış, buna rağmen Kıpçaklar Krallığa olan sadakatlerini devam ettirmişlerdir69
.
“Kraliçeler Kraliçesi” olarak adlandırılan ve Gürcü Tarihinin altın çağlarını yaşatan Kraliçe
Tamara dönemine damga vuran gelişmelerin başında Gürcistan’a 1185 yılında gelen ve Yeni
Kıpçaklar, Na Kipçakni olarak adlandırılan Kıpçaklar gelmektedir. Bu kütlelerin başında
Başbuğ Savalt’ın (Vsevolod) kardeşi Sevinç bulunmaktaydı. 1185-1186 yıllarında Rus
Knezliklerinin üstünlüğü sonucu Gürcistan’a gelen Yeni Kıpçaklar, eski Kıpçaklardan farklı
olarak, Hristiyan olup Gürcü topraklarına gelmişlerdi, Ruslarla yakın münasebetler sonucu bu
Kıpçak kütleleri Hristiyanlığı benimsemişti70. Yeni Kıpçakların gelişi ile birlikte Gürcistan
Krallığı sınırlarını iyice genişletmiş, Ahlat ve Malazgirt’e kadar akınlar düzenleyerek Van Gölü
civarına kadar ulaşılmıştır71. 1214 Yılında Kraliçe Tamara’nın ölümü üzerine 18 yaşındaki oğlu
IV. Giorgi Laşa yerine geçti ve Gürcistan’ın Altın Çağı sona ermiş oldu72
.
3.2. Kafkasya’da Moğol İstilası ve Kıpçaklar
XIII. Yüzyıl başlarında tüm Avrasya’yı tehdit eden Moğol istilaları Kafkasya’ya da ulaşmıştı.
Moğolların önünden çekilen bazı Kıpçak kitleleri Kral IV. Giorgi Laşa’ya müracaat ederek
Moğollara karşı iş birliği karşılığında Gürcistan’a yerleşme teklifinde bulunmuş, bu teklifi reddeden kral, Kıpçaklar üzerine ordu göndermiş fakat yenilgiye uğramıştır73
. Gürcistan’a
ulaşan Moğol orduları, Azerbaycan’ı yakıp yıkmış, Tebriz’i hakimiyetleri altına almış, hızla
Tiflis’e doğru yola çıkmışlardı74
. Moğolların gelişini haber alan Gürcü Kralı IV. Giorgi Laşa,
Azerbaycan Emiri Özbek’e haber göndererek Moğollara karşı ittifak kurmak istedi, bu isteğine
olumlu yanıt alan Kral IV. Giorgi Laşa ve Özbek’in orduları 1221’in kışında bir araya gelerek
Moğollara karşı durmaya hazırlandılar fakat planladıkları gibi olmadı ve Moğollar kışın
harekete geçip hızla Gürcülerin üzerine yürüdüler, Gürcüler savaşta ağır kayıplar vererek
kaçtılar75. Derbent yolu ile Kafkasya’nın kuzeyine geçen Moğollar burada Alan, Lezgi, Çerkez
ve Kıpçak ittifakı ile karşılaştılar76
. Bu durum karşısında Moğollar bu ittifakı dağıtmak üzere
Kıpçaklara elçi gönderip şu sözlerle onları bu ittifaktan caydırdı: “Biz sizinle aynı ırktan
insanlarız, Alan halkı ise sizden değildir, dolayısıyla onlara yardım etmemeniz gerekir. Hatta
aynı dinden kimseler de değilsiniz. Bize uyduğunuz takdirde size kesinlikle saldırmayacağımızı
taahhüt edip, bu konuda söz veriyoruz. Onlarla aramıza girmediğiniz takdirde size ihtiyaç
duyacağınız kadar mal, para ve elbise vereceğiz”77. Bunun üzerine Kıpçaklar Moğolların
verdiği ganimetlerle yurtlarına geri döndüler, yalnız kalan Alanlar yenilgiye uğradı, Moğolların
sözüne güvenen Kıpçaklar da 1222 yılında beyleri Yuri Konçakoviç önderliğinde Moğollara
karşı mücadele verseler de ağır bir yenilgiye uğradılar ve Moğollar karşılarına çıkan herkesi
katletti78
. Moğol İstilası sonrası Gürcistan’dan ayrılan Kıpçaklar, Doğu Anadolu’ya yerleşerek
Hristiyan Kıpçak Atabeyliği’ni kurdular, bu Atabeylik Osmanlı’nın Kafkasya’yı fethine kadar
devam etti. Gürcistan’da kalan Kıpçaklar ise Gürcü Ortodoks Kilisesine bağlı olarak Gürcülerin
arasında kimliklerini kaybettiler.
Doğu Avrupa Türk Tarihinde önemli bir yer kaplayan Kıpçaklar, Kafkasya coğrafyasında
da büyük izler bırakmıştır. Yüzyıllarca Gürcü Krallığına hizmet eden Kıpçaklar, Gürcü
Ortodoks Kilisesi bünyesine girip kimliklerini kaybetmiş, bir kısım ise Anadolu’da Ardahan,
Artvin, Erzurum bölgelerine yerleşip burada Atabeylikler kurmuşlar, Hristiyan olmalarına
rağmen Kıpçakların dillerini korumaları önemli bir noktadır. “Barbar” ve “vahşi” olarak
nitelendirilen Kıpçaklar, Ermeni Alfabesi kullanarak kendi dillerinde günümüze kadar ulaşan
yazılı dini metinler bırakmış, Ermenistan ve Gürcistan sınırları içerisinde kalan birçok kilise,
Kars ve Ardahan’da bulunan kilise harabelerinin çoğu Kıpçaklardan günümüze ulaşmıştır.
Gürcistan’a altın çağlarını yaşatan, askeri gücü ile Gürcü ülkesinin sınırlarını genişleten ve
düşmanlarına aman vermeyen Kıpçaklar, XII. yüzyıl başlarında Moğol istilası sonucu
Karadeniz’in kuzeyinde ve Kafkasya’da siyasi varlıklarını sürdürememiş, birçoğu Moğolların
hizmetine girerek Moğol ordusunun önemli bir kısmını oluşturmuş, bir kısım Gürcistan’da
kalarak yerli halk arasında erimiş, bir kısım ise Kuzeydoğu Anadolu’ya yerleşerek günümüzde
bölgenin kültürünün ve dilinin şekillenmesinde büyük rol oynamıştır. Osmanlı’nın bölgeye
gelmesi sonucu Kıpçaklar tarih sahnesinden çekilmiştir.

KAYNAKÇA
AHİNCANOV Sercan, Türk Halklarının Katalizör Boyu Kıpçaklar, Selenge Yayınları,
1.bsk., İstanbul 2019.
BROSSET M.F., Gürcistan Tarihi (Eski Çağlardan 1212 Yılına Kadar), çev:Hrand
Andreasyan, Notlar ve Yayına Haz: Erdoğan Merçil, TTK Yayınları, Ankara 2003.
DURMUŞ İlhami, “İskitler”, Doğu Avrupa Türk Tarihi, ed: Osman Karatay-Serkan Acar,
Kronik Kitap
DURSUN Davut, “Kafkasya”, DİA, C.XXIV, İstanbul 2001, s.157-158.
GÖKBEL Ahmet, “Balkanlarda Osmanlı Öncesi Kuman/Kıpçak Türkleri”, Journal Of
Universal History Studies, Ekim 2020, s.99-111.
GÖKBEL Ahmet, Kıpçak Türkleri, Ötüken Neşriyat, 2.bsk., Ankara 2003.
GROUSSET Rene, Stepler İmparatorluğu Attilâ, Cengiz Han, Timur, TTK Yayınları, çev:
Halil İnalcık, Haz. Ertuğrul Tokdemir-Mustafa Dönmez, 3. Baskı, Ankara, 2020.
HASANOĞLU Kemal, ALİ Feride, “Kafkasya Albania’sı Hakkında Birkaç Söz”, XII. TTK
Kongresi Bildirileri, C. II, Ankara 12-16 Eylül 1994, s.317-318.
KAÇAR MANAY Fatma, “Kıpçak Göçleri”, Sinop Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Sinop 2019.
KALANKATLI Moses, Alban Tarihi, Azerbaycan Türkçesine çev: Ziya Bünyadov, haz:
Yusuf Gedikli, Selenge Yayınları, İstanbul 2019.
KIRZIOĞLU Fahrettin, Yukarı Kür ve Çoruh Boylarında Kıpçaklar, TTK Yayınları, 1.bsk.,
Ankara 1992.
KIRZIOĞLU Fahrettin, “Gence-Karabağ/Aran ve Şirvan’dan Oluşan Kuzey Azerbaycan’da
İslam Öncesi Türklüğü Tanıtan Albanlar Tarihi”, XI. Türk Tarih Kongresi Bildirileri, C.II,
Ankara 05-09 Eylül 1990.
21
KURAT Akdes Nimet, Peçenekler, haz: Ahsen Batur, TTK Yayınları, Ankara 2016.
KURAT Akdes Nimet, Rusya Tarihi, TTK Yayınları, Ankara 2002.
KURAT Akdes Nimet, IV-XVIII Yüzyıllarda Karadeniz’in Kuzeyindeki Türk Kavimleri
ve Devletleri, TTK Yayınları, Ankara 2019.
KORKMAZ Asım, Orta Çağ Doğu Avrupası’nın Güçlü Cengaverleri Kuman Kıpçaklar,
Ötüken Neşriyat, İstanbul 2019.
ÖZCAN Altay Tayfun, Moğol-Rus İlişkileri (1223-1341), Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1.
Baskı, Ankara, 2017.
ÖZDAŞLI Esma, “Alban Kültür Mirası Üzerine İnşa Edilmiş Bir Tarih: Ermenilerin
Hıristiyanlığı Kabul Etmiş “İlk Devlet” Oldukları Miti Üzerine Bir Araştırma”, SDÜ İktisadi
ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, C.XXI, S.2, Isparta 2016, s.557-566.
ÖZEL Haşim, Kıpçak Uruk ve Boyları, TTK Yayınları, Ankara 2020.
RASONYİ Laszlo, “Tuna Havzasında Kumanlar”, Belleten, C.III, S.11-12, Ankara 1994,
s.401-422.
RASOVSKY D.A., “Kumanlar, Kuman Topraklarının Sınırları”, çev:Mualla Uydu Yücel,
Seminarium Kondakavanium Praga, C. VII-X ,1935-1938, s.156-177.
SUBAŞI Ömer, Gürcü-Moğol İlişkisi -Güney Kafkasya 1220-1346-, Kitabevi Yayınları, 1.
Baskı, İstanbul, 2015.
SÜMER Faruk, “Kimekler”, DİA, C.XXVI, Ankara 2002, s.25-26.
TAŞAĞIL Ahmet, Çin Kaynaklarına Göre Eski Türk Boyları, TTK Yayınları, Ankara 2013.
TELLİOĞLU İbrahim, “Kıpçak-Gürcü İlişkileri”, Orta Çağda Türk-Gürcü İlişkileri
Sempozyumu Bildirileri, Gori Devlet Eğitim Üniversitesi-Türk Tarih Kurumu, Gori, 2019,
s.148-164.
TELLİOĞLU İbrahim, Orta Çağ’da Türkler, Ermeniler ve Gürcüler, Bilge Kültür Sanat
Yayınları, İstanbul 2020.
22
TELLİOĞLU İbrahim, Osmanlı Hâkimiyetine Kadar Doğu Karadeniz’de Türkler, TTK
Yayınları, Ankara, 2020.
TOGAN A.Zeki Velidi, Umumi Türk Tarihine Giriş, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları,
İstanbul 2019.
TUNCAY Bextiyar, Qafqaz Albanlarının Dili ve Edebiyyatı, Qanun Neşriyyatı, Bakü 2010.
URFALI Mateos, Urfalı Mateos Vekayi-Namesi (952-1136) ve Papaz Grigor’un Zeyli
(1136-1162), çev:Hrant Andreasyan, Notlar:Edouard Dulaurer, M.Halil Yinanç, TTK
Yayınları, Ankara 2019.
UYDU YÜCEL Mualla, İlk Rus Yıllıklarında Türkler, Doğu Kütüphanesi, İstanbul 2020.
UYDU YÜCEL Mualla, “Kıpçaklar”, DİA, C. XXV, Ankara 2002, s. 420-424.
UYDU YÜCEL Mualla, “Kıpçaklar”, Doğu Avrupa Türk Tarihi, ed:Osman Karatay-Serkan
Acar, Kronik Yayınları, İstanbul 2020.
YALVAR Cihan, “Gürcü Kaynaklarında İlk Kez Görülmelerinden Moğol İstilasına Kadar
Gürcistan’da Kıpçaklar ve Çevre Bölgeler Üzerindeki Etkileri”, TDAV Dergisi, C. CXXIV,
S.245, Mart-Nisan 2020, s.279-306. 

22-06-2022 /GÖRKEM KARACA