İşsizlik Mi Zor, Asgari Ücretle Varoluşunu Sürdürmek Mi..

İŞSİZLİK Mİ ZOR, ASGARİ ÜCRETLE VAROLUŞUNU SÜRDÜRMEK Mİ ZOR?
İşsizlik, başa beladır. Çalışabilir konuma sahip ve ihtiyacı olan bir insanı işsiz bırakmak, ona yapılabilecek en büyük kötülüktür.
İşsizlik, tümelin tikeli, yani toplumun bireyi açlığa mahkûm etmesidir. 
Soma faciasında 301 madenci toprağın altında kaldığında, oğlunu kaybetmiş eski bir madenciye bir gazeteci sorar; “Baba, sen madende yıllarca çalışmışsın, bu işin zorluklarını, ölüm riskini çok iyi biliyorsun, ne diye çocuklarının orada çalışmasına göz yumdun ve onları da göz göre göre ölümün kucağına ittin?” İhtiyar madencinin cevabı, tüm insanlığın varlıklarını devam ettirmeleri için çalışmak zorunda olduklarını içeren, çok anlamlı bir ifadedir; “Aşağıda ölüm olasılık, yukarıda açlık kesin, evlat!”

***
İşsizlik, toplumsal sorunların en büyüğü olarak, devletlerin devlet olma sorumluluklarını yerine getirememesidir. Devletin öncülüğünde belirlenen asgari ücretin, düşük seviyelerde tutulması, bir de bundan vergi kesintisi yapılması, ayrı bir toplumsal sorundur. Belirlenen asgari ücretin, yoksulluk sınırının altında kalması demek, 10 milyon insanın, asgari ücrete mahkûm edilmişlerin, yoksulluk içinde kıvranmasına onay verilmesi demektir. Bu, insanların itibarsızlaştırılması demektir. Hele hele ücretlerin açlık sınırının altında kalmasına göz yumulması demek, günümüz toplum yönetiminde, tek cümleyle “facia!” demektir. Bu çalışan kesimi ve onların bakmakla yükümlü olduğu insanları çöpten beslenmeye sevk etmektir. Gıdasını, giyimini, eğitim giderlerini, sağlık harcamalarını, ev kirasını, elektrik su faturalarını, ısınma giderlerini, ulaşım giderlerini, iletişim giderlerini, tatil, eğlence, kültürel aktivite giderlerini yok saymaktır. 
 Ülkelerin kalkınmışlığı, üretimde kullanılan ileri teknolojiyle ve organik bileşeninin yükselen oranıyla doğrudan ilişkilidir. Yüksek oranda organik bileşenli üretim; en az sayıdaki canlı emeğin birden fazla makineye hükmederek, üretimde en yüksek verimi sağlaması, anlamını içermektedir. Otomobil fabrikalarında olduğu gibi, çok sayıda makine ile az sayıda kalifiye işçinin üretim yapması demek, organik bileşen oranının yüksek olması demektir. Kalkınmış ülke dediğimiz merkez kapitalist ülkelerdeki sanayi sermayesi, daha fazla kar sağlayabilmek, daha fazla artı-değer elde edebilmek amacıyla yeni istihdam alanları açmaya yönelir ve sürekli yeni fabrikalar kurma gayreti gösterirler. Bu fabrikalar da yüksek organik bileşenle, minimum sayıda işçi ve olabildiğince geniş makine parkuru ile üretimlerini sürdürürler. Ne kadar fabrika açılırsa o kadar istihdam artışı sağlanır. Fakat hiçbir zaman tam istihdam seviyesine ulaşılamaz. Her zaman için kenarda iş arayan bir kesim, mutlaka bulunur. Çünkü kapitalist üretim tarzında; çalışanların ücretlerinin belirlenmesi, dışarıda bekleyen, daha düşük ücretle çalışmaya razı olan işsizlerin sayısıyla doğrudan ilişkilidir. İşsiz sayısındaki artış, başta asgari ücret olmak üzere, diğer ücretlerin düşük seviyede kalması ile doğru orantılı hareket eder.

***
Abbas Sayar’ın 1970 yılında yazmış olduğu “Yılkı atları” öyküsünü okuyanlarınız hatırlayacaktır. Bu öyküde geçen atlar, doğaya salınmış, sürüler halinde özgürce, oradan oraya koşuşan, üreyen ve yavrularıyla birlikte dağlık alanlarda, meralarda otlayan, insanlardan kaçan, özgürlüğün tadını çıkaran hayvanlardır. Sahipleri, bu hayvanları bir deri, bir kemik kalıncaya dek çalıştırmış ve kara kış kapıyı çalınca, onlara kapalı alanda bakamayacaklarını düşündüklerinden, yemlerini tedarik edemedikleri için, ölmesinler diye doğaya saldıkları hayvanlardır. Kafesinden uçan kuşun özgürlüğe kavuşması misali, bu atların da yakalanıp tekrar işe koşulması pek mümkün olmamaktadır. Yılkı atlarına Orta Anadolu’da, Kapadokya’da, Manisa’nın Spil Dağı yamaçlarında rastlamak mümkündür.
Ülkemizde bugünkü koşullarda, 10 milyonu aşkın işsiz bulunmaktadır. Resmi açıklanan rakamlar 3.5- 4 milyon diye geçse de, bu rakamlara esnek çalışma ve enformel çalışma gibi toplumsal güvence dışı, kural dışı çalışanları da eklediğimizde, emeğiyle geçinmek zorunda olup iş bulamayan, düzenli bir gelire kavuşamayan insanların sayısı 10 milyonun da üzerine çıkmaktadır. Kayıt dışı çalışanları, geçici çalışanları, mevsimlik tarım işçilerini yok sayarak, işsizler listesine dâhil etmeyerek işsizlik sorununa bir çözüm üretilemez. İşsizliğe mahkûm edilmiş bu kadar insanın yanı sıra, bir o kadar da çalışma yaşında olup, açlık sınırının altında bir ücretle - 2825 TL. ücretle- çalışmak zorunda olanlar bulunmaktadır. Bu insanlar, 14-64 yaş aralığında ve iş görebilir grubunda olan kadın, erkek, evli, bekâr asgari ücretin mahkûmlarıdır. Faal çalışan nüfusun diğer kesimi ise, yaklaşık 22 milyonluk bir kitleyi oluşturmakta ve az- biraz daha iyi şartlarda çalışmaktadır. Bu kesimin tamamının, konfor içinde bir yaşam sürdüklerini ileri sürmek de oldukça abartılı olur. Ancak, asgari ücretli çalışandan biraz daha hallice durumda oldukları aşikârdır. Çalışanların hepsinin gelir düzeylerinde farklılıklar oluşsa da, ortak noktaları; geçim sıkıntısıdır. Hayat pahalılığıdır. Önüne geçilemeyen fiyat artışlarıdır, yükselen enflasyon oranlarıdır.  
 Fiyat istikrarını sağlamayı ve dolayısıyla enflasyonu dizginlemeyi üstlenen, mali para politikasını düzenleyen ekonomik kurumlarının başında T.C. Merkez Bankası gelmektedir. Bu kurum, otonom, kendi aldığı kararlar doğrultusunda hareket eden özerk bir kurumdur. Emir ve talimatlarla yönetilemez. Ekonomi politiğin evrensel kurallarına uymak ve uygulamakla yükümlüdür.   

***
 Demokratik hukuk devleti olmak, yürürlükteki Anayasa’ya harfiyen uymak demektir. Kuvvetler ayrılığına- Yasama, Yürütme ve de Yargı bağımsızlığına- riayet etmek demektir. Devleti yönetmek adına halk tarafından seçilmiş olan Milletvekilleri, halkın temsilcileri unvanıyla maaşa bağlanırlar. (Tam burada, sizlere ütopik bir fikirden bahsetmek istiyorum; eğer ki, her bir seçilmişin maaşı, yasayla belirlenmiş miktar olarak, asgari ücretle çalışan işçinin en fazla iki, hadi bilemedin iki buçuk katı seviyesinde belirlenmiş olursa, ne olur biliyor musunuz? Tabandan tavana ücretler sıralamasında oluşan uçurum ortadan kalkar. Bu sayede, seçilmişler kendilerini seçen ve meclise gönderen asil üyelerden kopmamış ve halkın yaşam koşullarından bihaber kalmamış olurlar. Dahası, toplumun büyük çoğunluğunun refah payının artışı, asgari ücretin artışı demek, asgari ücretin artışı da Milletvekillerinin maaşının artışı demek olur.) 
Demokrasilerde, çoğunluğun oyları seçilmişleri belirler, seçilmişler içinden çıkan yürütme gücü de atanmışları, yani devlet görevlilerini belirler. Sonuçta “oy” kullanmak çok önemlidir ve “oy” demokratik yönetimin hücresini oluşturmaktadır. Halkımız, iktidarda bulunanların, Anayasa’nın kurallarına harfiyen riayet ettiğine, gelir dağılımında haksızlık oluşmadığına, eğitimde ve sağlıkta fırsat eşitliği hususuna uyulduğuna dair kanaat sahibi olduktan sonra, bir sonraki yapılacak yerel seçimlerde ve genel seçimlerde oylarının rengini ona göre belirler. Bu konuda hiçbir şüpheye mahal yoktur.
İstikrarlı bir yönetim sayesinde, işsizlik ortadan kalkar da tam istihdam sağlanırsa, ülkenin mili geliri maksimum düzeyde gerçekleşir. Bunu sağlamak, modern devletlerin temel görevidir. 
Asgari ücret belirlemesinde ise milletvekillerinin maaşlarının yarısı oranında bir miktar kabul görmelidir. Halkımız, bu esaslara uymayan, işsizliğe çözüm üretemeyen ve asgari ücreti yaşanabilir seviyeye getiremeyen partilere iktidar olma şansı tanımamalıdır.
Son olarak; insanlar, kendi ülkelerinde, birer yılkı atı konumunda yaşamaya terkedilmemelidir…
22.10.2021- İzmir /   Sedat Pamuk