İnsanlaşmanın Yolu : Empati

İNSANLAŞMANIN YOLU: EMPATİ 

-Kocapınar Notları-

EMPATİ kavramını kısaca canlıların beden dilerini anlamak olarak tanımlayabiliriz. İnsanı insanlaştıran empati yeteniğini esasen çevremizdeki kimi hayvan türlerinde de görebiliriz. Örneğin bir kuş yuvasındaki yavrulara saldırmağa kalkışan bir yılan ya da bir yırtıcı olursa çevredeki anne ve baba kuşlardan başka aynı türden bir çok kuş da çığlıklar atarak, pike uçuşları yaparak  saldırganı ürkütüp kaçırmağa çalışır. Atlar sürüdeki yavrularını  saldırgan kurtlardan korumak için bir çember halinde toplanarak küçük tayları çemberin içine alırlar. Bufalolar sürüdeki zayıfları ve yaralıları korumak için saldırgan aslanlara karşı caydırıcı savunma hareketlerinde bulunurlar. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür.

İnsanların evrim zincirinde en yakın akrabaları olan şempanzelerin bonobo kolunda, dört yaşından küçük yavruların herhangi bir saldırıya uğraması halinde, sürünün  bütün bireyleri birleşerek saldırgana meydan dayağı atarlar. Hayvanat bahçelerindeki bakıcılar topluluktaki bonobolara yiyecek dağıtırken içlerinden birine yiyecek vermezse, bu ayrımcılığın farkına varan bonobolar bu ayrımcılığı protesto etmek için ellerindeki yiyecekleri yere fırlatırlar. Kedileri severek gözleyenler, bir kedi ailesindeki yavruların ayrım yapılmaksızın bütün anneler tarafından emzirilip korunduğuna, bu nedenle annelerin sıra ile beslenmeye gittiklerine tanık olmuşlardır. Annelerini kaybedip aç kalan kedi yavrularının yavrulu dişi köpeklerce emzirildikleri sıkça görülen olaylardandır. Hatta aç sığır yavrularının sütlü eşekler, hatta sütlü kadınlar tarafından emzirildiklerine de tanık olunmuştur.

Yukarıda sayılan örneklerden, empatinin salt insana özgü olmadığını, emtatinin bayvanlar arasında hayli yaygın olduğunu, kökeninin memeli tülerinin  belki de çok eski ortak atalarına kadar uzandığını söyleyebiliriz.

Empatinin kök olarak nerelere kadar uzandığını bilmesek de, insan türü açısından bu yeteneğin insan bireyinin doğumuyla başladığını çok net görebiliyoruz. Doğumdan önceki gelişim sürecinde ya da doğum sırasında bir sakatlık yaşamamışsa, insan yavrusunun yeni düyasına karşı ilk tepkisi ağlamayla ortaya çıkar. Bu ilk çığlıklar, bebeğin beyinsel sağlığı bakımından iyilik habercisidir, çünkü doğduğu anda nefes almış ve nefesindeki oksijen doğal olarak canını yakmıştır. Ana karnındaki uzun rahatlık ve güven döneminden sonra ciğerlerde yaşanan bu yanma elbet can yakıcı ve ürkütücü olacaktır. Bebeğin çığlığı üzerine ebesinin ya da annesinin ilk okşama, yardım etme davranışıyla bebek, tüm yaşamının ilk dersini almıştır: Canı yanıyorsa çığlk at, ağla, yardım göreceksin!

İnsan yavrusunun aldığı bu ilk ders yaşamsal önem taşır. Acıktığında, gaz oluştuğunda, pişik oluştuğunda, kendisiyle ilgilenilmediğinde duyduğu rahatsızlıkları başka bir yol bilmediği için ağlayarak çevresine duyurmaya başlar. Bu ilk iletişim aşaması olumlu sonuç verdiğinde işler yolundadır. Ancak bu aşamada çocuğun beklentileri imkansızlık ya da cehalet nedeniyle   karşılanmazsa felakete gidecek yolun kapısı açılmış olur. Bu nedenle bebeklerin iletişim girişimlerinin mutlaka sevecenlikle, anlayışla karşılanması gerekmektedir. Aksi halde bebek yaşamının daha ilk günlerinde istenmediği, yok sayıldığı, yardım çığlıklarının anlamsız ve işlevsiz olduğu yargısına varır ve iç düyasının kapılarını belki de bir daha hiç açmamak üzere çevresine kapatır… Bu kapının kapatılışı, bireyin kendisi için de, tüm insanlık için de, tüm dünya için de bir felaket olur…

Eğer sağlam beyinle doğmuş çocuğun ilk çığlığına sevgiyle, ilgiyle karşılık verilir, ihtiyaçları doğru olarak karşılanırsa, İletişim girişimi işe yaramış, bebeğin insanlaşmaya ilk adımı atması sağlanmış olur. Bebek, zamanla başka bebeklerin, insanların ya da hayvan yavrularının ağlamalarını, çığlıklarını duymaya başlar ve doğduğu anda aldığı dersten sonuçlar çıkarır: Çevrede ağlayan, acılı çığılıklar atan bebek ya da çokuk, yetişkin insan ya da minik kedi köpek yavrusu ya da canı yanmakta olan herhangi bi hayvan yavrusu varsa, mutlaka onun bir acısı, ağrısı vardır ve yardım istemektedir. Ve bekler ki can acısıyla çığlık atan o varlığa yardım edilsin.Bu çığlıklar kısa sürede kesilirse bebek açısından sorun yoktur. Ama söz konusu canlının çığlıkları sürüp giderse ne olacak? Sonunda bebek de ağlamaya başlar ve anlatabildiğince o zor durumdaki canlıya yardım edilmesini sağlamaya çalışır. İşte iyi insan yetiştirme yolundaki yeni adım: Eğer çocuğun çevresindeki yetişkinler o zor durumdaki canlıya mümkünse bebeğin de görebileceği şekilde yardım ederek acısını giderir, sorununu çözerler ve bebeğin de bu iyi sonuçta payının bulunduğunu ona da anlatırlarsa, bebek, sonra çocuk, aşamadıkları birtakım sorunlarla karşılaşan canlılara yardım etmenin erdemini kavramaya, bu yolda ilerlemeye başlar.

Bu ve benzeri örneklerle canlıların acılarını anlamaya başlayan çocuk, insan, zamanla canlıların ağlamaktan başka iletişim yollarının bulunduğunu acı ve başka duygularını beden diliyle de dışa vurduklarını anlar: Karşılaştığı bir insanın yüz görünüşünden onun beden ve ruh sağılığını, ekonomik durumunu, birtakım niyetlerini anlamaya başlar ve bunları kendi açısından gereği için yorumlar, değerlendirir. Bu değerlendirme sonunda karşısındakinin derdini  ya da sevincini paylaşabilir, sorunlarını çözmede yardım edebilir.

Çevremizde empati yeteneği güçlü ne kadar çok insan varsa, bireysel ve toplumsal huzurumuz o kadar yükse olur. Bunu için bireyler olarak da, eğitim kurumları olarak da insanların empati yeteneğini yeterince oluşturmaya ve yükseltmeye özen göstermeliyiz.

REMZİ KISA- GÖNEN- KOCAPINAR NOTLARI