İnsanız. İnsan Kalalım

 İNSANIZ. İNSAN KALALIM

 İnsan olmanın ilk şartı, insan bedeninde doğmuş olmak. Ama peşin peşin dediğim gibi; bu sadece ilk şart. Tek şart değil!

Bu bedene sahip olmanın, doğuştan getirdiğimiz özellikler yanında, sonradan edinilmiş olanları da var. İşte bu özellikler bizi tamamlıyor, diğer canlılardan ayırıyor.  Çevremizde neler neler görüyor, öğreniyoruz.      Öğrendiklerimiz, içselleştirdiklerimiz yanında, bize dayatılan, zorla yaptırılanlar da var. Neyi niçin yaptığımızı bilmediklerimiz, ezberlerimiz de. Duygularımız var mesela; kişiden kişiye değişen, doz doz, inişli çıkışlı. Bizi biz yapan, bizi başkalarından ayıran.
  Bir deney yapılmış; on ayrı sepete on ayrı cins elma konmuş, satışa sunulmuş.  Alıcı üç bin kişiye; hangi elmayı, niçin seçtiği sorulmuş. Bazı insanlar, elma cinsleri hakkında bilgi sahibi olduklarını, bu bilgiye dayanarak elma seçtiklerini söylemiş. Kimi, fiyatına, kimi elmanın görüntüsüne, kimi bu elmayı nasıl değerlendireceğine göre seçim yapmış. Alıcıların büyük çoğunluğu ise hiç düşünmeden rastgele aldıklarını ifade etmişler. Sonuçta bütün elmaların bir alıcısı olmuş. Derler ya( Çürük elmanın, kör alıcısı vardır. ) diye. Bence bu söz çok da doğru değil. Çürük elmayı  görmeseniz bile; dokunarak, koklayarak anlayabilirsiniz. Önemli olan, doğru olanı seçmek için dikkat etmek, bildiklerinden yola çıkmak, görünüşün yanında kaliteye bakmak, ne için aldığını, nasıl değerlendireceğini göz önünde   bulundurmak önemli.   Duyularımızı ve duygularımızı yerinde, zamanında ve gerektiği kadar kullanmak önemli.
     İkili ilişkimiz var mı?  En son ne zaman gözgöze geldiğimizi hatırlamaya çalışalım. Çoğumuz, en son ne zaman eşimiz ya da partnerimizle gözgöze bakıştığımızı hatırlayamayız.( Eee! Hatırlasak ne oluuur, hatırlamasak ne olur? Bakıştıysak bakışmışızdır. Aynı ortamdayız, birlikte yiyor, birlikte içiyoruz, birlikte geziyoruz ya !) deyip geçiştirmeyelim konuyu. Çünkü eğer görme engelli değilsek;  gözlerinin içine bakmadan karşımızdakinin bize ne anlattığını asla tam olarak bilemeyiz. Konuya ikili ilişki ile girdim ama; anlamak, anlaşılmak bütün ilişkilerimizle ilgili.  Görme engellilerin algıları yüksektir. Onlar görmeden anlar ve sezerler. Görebilen canlılar , duyduklarını görerek doğrulama ihtiyacı duyarlar.
     Doktor muayene ederken hastasının gözlerine bakmıyorsa; inanın onun derdini tam anlayamaz. Ana, baba, öğretmen veya bakıcı; çocuğun göz seviyesine gelip onunla göz teması kurduğu zaman doğru iletişim kurar. Eşler gözgöze bakmadan konuşuyorlarsa; her biri ayrı telden çalar, sonra birbirlerini anlayışsızlıkla suçlarlar.
     Bakmak  ve bakışmak aynı eylem değildir. Siz bakarsınız, karşınızdaki size bakmıyorsa sizi anlaması mümkün değildir. Biri size bakıyorsa, onun ne anlattığını gözlerine baktığınız zaman doğru anlarsınınız. İşte bu nedenle bakmak eylemine  işdeşlik katmak, gerçekten anlamak veya anlaşmak istediğimiz insanlarla  bakışmak gerekir.
     Sevdiğiniz kişi  ile ayrılma noktasına mı geldiniz?  Mutlaka gözgöze bakışarak ayrılmayı deneyin!  İnanın vereceğiniz olumlu veya olumsuz karar, o zaman en doğru karar olacaktır. Gözlerde sevgi, ihanet, pişmanlık, merhamet, nefret, aşk gibi duyguların mutlaka izi vardır.  Sözler bu duyguları tam anlatamaz.
     Topluluk karşısında konuşma yapan insanlar, dinleyenlerin yüzüne bakarak konuştukları zaman etkili olurlar. Televizyonlarda konuşan; sevdiğimiz, sevmediğimiz liderlerin, sunucuların gözlerinde ruh göremiyorsak , boşluğa baktıkları içindir. Konuşurken kameralara bakan insanların niyetini, aktarmak istediklerini daha iyi anlarız.  Boşluğa bakarak konuşan insan, boş konuşur, boşa konuşur.
     İyi anlamak, iyi anlatmak söz konusu olunca bakışmak gerekir, sıradan sohbetlerde, basit ifadelerin yeterli olduğu zamanlarda bakışmaya gerek olmaz. Mülakatlar, iş görüşmeleri, hayatımızı etkileyecek konular  konuşulurken bakışmak şarttır.
   İNSAN gülebilen canlılardandır.  Düzinelerce hayvan gülebildiği halde gülmek en çok insana yakışır. Gülmek mutluluk işareti olduğu gibi, sağlık açısından da faydaları olduğunu biliriz.
     Ne var ki; hayat şartları çoğumuza gülmeyi unutturdu.
İçinde yaşadığımız toplum, erkeğe gülmeyi yakıştırmıyor, kadına yasaklıyor, çocukların gülüşüne bile sınır koyuyor.
    Mizah; zeka, bilgi ve birikimin olduğu yerde yeşerir, büyür ve yayılır. Geri kalmış toplumlarda mizah anlaşılmaz , aktarılamaz. Mizahı; olgunlaşmamış , özgüveni gelişmemiş, işkilli karakterler  taşıyamazlar. Baskıcı toplum bireyleri gülmeye korkarlar.
    Mizah yazmak , çizmek , üretmek, sergilemek yürek ister.  Hele siyasi  veya pornografik mizah  yapmak çok daha zordur, ancak bir o kadar da sınırlıdır.
      Ara sıra insanlar kimsenin olmadığı, ıssız yerlere gidip var güçleriyle bağırmanın  kendilerine iyi geldiğini söylerler. Bağırmak gibi şöyle kahkahalarla çılgınlar gibi gülmek de aynı işi görür bence. Hatta daha iyi gelebilir.
 İnsan her zaman mutluluktan gülmez. Acı acı, pis pis, deli deli gülmek de olur bazen... Tebessüm gülmenin  daralmış, küçülmüş, kısılmış şeklidir. İdare eder mi? Eder! Hiç gülmemekten iyidir.
      Hep söylediğim gibi. Gülmek parmak izine benzer. Kişiye özeldir. Kimi kıkır kıkır güler, kimi kişner, kimi anırır gibi gülebilir. Allah ne verdiyse, içinden nasıl geliyorsa artık!
      Ha! Bir de ağlamak var insanı insan yapan. Öyle saklı gizli değil, kıyılarda köşelere sığınarak değil.  Gerektiği yerde, gerektiği kadar; tam da içimizden geldiği gibi!
      Düşünmek; insanların, bakan, gören, anlayan, gülüp ağlayabilen ve daha birçok duyguyu   yapabildiği karmaşık bir  eylemdir.  Konuşmak, yazmak, karşı durmak, eleştirmek, beğenmek , takdir etmek düşünmenin sonuçlarıdır.
      Bazı bilim adamları, önümüzdeki yüzyılda  yarı robota dönüşeceğimizi iddea ediyorlar ya.!  Robot kendisine yüklenen programlara uygun çalışır. Neyi, ne kadar algılaması gerekiyorsa o kadarını algılar. Hangi durumlarda gülme sesi çıkartması yüklendiyse o istemi gerçekleştirir. Kendine ait duyguları yoktur.  Ama biz insanız. Yüce yaratıcının bize bağışladığı duyguları yaşadığımız sürece de robot olmayız.
      İnsan yaşamının bazı evreleri daha hassas, kırılgan ve istismara açıktır.  Yani çocukluktan söz ediyorum. Her çocuk yetişkinlerin sorumluluğunda büyür, yetişkin olur.  Pekçok duyguyu en masum şekilde yaşar ve dışa vurabilir.
      Eğer insan olarak kalmak istiyorsak; duygularımızı dolu dolu yaşayalım, sahip çıkalım. Yetişkin ve aklı başında biri isek; çocuklarımızı, ideolojilerden, siyasetten, hastalıklardan, kötü alışkanlıklardan, kötülerden ve kötülüklerden uzak tutalım.  Sağlıklı bir çocuğa, her şey söyletilebilir, herşey yaptırılabilir.  Çocukların duyu ve duygularını istismar etmeyelim.
     Her toplumda yetişkinlerin çocuklara, gençlere, yaşlılara karşı sorumlulukları vardır. Bu sorumlulukları yerine getirmeye çalışırken ; yaptığımız her davranışın ne gibi sonuçlar doğurabileceğini hesaplayarak yaşayalım. ?

(Gülmek, ağlamak, bakışmak, görmek, seçmek... Robotlaşmaya karşı durmak... Yarınımızın güvencesi gençler ve çocuklar... Bu gün yalnız bu kadar!)
ULVİYE KARA AKCOŞ / 02-02-2022/BANDIRMA