Hedefe Giden En Kısa Yol

HEDEFE GİDEN EN KISA YOL

Aklımızı, duygularımızı, düşünce ve bilgilerimizi ifade etme yeteneğimiz var ya;   bu bizim rotamızı seçerken kullandığımız , direksiyon, gaz pedalı dümen, fren, pusula ve yol haritamızın  bütünleşmiş hali.

    Bir toplumun yönetiminde söz sahibi olmak için zengin, güçlü, bilgili  ve karizmatik olmak yetmiyor.Yetenekleri, amacına uygunkullanmak, bireylerin güvenini ve beğenisini  kazanmak . Rötorik; başkalarını ikna etme; siyasi, hukuksal, törensel ifadelerde ikna edici olma, etkileyici samimi, anlamlı konuşma şartı var. Çoğunluğu cahil olan bir toplumda neyin doğru, neyin yanlış olduğu konusunda bilinç gelişmemiştir. Derin düşünme gereği yoktur. Tahlil, sorgulama, inceleme, soruşturma hatta konunun akıl ve mantığa uyup uymadığı konusu bile  araştırılmaz.

      Yetştirilme şekline baktığınızda ( Benim babam yalan söylemez, annem bu konulara karışmaz,  öğretmenim yanlış yapmaz,  büyüklerin izinden gitmek gerekir.) kalıbını görürüz. Aykırı düşünmek, eleştirmek,  ezberleri bozmak ya ayıp ya da günahtır. Her yalanın bir inandırıcı tarafının olmasını düşünmek bile hata olur. Analiz  yapmayı bilmeyen insan için( inanmak )en kolay yolu  bulmaktır. Genelleme yapmak ise onu yeni yanlışlara götüren kullanımı en basit araç.

     15- 18 Yaşlarında çocuğunuz , torununuz, öğrenciniz veya tanıdığınız biri var mı? Varsa; ALLAH yardımcısı olsun. Bu ve biraz üstü , biraz altı yaşlarda olan kız ve erkek gençlerin, tam hayat yolunu belirliyecekleri, mesleklerini seçecekleri zaman. Eskiden bilinçli aileler, öğretmenlerinin de görüşlerini alarak  çocuklarını erken yaşlarda, yeteneklerine, isteklerine ve imkanlarına uygun yapabilecekleri  mesleklere yönlendirmeye başlarlardı. Sanat yeteneği ne kadar erken farkedilirse ve bu konuda çocuğa uygun ortam  ne kadar erken hazırlanırsa o kadar iyi. 

      Şimdi;  gençler ve  aileleleri, çocuklarında bir yetenek varsa diye  korkar  oldular. Çünkü ülkemizde ne yazık ki hangi dalda olursa olsun sanatçıların değeri bilinmiyor. Çoğunun sosyal güvencesi yok. Kadrosu yok. Sanatçı, kendisine sınırlar konduğununda ne sanat üretebilir, ne de sanatını icra edebilir. Ne yazık ki bizde sanatçıların eli kolu bağlı. Sanat eserlerinin kabul edildiği alanlar dar.  Her yerde konservatuar var ama hiç birinden star çıkmıyor. Üstelik sanat eğitiminin sonu yok. Sanatçı, sürekli kendini yenilemek, geliştirmek zorunda.  Geçiminizi sağlayan bir işiniz olacak. Gücünüz ve zamanınız yetiyorsa; sanatınızı hobi olarak yapabilirsiniz.

       Hayat damarlarımızdan birini koyduk kenara. Eğer  çocuğunuza aileden kalan bir çiftlik, bağ, bahçe, zeytinlik, tarım arazisi varsa. Yazık o gence! Çiftçinin ve üreticinin ağlamasını,  isyanını, perişanlığını hep birlikte görüyoruz. Babadan kalma bir dükkanı devir alıp yaşatmanın sorumluluğu çok çok büyük.  Yılların esnafı dediklerimiz birer birer kepenk indiriyor, sıra sıra iş yerleri kapanıyor.

     O halde de yapacak? Okuyacak, üniversite bitirecek! Her semtte en az bir İmam hatip okulu var. İmam hatip'te okudu diye imam ya da hatip olmak zorunda değil.  Çok çalışsın , yüksek puan tuttursun,  Tıp Fakültesine  atsın. kapağı. Devlet memuru maaşıyla anadolunun herhangi bir yerinde sağlık ocağında başlasın işe. Mesela! Sonra belki bir gün , bir büyük hastanede çalışma şansı yakalar. Hekimlerin haftada en fazla 48 saat çalıştırılması, her 24 saatte bir 11 saat kesintisiz dinlenmeleri, gece çalışmalarının en fazla 8 saat olması öngörülse de; 38 saat nöbet tutar,  haftalık çalışma saati 48 i katlarsa, bir günde 150 den fazla hastaya bakarsa  pulları dökülmez herhalde. Hasta yakınlarından sopa yeme ihtimali de bonus gibi cebinde durur. Hak ettiği ücreti alamasa da aç açık kalmaz sonuçta. 

      Eeee ! Bu benim  çocuğuma  uymaz diyorsanız  da; geçmişin en saygın, en gösterişli ve güvenli mesleğini aklınızdan geçirmeye bile kalkmayın. General rütbesine gelip açığa alınmak var, tutuklanmak var, atılmak var, damgalanmak var  mazallah hapislerde çürümek, ölmek var. Bir kalemde emekliliğe sevkedilen altı yüz albaydan biri olmak var.

      Hah! İsterseniz Hukuk  Fakültesine gitsin! Adaleti bulursa hizmet etsin! Güvendiği Baro Bakanı'ndan alsın dersini!

      En iyisi yazar olsun, kitap okuma oranı % 50.   ların altında olan ülkemizde  kitap yazsın. Olmadı, köşe yazısı yazsın....Yazsın da alsın boyunun ölçüsünü! Hele bir de; her yere bununu sokarsa, sivri dilli olursa! Hapisane köşesinde yazar durur artık!

     Bilim adamı olsun, diyemem. Onların çalışma imkanları bizim ülkemizde maalesef çok geniş değil. Hatta hiç yok! Bilim adamı olmaya niyeti ve gücü olan dış ülkelere gidiyor... Tabiii gidebilirse!  Turistik mekanlar iş yapmıyor, seyehat acentalarının çoğu kapandı. Mimar ve mühendislerin çoğu işsiz. Emlak sektörü yabancılara  çalışıyor. Bizim gelirlerimizle emlakçıların yanından geçemeyiz. Kiralık evler bile boyumuzu aştı.

      Hiç olmazsa öğretmen olsun diyeceğim ama, diyemiyorum.  Verilerine göre, henüz ataması yapılmamış olan 700 000  öğretmen sıra bekliyor.( Bu rakam 55 ülkenin nüfusundan fazla!)

      Sıradan bir işçi olmak için ucuz  çalışan suriyeli rakiplerin var. Memur maaşına tav olurum diyorsan; torpil gerekebilir! Kadroyu hiç takma kafana...

     Yok kardeşim! Benim bildiğim bütün yollar kapalı görünüyor. Fal bakmaya da hiiiç gerek  yok!

     Bu gidişle dünyanın en fakir ülkelerinden biri olan Hindistan'a benzeyeceğiz diye korkuyorum. Bilmem takip ediyor musunuz? Hindistan' da  işsizlik oranı yüzde yedilerde. Yaklaşık yedi milyon işsiz insan var.Nüfusun % 29.8 i yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Pislik ve hastalık korkunç boyutlarda. Bazı yerlerde dilencilik yasak. Gönüllülük ve bağış var. Bu insanlar;  inanca dayalı bir sistem kurmuşlar. En son  bir tarikat kurulmuş.  Adı( bizim dilimizde ayıp bir kelime, bu tarikatın üyelerine de ; bizim dilimizde  cinsel organa verilen ad verilmiş. Diller arasında olur böyle durumlar. ) Altın Tapınak denen bir yerde binlece insan bedava üç öğün karnını doyuruyor, barınıyor. Öyle yarım yamalak değil. Tatlısı ve tuzlusuyla her öğün doyurucu.  Yemek üzerine çay veya kahve de bedava. Çalışmak gerekmiyor.   İnsan isterse ömür boyu burada bu şartlarda yaşayabiliyor. Tek şart; erkekler başlarını kapatacak, vücut kıllarını kesmeyecekler. Sokakta diş çekiliyor, tedavi yapılıyor. Tuvalet ihtiyaçlarını çöp yığınlarının arasında çözüyorlar. Kıyafetleri cıvıl ,cıvıl... Pırıl pırıl... Burada yaşamak, yiyip içmek için, tarikata  üye olmak şart değil. Üye olanların görevi; günde iki saat tarikatta çalışmak veya bu hizmetin bedeli kadar maddi destek vermek( Gelirinin veya zamanının  onda biri.)  Çalışmayı seçenler burada bulaşık yıkıyor, ekmek yapıyor, yemek pişiriyor. Cinsi , dini , ırkı, inancı sorgulanmadan binlerce insan bu tapınakta besleniyor , yaşıyor. Herkese eşit davranılıyor.  Tapınağa ayakkabı ile girilmiyor. Yerler kirden vıcık vıcık kayganlaşmış. Kokuyu siz tahmin edin.  Tarikata ait havuzda yıkanıyorlar. Ücresiz eğitim, ve sağlık hizmeti veriliyor.Tarikatı, on guru kurmuş.  Kendilerine göre iyi, güzel ve  doğrulara dayalı kutsal bir kitapları var. Sahip olunan gücü iyiye kullanmayı öneriyorlar. Aldıkları eğitimin temeli bu. Tek yaratıcıya değil, enerjiye inanıyorlar.  Bu inanca sahip, dünyanın çok farklı bölgelerinde yaşayan pek çok insan var.  Bilim ve fen bu yaşamın içinde yok. Temizlik ve hijyen önemli değil.

      Burası  Laik Demokratik Türkiye Cumhuriyeti! Hindistan veya benzeri bir ülke değiliz. Yaşam standartlarımız, sosyal haklarımız var. Dinimizi hiç kimsenin ulaşamayacağı; kalbimizin en kutsal yerinde taşır, gereklerine uyarız.  Zor bir dönemden geçiyor olabiliriz. İşte; iyi kötü herşey ortada. Herkes seçimini en akılcı yoldan yapacak. Evlatlarımız; yaşadığımız çağa, yeteneklerine aile ve sosyal şartlarına en uygun eğitimi alıp topluma hizmet  edecekler. Farklı türlerde bol bol kitap  okuyup sanat etkinliklerine katılacaklar. Sorup sorgulayıp noksanlarını tamamlayacaklar. Farklı ülkelerin yaşamlarını giderek, okuyarak veya izleyerek öğrenmek onlara eminim vizyon kazandıracak. 

      Bildiğimiz yaşam kalitesi;  disiplin,  sorumluluk, emek karşılığı elde edilen kazanç, bilim ve fenne dayalı eğitim gerektiriyor. Sanat ve sanatçıyla taçlanıyor. Ulusumuz; değerlerine sahip çıkıp kimliğini korumak zorunda olduğunun bilincinde mi? Kararı siz verin! 

                      14-01-2023/   ULVİYE KARA AKCOŞ