Hastalar Kardeşlerim İyileşeceksiniz...Nazım Hikmet

HAFTANIN ŞİİRLERİ. Derleyen Fikret ÇAĞIN.

Nazım HİKMET’ten 

 

Hastalar Kardeşlerim İyileşeceksiniz.

Ağrılar, sızılar dinecek

Yumuşak, ılık.

 

Bir yaz akşamı gibi inecek

Ağır, yeşil dalların ardından rahatlık.

Hastalar, kardeşlerim,

Biraz daha sabır, biraz daha inat.

Kapının arkasında bekleyen ölüm değil, hayat.

Kapının arkasında dünya, dünya cıvıl cıvıl

Kalkacaksınız yatağınızdan, gideceksiniz.

 

Tuzun, ekmeğin, güneşin tadını yeni baştan keşfedeceksiniz.

Sararmak limon gibi, mum gibi erimek,

devrilmek kof bir çınar gibi ansızdan

 kardeşler, hastalar,

biz ne limonuz, ne mum, ne çınar.

Biz insanız çok şükür

çok şükür biliriz,

ilacımıza

umudu katmasını

yaşamak gerek diyerek

ayak direyip

dayatmasını

 

Hastalar,

kardeşlerim

iyileşeceksiniz

Ağrılar, sızılar dinecek,

Yumuşak, ılık bir yaz akşamı inecek,

ağır yeşil dalların ardından rahatlık.

Nazım Hikmet.

****

 

-“Aşık Ömer’den”

****

GÖZLERİ MESTİM

Madem dilber bende meylin yok idi

Ezeliden ikrar vermiye idin

Muhabbetin güzelliğin nişanı

Oğrun oğrun bakıp gülmiye idin

 

Siyah zülfün dökmüş yüzüne perde

Sen uğrattın beni bin türlü derde

Ben kendi halimde gezdiğim yerde

Getirip bergüzar vermiye idin

 

Hani benim ile yiyip içtiğin

Çözüp düğmelerin göğsün açtığın

Şimdi fayda vermez benden kaçtığın

Soyunup koynuma girmiye idin

 

Aşık Ömer der ki canıma kastin

Eziyet eyleme gözlerimestim

Severler güzeli incinme dostum

İncinir isen güzel olmıya idin

Aşık Ömer

06-04-2020

 

****

 

Yaşamaya Dair

Yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
bir sincap gibi meselâ,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
yani, bütün işin gücün yaşamak olacak.
Yaşamayı ciddiye alacaksın,
yani, o derecede, öylesine ki,
meselâ, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleğinle bir laboratuvarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel, en gerçek şeyin
yaşamak olduğunu bildiğin halde.
Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, meselâ, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak, yani ağır bastığından.
Diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız,
yani, beyaz masadan,
bir daha kalkmamak ihtimali de var.
Duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini
biz yine de güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına,
hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden,
yahut da sabırsızlıkla bekleyeceğen son ajans haberlerini
Diyelim ki, dövüşülmeye değer bir şeyler için,
diyelim ki, cephedeyiz.
Daha orda ilk hücumda, daha o gün
yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün.
Tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu,
fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz
belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu.
Diyelim ki, hapisteyiz,
yaşımız da elliye yakın,
daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının.
Yine de dışarıyla birlikte yaşayacağız,
insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgârıyla
yani, duvarın ardındaki dışarıyla.
Yani, nasıl ve nerede olursak olalım
hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak…
Bu dünya soğuyacak,
yıldızların arasında bir yıldız,
hem de en ufacıklarından,
mavi kadifede bir yaldız zerresi yani,
yani bu koskocaman dünyamız.
Bu dünya soğuyacak günün birinde,
hattâ bir buz yığını
yahut ölü bir bulut gibi de değil,
boş bir ceviz gibi yuvarlanacak
zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız.
Şimdiden çekilecek acısı bunun,
duyulacak mahzunluğu şimdiden.
Böylesine sevilecek bu dünya
“Yaşadım” diyebilmen için…

Nâzım Hikmet

***