Görev İstenmez - PENCEREM - den

GÖREV İSTENMEZ

Sene 1990, aylardan eylül... Ankara aktarmalı İstanbul-Van uçağındayım. Masmavi gökyüzüne serilmiş, bembeyaz pamuk tarlası bulutlar üzerinde İstanbul’dan ayrılmanın hüznü, tek başıma cerrahlık yapacağım Anadolumun doğu ucunda neler görüp yaşayacağımın heyecanlı merakı, kesin kararını vermiş insan huzuru içinde, yerimizde sayıyoruz hissetsem de hızla yeni hayatıma doğru yol alıyoruz. Gözlerim önümde uzanan sonsuzlukta, zihnim geçmişte...

Yaklaşık iki ay öncesi 4 Temmuz günü; evvela ameliyathanede safra kesesi ameliyatı yaparken, sonra toplantı salonunda mide kanseri hastasını takdim ederken beş hocadan oluşan jürinin sorduğu soruları, beni yetiştiren başasistanlar ve şefimi mahcup etmeden cevaplamış, genel cerrahi uzmanı olmuştum. O gün de şu anki duygularımı yaşamıştım. Mutluluk, hüzün, huzur... Mutluydum: Uykusuz geçen geceler sonrası devam ettiğim mesailer, yorgunluktan ayakta zor durduğum günler, açlık ve stresten ağrıyan mide ağrımı azaltmak için başasistandan izin alarak içtiğim sütle devam eden ameliyatlar,haklı haksız yediğim fırçalar, nöbetler, ilk yaptığım ameliyatlardan sonra duyduğum sevinçler ve daha nice mutlu mutsuz anlarla geçen günler sonrası küçük esnaf Hafız’ın oğlu, Ladikli, öğretmen okulu mezunu ben, dört senelik asistanlığını başarıyla tamamlayıp uzman olmuştum. Hüzünlüydüm: 1983’te ilk gördüğümde aşık olduğum, cerrahlık kadar sevdiğim şehr-i İstanbul’dan mecburen, mecburiyetten ayrılacaktım. Huzurluydum: Yolun yarısı etmeme, dante gibi ömrümün ortasına gelmeme beş senem kalmıştı ama ne atım vardı ne de avrat... Cep delik cepken delik... Uzman olmakla 50-100 Lira daha artacak devlet memuru maaşımla bunlara kavuşmak bir yana ortalama hayat sürmem mümkün değildi bu koca şehirde. Kalbimin değil beynimin sesini dinlemiş; taşraya gitmeye, cerrahlık hayatımı taşra cerrahı olarak geçirip tamamlamaya ihtisasımın son 5-6 ayında karar vermiştim. Karar vermiş insan huzuruydu huzur sebebim.

Yolcu yolunda gerek düşüncesiyle oyalanmadan evraklarımı Sağlık Bakanlığına teslim edip Ağustosun ilk Cuma günü, kurada Erciş-Van Devlet Hastanesini çektiğimde tek duygum vardı; merak... Doğuda olması umurumda değildi. Kuradan önceki tek dileğim; hastanesi, ameliyathanesi, narkoz uzmanı olmasa bile teknisyeni olan, cerrahlık yapabileceğim bir kasaba hastanesini çekmekti. Babam, bizleri 1972 yaz tatilinde ilkokul öğretmeni olarak görev yapan abimi

ziyarete götürdüğünde Van’ı görmüştüm ama Erciş hakkında hiçbir bilgim yoktu. Araştıracak, öğrenecektim.

İstanbul’a dönünce önce başasistan Rafet abinin beş sene önce Erciş’te cerrahlık yaptığını öğrenmiştim, ondan da öğrenmek istediklerimi. Van gölü kuzeyinde, yetmiş bine yakın nüfusuyla Van’ın en büyük, gelişmiş ilçesiydi Erciş. Dahiliye, cerrahi, çocuk, kadın doğum uzmanı çalışan, beş sene önce yeni hastane temeli atılmış, iki katlı, otuz yataklı hastanesi vardı. Kiralayacak ev, yemek yiyecek lokanta, sohbet edecek bürokrat sıkıntısı yaşamayacak, Rafet abi beş sene önce cerrahlık yaptığına göre ben haydi haydi yapabilecektim. Tayin yazım gelip üç beş parça bekarlık eşyamı kargoya vererek ertesi gün uçağa binene kadarki geçen günlerim, tek dileğimin gerçekleşmiş olması saadetiyle geçmişti.

Uçak alçalmaya başlayınca hayallerimden sıyrıldım. Ankara’da uçağı değiştirip tekrar havalandık. Kırk dakikalık uçuştan sonra da önce Van Gölü’nün maviliği, mavilik içindeki yeşil leke Akdamar Adası, ardından Van şehri kapladı görüntümü. Muhteşem görüntü eşliğinde havaalanına indik. Tek bavulumu aldım, sıradaki ticari taksiye ilerledim, bindim. Dahiliye uzmanı N. Alkış’ın muayenehanesine gideceğimi söyledim şoföre.

Orada, saat 18.00’da Erciş’te Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları uzmanı olarak çalışan Mustafa Kendirci ile buluşacaktım. İkisi de benden iki sene önce Hacettepe Tıp’tan mezun olmuş, 80 öncesi gönüldaşlık hukukuyla tanıdığım, Hacettepe’deki iki elin parmak sayısını geçmeyen gönüldaşlarımdandı. Kavga günlerinde çok şeyler paylaşmış, yaşamıştık. Erciş hakkında araştırma yaparken Kendirci’nin Erciş’te olduğunu öğrenince gurbette hemşehrisine rastlamış gurbetçi gibi sevinmiştim. Hastane santralından aldığım muayenehane telefonunda görüşüp geliş gün ve saatimi bildirerek sözleşmiştik; bugün, bu saat için...

Hastane caddesinin köşesinde inip ikinci kattaki Alkış’ın muayenehanesine çıktım. Sekreterinin haber vermesi üzerine ayaküstü hoş geldin deyip bekleyen hastalarını göstererek izin istedi. Anlayışla karşıladım, bekleme salonundaki yerel ve ulusal gazetelerle oyalanarak bir saat kadar hastalarının muayenesini bitirmesini bekledim. Son hastadan sonra odasına girip senelerin hasretiyle kucaklaştık, çay siparişinden sonra sohbete başladık. Konumuz tabi ki seksen

öncesi kavga günleri, derslerin zorluğundan ziyade solcuların tacizleri sebebiyle geçmek bilmeyerek geçen stres dolu ders saatleri, ekonomik güçlüklerimiz, Site Yurdu anıları, şehitlerimiz... Geçmiş ortak anılarımız, arkadaşlarımız...

Sohbetimiz 20-25 dakika sürdü. Kapıyı tıklattıktan odaya giren Kendirci’nin “İyi akşamlar beyler, Sinancığım hoş geldin” sözüyle mola verdik sohbetimize. Ayağa kalktım, kel kafasındaki saçların kırlaşmaya başlaması haricinde fiziği hiç değişmemiş gönüldaşımla yıllar sonra kavuşmuş iki kardeş muhabbetiyle birbirimize sarıldık, kucaklaştık. Alkış’ın birer çay daha içme teklifine Kendirci “ Sen evine, biz Erciş’e geç kalmayalım. Hatunlar sofrayı hazırlamış, bekliyordur “ cevabı üzerine vedalaştıktan sonra muayenehaneden inip Renault TX arabasına binerek hareket ettik.

Van-Erciş arası 100 km... İlk yarım saatimiz, son görüşmemizden bugüne kadarki geçmişimizi konuşmakla geçti haliyle. Nihayet konu Erciş’e, hastaneye geldi.

- Sinan. Erciş’te seninle birlikte dört uzman hekim olduk. Kadın doğumcu askerde, dahiliyecinin biri bugün yarın eş durumundan gidecek. Yenileri gelene kadar sen, ben, dahiliyeci ve acildeki iki pratisyen ile çalışacağız.

- Başka doktor yok mu?

- Hastanede yok. Sağlık ocağında üç, Verem Savaş Dispanserinde bir pratisyen hekim var.

- Ne yapalım? Elimizden geleni yaparız. Buna da şükür şefim. Röntgen var mı?

- Sadece ilaçsız, basit filmleri çekebiliyoruz.

- Laboratuvar?

- Kan sayımı, şeker, üre vb. rutinler yapacak kadar...

- Eh! Özel poliklinik veya serbest çalışan hekim var mı?

- Yok. Şunu da söyleyeyim, bu şartlarda Van’dan önceki bölge hastanesi olarak hizmet veriyoruz. Adilcevaz, Patnos, Muradiye, Çelebibağ hastaları da hastanemize geliyor.

- Yani hasta çok, doktor az diyorsun.

- Aynen.

- Şefim, biliyorsun. Bu sadece Erciş’in değil, Türkiye’nin birçok ilçesinin sorunu.

- Sinan, haklısın ama doktor ve hizmet eksikliği birileri tarafından kullanılıyor. Doğuda çalıştıkça göreceksin. Neyse! Bunları sonra genişçe konuşuruz. Şimdi seni ilgilendiren konuya gireyim...

- Hayırdır?

- Eski başhekim tayin olup gittiğinden beri bir ayı aşkın süredir hastanemizin başhekimi dolayısıyla Erciş’in sağlık gurup başkanı belli değil.

- Niçin?

- Sen bekleniyorsun. Aday dört taneydi. Kadın doğumcu askere gitti, dahiliyecinin biri de tayinci, geriye diğer dahiliyeci ile ben kaldık.

- Eee! Niye ben bekleniyorum o halde?

- Ercişli dahiliyeci arkadaş çok istiyor ama kaymakam istemiyor. Siyasetçiler ve sağlık müdürü de sessiz, asosyal kişiliği sebebiyle pek olumlu bakmıyor ona.

- Ya sen?

- Sebebini bilmiyorum ama beni de kaymakam istemiyormuş. Benim de illa olayım diye hevesim yok zaten. Sonuç olarak başhekimlik sana kalacak. Siyasi kimliğin senden önce geldi, ülkücü olduğun biliniyor, bilesin.

- Dert değil şefim ancak senin olman daha uygun olur. Ben seni desteklerim.

- Sinan, ha sen ha ben, ne fark eder ki?

- Şefim, etme gitme, dakika bir gol bir olmasın. Amacım cerrah olarak hizmet etmek, koltuk derdim yok ki!

- Olmadığını biliyorum ancak biliyorsun “Görev istenmez, verilir” Madem görev verilecek, kabul edeceksin. Hem bekarsın; vaktin daha bol, kafan daha rahat... Makamın hakkını benden daha iyi verirsin. Söz, en büyük yardımcın ben olacağım.

“Bakalım” dedim, sustum. Erciş’e varmıştık. Misafir edileceğim eve yöneldik...

Bir hafta boyunca kaymakam, sağlık müdürü, siyasetçilerin dolaylı temsilcisi hastane müdürümüz, bürokratlar ve sağlıkçılarla tanışıp görüştüm. Hiçbir siyasetçiden görev istemedim. Beni ikna etmeye uğraşan herkese Kendirci’yi önerdim. Ve sonuçta mevcut şartlar gereği görevi kabul ederek başhekim ve sağlık gurup başkanı oldum. İyi mi kötü mü yaptığımın takdiri o günleri yaşayanlara ait ancak dahiliyeci arkadaşın göreve gelmek için şıh olan babası vasıtasıyla 91 seçimlerinde ANAP’tan milletvekili adayı olacak Bedirhan aşireti mensubu sağlık müdürü ve siyasetçilere baskı yaptığını öğrendiğim yedinci ayda hiçbir kimseden baskı görmeden, kimsenin tesiri altında kalmadan istifa edip görevi istekli arkadaşa bıraktım.

***

Sene 2012... Siyasetçilerden görev! isteyen Erciş’te gördüğüm meslektaşım ilkti ama son olmadı. Geçen yirmi iki sene boyunca meslek ve kişilik onurlarını çiğneyerek koltuk için siyasetçilerin kapısını aşındırıp görev! isteyen, koltuk sayesinde kendini adam hissedebilen birçok kişi tanıdım. Hatta birkaçı da gönüldaş bildiklerimdi. Görev alıp koltuk sahibi olanlara da alamayanlara da ACIDIM. Meslek hayatım boyunca da “Görev istenmez, verilir” sözünü ilke edindim, doğrum bildim, bu doğruma göre davrandım. Allah da birlikte çalıştığım sağlıkçılar da şahit buna...

***

PENCEREM kitabımdaki “Tek Dileğim Var" öyküsünden

22-03-2021/BANDIRMA