GeziYorum...

GeziYorum…

Geçen yıl başlayan, bu yıl da hız kesmeden devam eden gezmelerim arkadaşlarımın da dikkatini çemiş olmalı ki ha bire bana, “Ne o Gencer, leyleği havada mı gördün?” diye sataşıyorlar. Kimi arkadaşlarım sataşmayı aşıp, işi laf çakmaya kadar götürüyorlar. “Bu adam emekli maaşıyla nasıl oluyor da bu kadar gezebiliyor? Yoksa bir yerlerden para mı buldu, yandaş mı oldu? Mirasa mı kondu?... Para bulmak için sanki yandaş olmak şartmış gibi. Çalış senin de olur. Nah olur dediğini duyar gibiyim. Üzerime alınmıyorum, benim de yok zaten. Minimal bir yaşantım var. Yanılgı, minimal yaşamın renksiz ve ruhsuz bir yaşam olduğunu sanmak kanımca.

Sen nerede yaşıyorsun? Rüyada mısın?

Sen, çalış senin de olur dediğimde, nah olur dediğini duyar gibi olduğum ‘Çapulcu’ musun? Tahmin etmiştim. Her neysen ne. Kuşkusuz her şeyin parayla ölçüldüğü kapitalist dünyada parasız yaşam, zor yaşam. Zorluklarla boğuşmak, mücadele etmek benim yaşam tarzım. Ben bir lokma bir hırka kültüründen geliyorum. Şükretmesini, azla yetinmesini bilirim. Mazoşist miyim neyim, zor yaşamın beni daha güçlendirdiğine inanıyorum. Devlet büyüklerim de sanki beni güçlendirmek için sözleşmişler ki emekli maaşımın satın alma gücünü yüzde beş artırıp, yüzde kırk azalttılar. Böylelikle ben yüzde otuz beş daha güçlendim. Hele onlar ben ve benim gibi emeklileri, asgari ücretlileri güçlendirmeye devam etsinler. Etsinler ki, varacakları yeri bir an önce görsünler. Biz onların varlıklarını ve nereye vardıklarını gördükçe varacakları yeri göstermeye muktedir hale geliyoruz…

Ben bugün “Çok gezen mi bilir, çok okuyan mı?” diyen, yıllardır yanıtını bulamadığım bu soruyu irdeleyeceğim diyorum. Bir de minimal yaşam belli ölçüde renklendirilebilir demek istiyorum. Bu amaçla yazı masasına oturuyorum. İçimdeki “çapulcu” klavyeyi ele geçiriyor. Benim aklımın ucundan geçmeyenleri yazıya döküyor. Argo sözcükler kullanıyor. Bana da hadi imzala diyor… Teslim olmayacağım içimdeki çapulcuya. Küstaha bak, o da bana, ben de sana teslim olmayacağım, gezide teslim olduk mu diyor. Gezi deyince aklıma geldi. Sahi ben gezmelerimden, gezip görmelerimden, okuyup yazmalarımdan ve bu edinimlerimin hangisinden ne kadar öğrendiğimden, neyi ne kadar bildiğimden söz edecektim. “Çapulcu” çek elini klavyeden. Yazacaklarımı yazmama izin ver…

Bana göre amaç bilgiye ulaşmak olmalı. İnsanda incelmiş bir merak duygusu her daim diri olmalı, sanatsal kültürel gelişmeleri merak etmeli. Bilimin, teknolojinin, uygarlığın geldiği noktayı merak etmeli. Öğrenmek merakla başlar…

Komşunun yatak odasını, mahalledeki aşk dedikodularını değil tabi ki…

Evet Çapulcu, doğru söylüyorsun. Her zaman olmasa da bazen doğruyu söylüyorsun. Ben de o nedenle, incelmiş merak duygusundan, bilimsel meraktan bahsettim. Sen benim bu yazıyı bitirmeme izin verecek misin? Hele bir sus da şu yazıyı tamamlayayım. Evet insanda öğrenme arzusu varsa, öğrenmeyi öğrenmişse, neyi nerede bulacağını biliyorsa bir de öğreneceklerini gerçekten merak ediyorsa gezer öğrenir, okur öğrenir, deneyimler öğrenir, olmazsa “Benim bilmediğim hiç bir şey yok.” diyen kendini beğenmiş Google’a sorar öğrenir. Yeter ki bilgiye ulaşmayı bilsin, okurken okuduğunu anlasın. Gezerken baktığını görsün. Sözgelimi ben, Bandırma Dağcılık Doğa Sporları İhtisas Kulübü BANDAK ile tanıştıktan sonra, yetmiş yaşımda yürümeyi öğrendim. Doğada gezerken eşsiz manzaralara, eşsiz güzelliklere bakarken, baktığımı görmeyi öğrendim. Sıcağı, soğuğu, rüzgârı, yağmuru iliklerime kadar hissettim, deneyimleyerek öğrendim. ‘Karda zordur yürümek’ “Tombe la neige” parçasını ıslıkla çalarak yürüdüm, zor olanı başardım. Başarmayı öğrendim. Kuşkusuz salt Kapıdağ’da BANDAK’la

yürümekle sınırlı değil gezmelerim. Uzak diyarlara da gittim. Gittim ama beş yıldızlı otellerde yatmadım. Laf olsun diye değil yürekten çağıran dostlarımın yanına gittim.

Öğrenmenin belki binlerce yolu ve yöntemi var. Dinlersin öğrenirsin, izlersin öğrenirsin, öğretirken öğrenirsin. Dokunursun, koklarsın, tadarsın öğrenirsin. Dost sohbetlerinden öğrenirsin. Yazarken öğrenirsin. Ben yazmanın çok öğretici olduğunu düşünüyorum. Yazmanın, bilginin bilince dönüşmesine, insanın kemale ermesine çok katkı yaptığını inanıyorum. Hayatta hep gezmedim, bazen kırıp dizimi evimde oturdum kitaplarıma gömüldüm, günlerce dışarı çıkmadım. ‘Yalnızlık’ kendi seçiminse çok öğretici oluyor. Kendi seçimin değil mahkum edilmişsen, mahkum olmuşsan bu kez de çok sıkıcı olabiliyor. Ben ikisini de deneyimledim. Bazen acıdan da beslenir insan… Bırak o deneyim eksik kalsın. Özgürlük insanın karakteri olmalı.

Bunca yıl okudun da ne oldu? Sen okuduğun okullarda hiç mi bir şey öğrenmedin? Neden oralarda öğrendiklerinden bahsetmiyorsun? Hani sizin elinizden alınan Giresun Ticaret Lisesini anlat anlat bitiremiyordun mücadelen buraya kadar mıydı? Her şey bitti mi?…

Gerçekten sıktın ama Çapulcu, senin benden verip de alamadığın ne? Ben zaten ekonomi öğretmenim Afitap hanımdan öğrendiğim bir şeylerden bahsedecektim. Şimdi sen ben söyledim de yazdın diye kendine pay çıkartacaksın ama hiç önemli değil, senin ne düşündüğün beni ilgilendirmiyor. Bir derste Afitap Hanım marjinal değeri, marjinal faydayı anlatıyor. Verdiği örneği bugün gibi hatırlıyorum. “…Sportmen kimliğine yakışmıyor olsa da sigara içen bir dağcı, birkaç gün sürecek bir tırmanışta yanına yetecek kadar beş altı paket sigara alıyor. Tırmanış elde olmayan nedenlerle birkaç gün uzuyor, sigara tiryakisi dağcı son paket sigarasını da açıyor. Mümkün olduğu kadar uzun aralıklarla içmeye özen gösteriyor. Onun için sigaralar azaldıkça sigaranın marjinal değeri artıyor. En son dal sigara marjinal değeri en fazla olan sigara…” Yıllar sonra Afitap Hanım’ın bir derste verdiği bu örnek neden aklıma geldi takıldı? Bizim yaşamımızdan giden her gün, ömürden gidiyor. Kalan günler azaldıkça, marjinal değeri doğal olarak artıyor. Dağcının sigarası gibi her gün biraz daha eksilen günlerimi rutin bir yaşam için harcayamam. Sınırlı imkanlarla da olsa, onları dolu dolu yaşamalıyım. Çok gezme arzum ve çabam biraz da bu yüzden…

Kendime kahve almak için mutfağa gittiğimde, fırsatı ganimet bilen Çapulcu gene geçip oturmuş klavyenin başına bana yazarlık dersi veriyor. Sen geçtiğimiz Pazar 23 Şubat 2020 tarihinde Ankara’nın en büyük salonunda yapılan ve o büyük salona sığmayan, insanların yarısının da dışarıda kaldığı o görkemli, o muhteşem kongreye gitmedin mi diye bana soruyor ve devam ediyor. O kongreden hiçbir şey öğrenmedin mi? Neden o kongreden bahsetmiyorsun? Sen otur kahveni iç. Sen yazmayacaksan ben yazarım diyor. Beni engelleme, seni dünya çapında yazar yapayım… Nasıl olsa ben yazıyorum sen imzanı atıyorsun. Sen fikir hırsızısın diyor. Daha neler neler söylüyor…

Ben bazen içim şişti derken haksız mıyım? İçimdeki Çapulcu, bugün safi çene oldu. Susmak bilmiyor. Dinle Çapulcu, ben o salondaki ve dahası sokağa taşmış o coşkuyu, umudu, bilgeliği, dayanışmayı, o kararlı duruşu, o güzelliği, o ambiyansı yazacak kadar yetenekli değilim. Ben yazamam. Ama şundan eminim. Toplumda barıştan, özgürlükten, demokrasiden ve eşitlikten yana bir mutabakat kurulacaksa o mutabakat, o salonu dolduranların sahip oldukları dinamizm, kararlılık hepsinden önemlisi savundukları fikriyatın sayesinde olacak… Dinle Çapulcu, şu sıra gecenin en karanlık ve en soğuk saatin deyiz. Aynı zamanda güneşin ışıtmaya ve ısıtmaya en yakın olduğu saatlerdeyiz. Sana söz veriyorum, ben özgür olduğumda sen de özgür olacaksın. İstersen o zaman yazarsın…

- Bana ‘Erciyes’ten kar bağışlama.’ Paketindeki sigara azaldı farkında değil misin?

- Çapulcu kırıcı oluyorsun ama biliyorsun ben sigara içmiyorum, sen ne demek istiyorsun?

- Teşbihte hata olmaz.

- Madem teşbihte hata olmaz, yapma o zaman…

hgencerucar@gmail.com /Bandırma-H.Gencer Uçar-27-02-2020