Geçmişten Günümüze Türk Kadınının Konumu

Tarihi - Kültürel Gelişim Sürecinde  Türk Kadının Konumu

  Afsana MAMMADOVA -  Doç. Dr., Azerbaycan Milli İlimler Akademisi,       

Ey kahraman Türk kadını, sen yerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın!     (Atatürk)

Geçmişe Tarihsel Bakış Tarihi - kültürel gelişim sürecinde Türk halkının kahraman kimliğinin ortaya çıkmasında kuşkusuz cemiyetin kolunun büyük rolü olmuştur. Maddi - manevi değerlerin oluşumunda kadın yalnız kendi fizyolojik doğası ile değil, hem de toplumun, halkın gelişiminde sosyal bir güç olaraktan katkıda bulunmuştur. İşte bu nedenle, sevgili, güzellik sembolü, aile ocağının koruyucusu, fedakâr eş ve anne özelliklerinin en güzel örneği olan Türk kadını tarihte hem de tanrıça, savaşçı, ulusun yöneticisi, Doğu kadın hareketlerinin öncüsü olarak kalmıştır. Tarihe baktığımızda, ilkel anlayışlarda tanrısal varlık ve Tanrı imgelerinin Yaratıcı Kadın, kutsal Ana kültünde canlandırıldığını görürüz. Dünyanın yaratılışı, insanın yaranması, eşyaların biçimini ve içeriğini değişmesiyle ilgili düşünen eski insanlar tüm evreni yaratıcı ana figürlerinde toplamışlardır. Toprak, tüm biyolojik yaşamın kaynağı olarak düşünüldüğü gibi, kadın da insanoğlunun yaşamının kaynağı olarak görülmüştür. (1, s. 24) Doğal olaraktan, bazı eski yazıtlarda “altın dönem” kadının hâkim olduğu dönem olarak tarif edilmiştir. Eski mitolojik anlayışlarda dünyanın kadın rahminde oluştuğu, insanın dünyaya gelmeden önce anne rahminde yarandığı, öldüğünde ise yeniden anne rahmine - toprağa döndüğü inancı mevcuttur. İnsanın tüm yaşam döngüsü – rahimden rahme, somut olarak “anadan büyük anaya – toprağa” dönüşüne kadar olan dönem gibi düşünülmüştür.

(1, s. 25) Bu inanç eski Türklerde de hâkimdi. Ana (büyük) tanrıça ilahe Umay (Humay) kadın rahmini yansıtıyordu ve tüm yaratılışın himayecisiydi. Eski inançlara göre, insana yaşam gücü bahşeden Umay, doğarken insanın kalbinde ilahi ışık yakar, öldüğünde ise bu ışığı söndürür. Umay tanrıçasına Orhon - Yenisey yazıtlarında da rastlanmaktadır. Bu taş kitabelerde Umay᾿ın karakteri insanlara rızık - bereket veren, anneleri ve bebekleri himaye eden, üremeden sorumlu iyiliksever tanrıça gibi canlandırılır. (2, s. 28) Eski Türklerde ilahe Umay᾿la birlikte diğer kadın tanrıçalar da mevcuttu; tanrıça Yer - Sub. Bu tanrıça güzel kadın simasında ana yurdu, ana toprağı ifade ediyordu. Tüm doğa onun himayesi altındaydı .

(1, s. 82) Gök ve Yer birbirinden ayrı olmadığı gibi tanrıça Yer - Sub ve Gök Tanrı olan Tengri de bir başlangıcın birbirine zıt olmayan iki tarafı olarak kabul ediliyordu: tıpkı bir bütünün iki yarısı gibi. Tanrı  baba, Yer ise ana olarak algılanıyordu.

2 Gök Tanrı - Tengri, Yer - Sub ve Umay kutsal tanrısal üçlük olup, eski Türklerin başlıca koruyucu Tanrılarıydı. Eski Türklerde Tengri baş ilah olsa da, yaratılış kadın tanrıçalarla ilişkindi. Maalesef, ilk dini inançlardan uzaklaştıkça ve kadını şer kaynağı gibi anlatan dini görüşler oluştukça kadın tanrıçalar kendi gücünü kaybetmeye başlamıştır. Giderek, Tanrı beşeri özellikler arz etmiş, kadın başlangıcı güçlü ve gösterişli erkek başlangıcı ile değişmiştir. Eski Türk boylarında kabilenin tüm üyeleri eşit sayılmaktaydı. Kadın kültü yaratıcı ana, güzellik, cesaret ve sadakat kavramlarını bütünleştirmekteydi. Bazı Türk kabilelerinde kadının otoritesi erkeğin otoritesinden daha fazlaydı. Örneğin, M.Ö. 7. – 8. yüzyıllarda Çin sınırlarından Tuna nehrine ve Anadolu᾿ya kadar uzanan geniş topraklarda yaşayan eski Türk kökenli İskit (Skit, Skif, Sak) kabilelerinin kadınları büyük sosyal - politik nüfuza sahiplerdi; mücadeleci ve savaşçı olan bu kadınlar usta avcı ve cesur askerler gibi tanınmaktaydı .(3) Arkeolojik kazılarda Skif ve Sarmatlara ait kadın mezarlarında bulunan çok sayıda silah onların “amazon kadın” olma ihtimalini kuvvetlendirmektedir. Şöyle ki, eski Yunan tarihçileri Herodot ve Prokopius᾿a göre, bu kabilenin kadınları erkeklerle eşit savaşa katılmakta, at binmekte, avlara katılmakta, hatta erkek kıyafeti kullanmaktaydılar. Kabile kurallarına göre, İskit bir kız henüz bir düşman öldürmemişse, kocaya varamazdı .

(4; 5) Bu gelenek Sümer kabileleri arasında da bulunmaktaydı. Araştırmacı Z. Hasanov Amazonların babalarının İskitlerle yakınlığı olduğunu ve İskit dilinde konuştuklarını ileri sürmektedir .(15, s. 362) Amazon kadın boylarının Azerbaycan᾿da yerleşmesi ve onların Türk olma ihtimali araştırmacı yazar Mark Verkhovski tarafından da ileri sürülmüştür. Yazar bu iddiasında eski Yunan tarihçisi Diodorus ve Roma tarihçisi Kursiy᾿in3 M.Ö. 330 yılında Kafkas Dağları eteklerinde Ha

2 Bu eski inanç Sofizm᾿e de yansımıştır. Sofi eğitiminde “Doğa Ana” Allah᾿tan sonra ikinci kutsal varlık sayılmaktadır. 3 E.ə. 90-30 yılları arasında yaşayan Kursiy büyük fatih Makedonyalı İskender᾿le ilgili 10 ciltlik tarih eserinin yazarıdır.

zar ovalarında Amazon kadınların yerleştiği konusunda aktardıkları bilgilere dayanır .(18) Araştırmacının dayandığı diğer bir kaynak ise Nizami Gencevi᾿nin “İskender-namesi”dir. Burada tarif edilen Berde hükümdarı Türk kızı Nüşabe᾿yi M.Verkhovski Amazon kraliçesi adlandırır .(17) Nizami Gencevi Nüşabe᾿yi betimlerken bu ince detaya değinerek söyle anlatır: Hakim (hükümdar) bir kadın varmış, adı Nüşabe, Erkeksiz yaşayan bir dişi ceylan... Önünde binlerce güzel kız varmış, Hizmete ay gibi kemer bağlamış. Bunlardan başka var yiğit, kahraman, Otuz bin gulam - kılıç oynatan. Kulları bir yurtta salmıştı mesken, Yakın obanı etmişti o yurt. Kahrından, kininden onun korkarak, Şehrine bir erkek basmazmış ayak. (16, s. 203) “İskender-name”deki hikâyelerde Nüşabe᾿nin cesareti, yenilmezliği anlatılmaktadır. Şöyle ki, Nüşabe Azerbaycan᾿ı fethetmek için büyük ordusuyla yürüyüş eden Makedonyalı İskender᾿e bilgelik dersi vererek, onun kalbini kazanır. Böylece büyük kumandan “güç ve kuvvette erkekten daha kuvvetli olan bu cesaretli kadına” değerli hediyeler vererek, onun ülkesini yağmalamadan terk eder .(16, s. 216-217) Ayrıca, Amazon kadınlar hakkında bilgilere Karakalpak halklarına özgün mitolojik hikâyelerde de rastlanmaktadır. Bu gibi bilgileri içeren mitolojik destanlardan biri de “Kırk kız” destanıdır. Bu eserdeki benzer hikâyelere Orta Asya halklarının hiçbirisinin mitolojisinde rastlanmamıştır. Araştırmacılar bu destanın Azerbaycan mitolojisine özgün destan olduğunu iddia ederler .(6) Destanda kırk kadın savaşçısı ile birlikte uzak bir adada yaşayan ve halkını düşmanlardan koruyan Gülayım 4 adlı hükümdar kadından bahsedilmektedir .(7) P. Akritas ve Y. Stefanov tarafından yapılan araştırmalar sonucunda dağlar başında yaşayan söz konusu güzel bahadır kadın ordusunun tümüyle kadınlardan oluştuğu anlaşılmıştır .(8, s. 47-48) Filolog Bahtiyar Tuncay benzer efsanenin Azerbaycan᾿ın Zagatala bölgesinde hem Türk, hem de Avar nüfus 
4  Araştırmacılar Gülayım karakterini Nart destanının Gabardin versiyonundaki Dakhanago karakteri ile benzetmekteler.
içerisinde günümüze kadar yaşamakta olduğunu ve bölgede erişilmesi zor olan kayalarda bulunan Peri kalesinin bu bahadır kadınların barınağı olduğunu iddia eder .(6) Savaşçı, sadakatli ve metin Türk kadınlarının ideal özellikleri eski Oğuz destanı olan “Dede Korkut” destanında da anlatılır. “Dere Korkut” destanındaki kadın sembolleri Dirse Han᾿ın hanımı, Burla Hatun, Banuçiçek, Selcan Hatun namuslu, sağlam düşünceli, terbiyeli olmakla birlikte, eşlerine destek olan onurlu, mert ve mücadeleci kadınlardır .(9) Kanturalı᾿nı denemeye çalışan Selcan Hatun onunla güreşerek, ok atarak, at binerek yarışır. Bu sınavları başarılıyla geçtikten sonra Kanturalı ile evlenmeye rıza gösterir .(9, s. 117) Şimdiye kadar herhangi bir erenin (erkeğin) “atını geçmediği, okunu yarmadığı” Banuçiçek de Beyrek᾿i dener ve bir pehlivan yiğit gibi onunla güreşir .(9, s. 56) Ozan Korkut kabilenin bu kızlarını “evin ve yurdun direği” olarak yüceltir. Eski Orhun - Yenisey taş yazıtları da Türk kadınının konumu ile ilgili değerli bilgileri içerir. Bu kitabelerde aile hukuku, mülkiyet konularının yanı sıra, kadınların siyasi ve sosyal fonksiyonları da tespit edilmiştir. Kadının aile içinde hak ve görevlerde eşit olduğunu belirten eski Türk kanunları erkek ve kadının dini inançlarında bağımsız olduklarını, toplumun ve devletin yönetimine ortak katkıda bulunabileceklerini onaylar .(10, 17-25; 11, s. 50) Eski Türk topluluğunda kutsal sayılan Ana kültü adil ve kahraman hükümdar kadın imgeleriyle tam anlamıyla betimlenmiştir. İslam᾿dan önce bazı eski Türk kabileleri arasında “Ana hakanlık” yönetim biçiminin mevcut olması bunun en belirgin kanıtıdır. Örneğin, Kafkas dağlarının doğusunda (şimdiki Azerbaycan topraklarında) geniş bir ovada yerleşen Massagetlerin hükümdarı Tomris5 adlı bir kadın olmuştur. Onun İran şahı Kiros (Keyhüsrev) üzerinde kazandığı şanlı zafer halk arasında efsaneye dönüşmüştür. Massaget krallığını ele geçirmek, Tomris᾿i ise esir almak isteyen Keyhüsrev bu arzusuna ulaşamayınca Massagetlerle savaşa girişmiştir. Fakat Tomris Med çarının güçlü ordusu karşısında sarsılmamış, kendi halkını zor durumda bırakmamak için elçiler aracılığıyla Keyhüsrev᾿i barışa davet etmiş, barışı ret edeceği durumda ise hileye başvurmadan cesaretle çarpışmayı önermişti. Fakat barış teklifini bir kadına yenilmek olarak değerlendiren Keyhüsrev savaşa başlamış ve savaşta Tomris᾿in oğlu Spargapises᾿i (Afrasiyab᾿ı/Alper Tonga᾿yı) öldürmüştür. Evladının kahrı ile kalbi parçalanan annenin intikamı uzun sürmemiştir. Ateşli süren savaşta Tomris Keyhüsrev᾿i öldürmüş ve insan kanı ile dolduru
5 Necip Ali, Tomris᾿in adını Kiyomers olarak vermektedir. (12, s. 20)
61  Afsana MAMMADOVA  

lan tuluma kesilen başını atarak, açgözlü Hüsrev᾿i kanla doyurmuştur .(13, 3 c., s. 144) Tomris karakteri cesur ve adil Türk kadın hükümdarının ideal karakteri olaraktan halk efsanelerinde kalmıştır. Tarih boyunca öngörüsü, cesaret ve yiğitliğiyle vatanına, halkına vefalı olan Türk kadınları zamanın tüm zorluklarından alını açık, yüzü ak çıkmayı başarmış, pek çok yaşamsal önemi olan konularda erkeklerle eşit kararlar almışlardır. Bu gibi kadınlardan bir diğeri de Doğu᾿nun ilk diplomat kadını olarak bilinen, Azerbaycan devletçiliği tarihinde önemli yerlerden birisini tutan Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan᾿ın annesi Sara Hatun᾿dur.6 Akkoyunlu devletinin dış ülkelerle diplomatik ilişkilerinde onun büyük rolü olmuştur. O, yalnız Doğu᾿da değil, Avrupa᾿da da usta siyasetçi olarak tanınmıştır. Uzun Hasan tüm dış politika sorunları konusunda onunla istişare eder, en önemli diplomatik görüşlere elçi sıfatıyla onu gönderirdi. O, sadece yabancı ülkelerin elçileriyle değil, hem de Timurlu hükümdarı Ebu Sait ve Osmanlı Sultanı II. Mehmet gibi hükümdarlarla7 da diplomatik görüşler yapmış ve Akkoyunlu devletinin dış siyasi çıkarlarını savunacak anlaşmalar imzalamıştır. Sara Hatun siyasetçi olmanın yanı sıra hem de usta bir kumandandı. Sivri zekâsıyla o, hatta en umutsuz durumlarda bile hızla ve doğru karar vermeyi becermiştir. Karakoyunlu hükümdarı Cihanşah᾿ın ordusunun Akkoyunlular tarafından darmadağın edilmesi bizzat Sara Hatunun doğru taktiksel analizi sayesinde gerçekleşmiştir .(19) Maalesef, tarih sahnesine isimlerini altın harflerle yazmış olan tüm ünlü Türk kadınlarının isimlerini bir makaleye sığdırmamız imkânsızdır. Burada sadece onlardan birkaçının isimlerini vermekle yetineceğiz. Buryat ve Yakut halkının ulu annesi Hori Tümat tahtının hükümdarı Alan - Goa, cesur bir kadın olarak bilinen Moğol hanı Hulagu Han᾿ın kızı Yelgetlu, Osmanlı hatunları arasında cesaretiyle ün kazanmış kadın Şerife hanım, Özbek hanı Tağar Han᾿ın hatunu hayırsever kadın Orduca, Atabeyler devletinin hükümdarı Muhammed Cihan Pehlivan᾿ın politik becerileriyle tarihte iz bırakan haremleri İnanç Hatun ve Kuteybe Hatun, Gubalı Fethali Han᾿ın hanımı Tutu Bike, II. Tuğrul Şemsettin İldeniz᾿in hanımı Mümine Hatun vb. (14) Bu kadınlar arasında bilimle ilgilenen, şair ve hayırsever kadınlar da az olmamıştır: Şah İsmail᾿in eşleri arasında şaire Hayat ve Cihan hatunlar, II. Sultan Selim᾿in sarayında büyük nüfuz sahibi olan Sultan᾿ın nedime Ayşe - Hubbi hatun, Karabağ᾿ın son hâkimi (valisi) Mehdigulu Han Civanşir᾿in kızı, lirik gazel ve 
6  Osmanlı kaynakları onun adını Gevherşah olarak vermektedir.

(19) 7 1461 yılında Sultan II. Mehmet᾿le barış anlaşması imzalamış, 1468 yılında ise

Timurlu hükümdarı Ebu Sait᾿le görüşmeler yapan Akkoyunlu elçilerinin başında bulunmuştur. (19)
62 Tarihi - Kültürel Gelişim Sürecinde Türk Kadının Konumu 

rubailerin yazarı, Karabağ᾿da “Meclisi – üns” adlı edebi meclisin kurucusu, hayırsever Hurşidbanu Natavan, Divan şiirinin bilinen ilk kadın şairi Zafer hatun, Mıhrü hanım, Fithet hanım vb. isimlerini sıralayabilir ve doğal olarak, bu listeyi daha da uzatabiliriz. Türk milletinin şanlı tarihini yazan bu kadınlar fedakâr anne, vefalı eş, cesur vatansever, adil hükümdar, akıllı politikacı, geniş bilgi sahibi gibi birçok güzel nitelikleri kendilerinde barındırmakla günümüzün kadınlarına birer güzel örneklerdir. Maalesef, ana kağanlığının egemen olduğu dönemle karşılaştırıldığında sonraki dönemlerde kadınların nüfuzu keskin olarak zayıflamıştır. İslam᾿ın ilk yıllarını dikkate almazsak, kadınlar bilimsel ve teknik ilerleme zamanına kadar aktif toplumsal etkinlikleriyle seçilememiştir. Dr. Aytunç Altındal “alt yapı” ve “üst yapı” diye ayırdığı gruplaştırmada dini - toplumsal kuralların daha ziyade birinci sınıfa ait edildiğini, ikinci sınıfın daha çok toplumsal imtiyazlardan faydalandığını kaydetmektedir .(11, s. 135) Sarayda oluşan kültür ile Saray dışında mevcut kültür arasında keskin farkların olması sınıflar arasında uçurumun derinleşmesine neden olmaktaydı. Şöyle ki, halk için uyulması gereken önemli kanunlar saray ehlinin sefahat ve gösterişli yaşam tarzına sadece uygunlaştırılmaktaydı .(11, s. 135) Araştırmacı haklı olarak, İslam᾿ın oluşumundan 19. yüzyıla kadar devam eden 900 yıllık bir süre zarfında alt sınıfa ait olan kadınların dönemin tüm ilerleyişinden geride kaldığını, toplumsal ve dini kanunlarla hak ve özgürlüklerinin sınırlandığını ve köle durumunda kabul edildiklerini kaydetmektedir .(11, s. 137) Halkın temel kitlesini oluşturan bu kadınların aile dışında sosyal ve düşünsel yaşamda herhangi bir çalışmasının olmaması onları yüzyıllar boyu kültürel ve düşünsel gelişimden geri bırakmıştır. Pek çok konuda, örneğin, miras ve boşanmada, erkek dominantlığının sağlanması kadın ayrımcılığının yaygınlaşmasına neden olmuştur.8 Oysa İslam᾿ın kutsal kelamları olan Kuran-ı Kerim kadınlara erkeklerle eşit biçimde miras (Nisa, 7-12), kişisel mülkiyete sahip olma, boşanma ve mahkemede tanık sıfatıyla ifade verme (Bakara, 282-283), eğitim alma ve çalışma (Zümer, 9; Taha, 114; Mücadele, 114), yöneticilik ve girişimcilik (Neml, 23-44) hakları tanımıştır. (20, s. 10) İslam᾿da kadın hakları ve özgürlüğü din ve şeriat yasaları çerçevesinde korunmaktadır. Örneğin, Bakara suresinin 228. ayetinde şöyle buyrulmaktadır: “Erkeklerin kadınlar üzerindeki hakları gibi, kadınların da erkekler üzerinde hakları vardır.” Erkek ve kadın her ikisi Allah katında eşittir, birinin diğerinden üstünlüğü sadece takva iledir: “Sizler hepiniz birbirinizdensiniz. Özgür erkek ve köle, özgür 
8 Osmanlı toplumunda kadınlara yönelik haksızlıkların en keskin yaşandığı dönem

Sultan III. Selim ve II. Mehmed᾿in hâkimiyeti dönemine rastlamaktadır.
63  Afsana MAMMADOVA  

kadın ve cariye - hepsi Adem soyundandır.” (Nisa, ayet 25) Diğer bir ayette ise şöyle buyrulur: “... İster erkek, ister kadın olsun Ben hiçbirinizin emeğini boşa çıkarmayacağım. Siz hepiniz birbirinizdensiniz [din karşısında kadın ve erkek aynıdır].” (Ali İmran, 195) Maalesef, İslam dini kendi orijinal kaynağından, Hz. Muhammed (s.a.s.) döneminden uzaklaştıkça muhafazakâr çevrelerin etkisi altına kalmış ve toplumda cahiliyet dönemi gelenekleri yeniden canlanmıştır. İşte bu gelenekler kadınların İslam kanunları ile tespit edilmiş olan hak ve özgürlüklerini hurafe ve cehalet kıskacında boğmuştur.
Kadın Emansipasyonu (Özgürlüğü) Batı ve Doğu Realitesinde Bilindiği üzere, kadın özgürlüğü, cinsiyet eşitliği gibi konular ilk olarak Fransa kadınları tarafından başlatılan feminist hareketinin genişlemesiyle gündeme gelmiştir. Henüz 1791 yılında Fransa devrimi sırasında Fransız kadın yazar, fılozof Olimpia de Gouges: “Eğer kadın idam sehpasına çıkabiliyorsa, kürsüye de çıkma hakkına sahip olmalıdır”, diye kadın özgürlüğü ile ilgili slogan seslendirmiştir. Onun takipçilerinin “kadın da insandır!” çağrıları feminizm hareketinin yaygınlaşmasına neden oldu .(22) Feminizmin ilk kurucusu haklı olarak Fransız yazar ve filozof Simone de Beauvoir kabul edilir. Onun “İkinci Cins” adlı eseri kadınlarla ilgili tüm meselelere tarihi - felsefi açıdan ışık tutmaktadır. Bu sebeple bu eser uzun seneler Batı Avrupa᾿nın özgürlük yanlısı kadınlarının İncil᾿i olarak kabul edilmiştir .(23) Doğu᾿yla karşılaştırıldığında Batı᾿da feminizm hareketi daha hızla yayılmıştır. Bu doğal olarak kapitalizmle doğrudan bağlantılıydı. Daha çok sayıda işçiyi çalıştıran atölye, manüfaktür ve fabrika tipli iş yerleri açılmakta ve orada çalışmak için erkek gücü yetersiz kalmaktaydı. İşçi azlığı ile karşılaşan girişimcilerin kadınları işe almaya başlamasıyla kısa zamanda hem sanayide, hem de ticarette ve diğer alanlarda çalışan binlerce kadın işçi ordusu oluşmuştur. Simone de Beauvoir᾿ın sözleriyle söyleyecek olursak, “emek sayesinde kadınlar bağımsızlık kazandı, yaşamlarını sağlamak için arabulucu - erkeğe ihtiyaçları kalmadı” .(23, s. 758) Fakat ilk zamanlar kendi haklarından habersiz olan kadınlar iş alanlarında çok büyük zorluklarla karşılaştılar. Şöyle ki, kadınlara verilen ücret erkeğe verilen ücretin 1 / 3᾿i durumundaydı. Bu ise kadın emeğinin daha fazla sömürülmesi anlamına gelirdi. Ağır çalışma koşulları, az maaş kadınları kendi hakları için işçi dernekleri çevresinde birleşerek, mücadeleye kalkmasına neden olmuştur. Binlerce kadın işçiyi kendi çevresinde birleştiren bu dernekler feminist yönlü yayın kuruluşlarında (La femme Libre, La Voix des Femmes, La Cause de peuple, L`opinion des femmes vs.) kendi haklarını talep eden sloganlarla seslerini duyurmaya çalışıyorlardı. (24, s. 74 - 75)

Fakat kadınların siyasi eşitlik mücadelesi sadece 20. yüzyılda sonuç vermiştir. İlk kez Danimarka᾿da 1915 yılında kadınlar seçim hakkı kazandılar. Fransa kadınlarının mücadelesi daha uzun sürdü, bu yüzden sadece 1944 yılında bu hakkı kazanabildiler. Oysa Doğu ülkeleri arasında ilk defa kez Azerbaycan Halk Cumhuriyeti 1918 yılında kadınlara seçim hakkı tanımakla çoğu Avrupa ülkelerinden daha önce kadın özgürlüğüne yeşil ışık yaktı ve Müslüman ülkeleri arasında kadınlara seçim hakkı tanıyan ilk devlet olarak tarihe geçti. Azerbaycan Halk Cumhuriyetinin kurucusu Mehmet Emin Resulzade parlamentonun ilk oturumunda cinsiyet eşitliği, kadınların erkeklerle eşit haklara sahip olması, seçimlere katılımı vs. konuları parlamentonun tartışmaya sundu. Cumhuriyet᾿in ömrü uzun olmasa da o, bu doğrultuda Türk dünyasına güzel bir örnek oldu. Kadın hak ve özgürlüklerinin korunması meselesi 19. yüzyıldan başlayarak, Türk dünyasında da bir harekete dönüşmüştür. Avrupa ülkelerini saran devrimci hareketler ve kadın hakları uğrunda mücadele edenlerin propaganda eylemleri Doğu aydınlarını da etkilemiştir. Avrupa᾿da eğitim alan ve Avrupa aydınlarından etkilenen modern düşünceli aydın nesli yetişmiştir. 19. yüzyıl Azerbaycan aydınlanmacılarından olan Abbasgulu Ağa Bakıhanov, Mirze Feteli Ahundov, Kasım Bey Zakir, İsmail Kutgaşınlı, Necef Bey Vezirov ve diğerleri eserlerinde kadın sorunlarını öne çıkarıyor, eskimiş feodal – ataerkil kuralları eleştiriyor, kadınların ilerlemesi ve kalkınması için eğitimin rolünü yüksek değerlendiriyorlardı. Toplumun kalkınmasında çağdaş kadının rolünü yüksek değerlendiren Türk edebiyatçılar arasında Ziya Gökalp, Namık Kemal, Şinasi, Ahmet Mithat Efendi, Şemsettin Sami, Tevfik Fikret, Hüseyin Rahmi9 vb. bulunmaktadır. Onlar kadının toplumdaki konumuna dair eleştirel yazılarda kadınların erkeklerle eşit eğitim alması düşüncesini savunmuşlardır. Türk dünyasının büyük şairi Ahmet Cevat İslamiyet ve kadın hakları ile ilgili konuşmasında şöyle der: “İslamiyet, kadına hukuk-u âliye bahsetmiştir. Fakat biz o hukuku kadının eline vermiyor muyuz? ... Biz, artık kadına hukukunu itaya ve kendisini o hukuktan istifade edebilecek bir hale getirmeye gayret etmeliyiz ...”

(27, s. 21) 19. yüzyılın başlangıcında Tiflis᾿in entelektüel ortamında yetişen Azerbaycanlı aydınlar ilerici aydınlanmacı düşüncelerin Azerbaycan᾿da yayılması doğrultusunda köklü çalışmalara başladı. Aynı dönemde Bakü᾿de kültürel alanında arka arkaya “Neşr-i Maarif”, “Nicat”, “Şifa”, “Kafkas Müslüman Kadınları Hayriye Cemiyeti”, “Mukaddes (Aziz) Nina” gibi kadın hayır birlikleri, dernekleri kuruldu .(25) Bu birlik ve dernekler ülkede kadın hareketine büyük ivme kazandırdı. Asrın 50’li yıllarında kurulan “Mukaddes (Aziz) Nina” derneğinin üyeleri arasında 17 kişi Azerbaycanlı kadın bulunmaktaydı. Onların arasında Fatma Esedbeyova, Hatice Hakverdiyev, Gevher Kutgaşinskaya, Balahanım Handemirova vb. ilerici Azerbaycan kadınları bulunmuştur. Aynı sene aydınlanmacı Dilber Hanım babası Mirmahmud᾿un yardımıyla Şamahı᾿da kendi evinde kız okulu açmıştır. Bunun devamında 1865 yılında Erivan᾿da “Mukaddes (Aziz) Ripsime” derneği kızlar için okul açmıştır10. Aynı okulda okuyan 65 kızdan 42᾿si Azerbaycanlıydı. 19. yüzyılın 50᾿li yıllarından başlayarak, ileri düşünceli kadınların girişimiyle Derbent᾿te, Zakatala᾿da, Şuşa᾿da kız okulları açılmaya başlamıştır. (25) Çağdaş düşünceli aydınların bu doğrultudaki çalışması hiç de kolay olmamıştır. Bir yandan, din adamlarının fetvası, diğer yandan Çar Rusya᾿sının işgal ettikleri Müslüman topraklarının gelişimine ve kalkınmasına engel olma çabaları aydınlama sürecinin uzun seneler sürmesine neden olmuştur. 1901 yılında Bakü᾿de hayırsever zengin iş adamı Hacı Zeynelabidin Tağıyev᾿in girişimi ve maddi desteğiyle Müslüman Doğu᾿da ilk Kızlar Okulu açıldı. Avrupa çağdaşlığını Doğu gelenekleri ile ustalıkla birleştiren bu okul Azerbaycan᾿da laik kadın eğitiminin temelini atmıştır. 9 Ekim 1901᾿den itibaren bu okulun başında Z.Tağıyev᾿in eşi Sona Hanım bulunmuştur. Müdür görevine ise aydınlanmacı, yazar Hasan bey Zerdabi᾿nin hanımı Hanife Melikov atanmıştır .

(26) Bu okulun mezunları arasında Azerbaycan᾿ın toplumsal yaşamında, kadın hareketinin genişlemesinde aktif yer alan, isimlerini yalnız Azerbaycan᾿ın değil, tüm Türk dünyası tarihinin hafızasına kazıyan ilk aydınlamacı kadınlar: Rehile Hacıbababeyova, Şehrebanu Şabanova, Şefika Efendizade, Nabat Nerimanov, Gülbahar Ahrıyeva, Ayşad Dibirova, Sakine Ahundzade, Meryem Gembitskaya, hem de “Molla Nasreddin” dergisinde kadın sorunları ile ilgili bir dizi makaleler yazan Hamide hanım Cavanşir, Tiflis᾿te Kafkas Hayriye Cemiyeti᾿nin girişimcisi Sofya Şahtahtinskaya, Nahçıvan᾿da kızlar okulunun yöneticisi Nazlı Tahirova, ilk kadın dergisi olan “Işık” dergisinin (1911) editörü Hatice Alibeyova, ilk Kadın Hayriye Cemiyeti᾿nin (1908) kurucusu Hanife Zərdabi, Bakü᾿de “Kadın Hayriye Cemiyeti” nin (1914) kurucusu Liza Muhtarova vb. bulunmaktaydı .(26, 27) Türkiye᾿de kadın haklarının savunulması Genç Türklerle başlanmıştır. 19. yüzyılın sonlarına doğru 9 ilkokul ve 9 öğretmen okulu çalışmaktaydı .(24, s. 196) 1858 yılında ilk kız rüştiyeleri, 1870 yılında ise “Daru᾿l-muallimat” adıyla ilk kız öğretmen meslek okulu, 1914᾿te ise İstanbul᾿da kızlar için ilk ortaokul açılmıştır .(27, s. 19) Avrupa᾿da olduğu gibi Türkiye᾿de de ilerici gö

10 Bu okullar el sanatı ve dini tahsil sunuyordu.
rüşlü gazete ve dergiler Türk kadın hareketinin başlıca dinamiği ve aktif savunucusuydu. Bu gibi dergilerden ilki “Kadınlar için gazete” olmuştur. Onun editör kadrosu tamamen kadınlardan oluşmuştu. İlk kadın yazar Fatma Aliye bu gazetede kadın meselelerine dair silsile makaleler yayınlamıştır. Kadın sorunlarını ele alan diğer dergiler arasında “Kadın” (1908), “Kadın Bahçesi” (1912), “Muhadderat”, “Vakit”, “Şüküfezar”, “Ayine” vs. örnek gösterilebilir. (24, s. 197; 46, s. 19) Avrupa kadınlarının sesine destek veren Türk kadınları dernekler çevresinde toplanmaktaydılar. Onların ömrü kısa olsa da, Türkiye᾿nin feminizm tarihinde iz bırakabilmişlerdir. Onların arasında: Teali-Nisvan (Başkanı Halide Edip Adivar), Asrı Kadın Cemiyeti, İstihlak-i Milli Kadınlar Cemiyeti, Türk Ocağı, Türk Kadınlar Birliği (Nezihe Muhiddin) vs. gösterilebilir .(24, s. 199) 1923 yılında Türkiye Cumhuriyetinin ilan edilmesinden sonra ülkenin modernleşmesi ve Avrupa yönlü ilerleme doğrultusunda hükümet tarafından köklü reformlar yapıldı. Bu reformlardan en önemlisi, kuşkusuz, kadın özgürlüğü ve cinsiyet eşitliği ile ilgili reformlar olmuştur. Araştırmacı Dr. Hüner Tuncel kadın haklarının tanınmasını, Atatürk tarafından gerçekleştirilen en önemli devrimci adımlardan biri olarak tanımlamıştır (28) Mustafa Kemal Paşa haklı olarak şöyle der: “Eğer bir ulus bir amaca doğru tüm erkek ve kadınlarıyla birlikte yürümezse, o zaman uygarlık yolunda herhangi bir ilerlemeyi beklemek gereksizdir olur. Eğer bir sosyal yapının bir üyesi pasif iken yalnızca diğer üyesi faaliyette bulunursa, bu sosyal yapının felçli olması anlamına gelir”. Atatürk toplumun sosyal, politik açıdan olgunlaşamamasının nedeni olarak kadınlara yapılan ayrımcılığı, onların cehalet ve esaret boyunduruğu altında ezilmesini gösterir. O, haklı olarak şöyle der: “İçinde yaşadığımız çağda kadın her alanda daha yüksek düzeylere çıkartılmalıdır ve bu nedenle de, kadınlarımız erkekler gibi her türlü öğrenim ve eğitim olanaklarından yararlanacak ve her türlü mesleği yapabilecektir. Sosyal yaşamda erkek ve kadın, karşılıklı olarak birbirlerine yardım ederek ve birbirlerini destekleyerek, birlikte ilerleyecektir.” (28) Türk kadınının nur ve irfanla Avrupa kadınlarından üstün olacağını itiraf eden Atatürk᾿ün çabaları sonucunda 1923 yılında kadınların erkeklerle eşit eğitim almasını onaylayan kanun tasarısı kabul edilmiştir. 1926 yılında ise kadınlar hala Osmanlı döneminden kaldırılan evlenme, boşanma, miras üzerinde varislik ve kocasının izni olmadan mal sahibi olma hakkı kazandı. 1935 yılında İstanbul᾿da düzenlenen kadın hakları konusunda ilk Uluslararası Kongrede konuşan Atatürk, haklı olarak, Cumhuriyet᾿in demokratik bir yapı gibi gerçekleştirdiği reformlar içerisinde en önemli reformun kadın özgürlüğü olduğunu kaydetmiştir. (28) Nihayet, 1934 yılında Başbakan İsmet İnönü ve 191 milletvekili tarafından Anayasa ve Seçim yasasına değişiklikle ilgili yapılan oylamada kadınlara seçim hakkı tanınmasını onaylayan madde kabul edildi. Böylece, her bir Türk kadınına 22 yaşında seçim ve 30 yaşında seçilme hakkı tanındı. (30) 1935 yılı seçimlerinde Parlamento᾿ya 15 (bazı kaynaklara göre 18) kadın milletvekili11 seçilmişti .(24) Bu olay o dönem için yalnız Doğu᾿da değil, hatta en gelişmiş Avrupa ülkelerinde bile büyük yankı uyandırmıştı. Aydınlanmacı, döneminin ileri görüşlü, eğitimli, aydın hanımları olan bu kadınlar yalnız eğitimle yetinmemiş, Türk kadın hareketinin başında bulunarak, kadınların bilgilenmesi ve özgürlüğü yolunda aktif çalışmışlardır .(31) Atatürk döneminin özgür ve ilerici Türk kadınları Doğu aydınlarının da özgür kadın etalonuna dönüşmüştür. Arap kadınları 20. yüzyılın eşiğinde hala esaret ve cehalet zincirleri ile bağlandığı bir zamanda Türk kadınları toplumun siyasal-toplumsal yaşamında erkeklerle eşit yüksek makamlara yükselerek, kadın hakları uğrunda savaşıyorlardı. Amerika᾿daki mülteci Arap edebiyatının kurucusu Emin Reyhani “Ortadoğu kadını” adlı makalesinde 1912 yılında İstanbul sokaklarının birisinde kendi hakları için ateşli konuşma yapan Türk kadınının çarşafını atarak,12 özgürlük bayrağı gibi salladığının tanığı olduğunu söylüyor .(32, s. 125) Yazarın ifadelerine göre: “Dün harem hücresinde Pierre Loti᾿ni okuyan kız bugün Taksim parkının banklarında Bernard Shaw ve Bertrand Russell᾿i okumaktadır. Her halde bugün yüzünü ve aklını peçeden kurtaran Türk … kızı bile Amerikalı ablasına ayak uydurmaya çalışıyor. Bu kızın Ortadoğu᾿nun diğer bölgelerindeki Müslüman kardeşleri onun bu hızına yetişemiyor. Onlar için bu, olanak dışıdır, tıpkı Mustafa Kemal᾿in Afganistan᾿daki mollalar için ulaşılamaz birsi olduğu gibi!” (32, s. 126) Emin Reyhani᾿ye göre, Türkiye᾿de kadın özgürlük hareketinin gelişiminin ilkesel 

11 Onlar: Mebrure Gönenç, Hatı Çırpan, Türkan Örs Baştuğ, Sabiha Gökçül Erbay, Hatice Özgener, Huriye Öniz Baha, Fatma Memik, Nakiye Elgün, Fakihə Öymen, Ferruh Güpgüp, Bahire Bediş Morova Aydilek, Mihri Bektaş, Meliha Ulaş, Esma Nayman, Sabiha Görkey᾿di. 12 Çarşafını çıkarıp atan ilk Türk kadını Tahire (Zerintaç) Kürretüleyn᾿dir. (1818-1852) Güney Azerbaycan şairesi olan Kazvin᾿in ünlü müçtehitlerinden Hacı Molla Muhammedsaleh Bereğani᾿nin büyük kızıydı. Babiler hareketinin aktif eylemcilerinden olan Tahire hanlm, dönemin taleplerine aykırı olarak, minbere başörtüsüz çıkarak, kadın hakları ile ilgili ateşli konuşmalar yapmıştır. Bakü᾿nün merkezinde heykeltıraş F.Abdürrahmanov ve mimar M. Hüseynov tarafından yükseltilen “Özgür kadın” heykeli çarşafını çıkarıp atan bu Müslüman kadına ithaf edilmiştir. (45)

olarak anayasaya dayanması onu diğer Doğu ülkelerinden ayırmaktadır. Şöyle ki, Türkiye ile kıyaslandığında Arap Dünyasında kadın özgürlüğünü teşvik çalışmaları aydınlanmacı yolu takip etmekte daha yavaş davranmaktaydı. Bu yolda ilk engel ise, kuşkusuz, otoriter rejim, çürük geleneklere dayalı toplum yasaları, hurafe ve gericiliği yayan şeriat kanunlarıydı. İlerici yazara göre, kadın özgürlüğü yönünde köklü değişikliklere bu doğrultuda bilinçlenmenin geliştirilmesi ve yasaların desteğiyle ulaşılabilir .(32, s. 132) Emin Reyhani 1917 yılında yazdığı “Harem Duvarları Arkasında” eserinde Genç Türklerin hakimiyeti yıllarında toplumun siyasal ve toplumsal hayatına cesaretle atılan Cihan karakteri ile özgür, azimli, cesur ve ilerici Türk kadın tiplemesini vermeye çalışmıştır. Yazar Cihan᾿ı şöyle anlatmaktadır: “O, milletinin diğer kız ve kadınlarının önünde giderek, özgürlük meşalesini azimle taşımakta, haremin nefret uyandıran zincirlerine karşı mücadele etmekteydi. O, özgürlüğe çağıran siyasi makalelerin yazarı, devrimci fikirlerin yeni meşale tuttuğu akılların hâkimi, vatandaşlarını özgürlük ve adalet uğrunda mücadeleye çağıran bir Türk kızıydı!” (33, s. 94) Onun mücadelesi Doğu kadınının parlak ve aydın geleceğine meşale tutan fedakâr Türk kadının kutsal cihat yolu, cesaret ve direniş destanıydı!
Günümüzde Mevcut Olan Sorunlar ve Beklentiler Günümüz kadını ülkesinin sosyal - siyasal yaşamında önemli rol alan, modern toplumun oluşumu sürecinde bizzat görev alan bağımsız, aktif ve mücadelecidir. O, ayakları üzerinde sağlam duran, hayatın çeşitli alanlarında kendi sözünü söyleyebilen, hem aile, hem de çalışma yaşamının üstesinden hakkıyla gelen ilerici toplumsal bir güç olarak yetişmektedir. Günümüzün kadınları erkeklerle eşit durumda yaşamın neredeyse tüm alanlarında ortak işbirliği kurmakta, parlamentoda ve yönetimde temsil edilmekte, seçimlere aktif katılmaktadır. İlerici kadınlar arasında devlet başkanları, memurlar, diplomatlar, milletvekilleri, filozoflar, bilim adamları ve aydınlar, avukatlar, doktorlar, askeri ve diğer meslekten olan kadınlar da bulunmaktadır. Elbette, 21. yüzyılın eşiğinde kadınların sadece seçim hakkı ile ikna olmasını düşünmek saflık olur. Kadınların özgürlüğü yalnız onların bizzat özgür olmasıyla sınırlanmıyor; onları çevreleyen ortam ve bu ortamda kadın hakkında uzun senelerden beri oluşmuş olan fikri değiştirmek gerekmektedir. Dünya Barış ödülü kazanan Svetalana Aleksieviç᾿in şu sözlerine hak vermemiz gerekir. O, şöyle demektedir: “Günümüzde görünürde özgürlük mevcut olsa da, psikoloji halen esaretedir.” (34) Özgür gelecek ve sağlıklı insanlık ilerici kadın kökleri üzerinde yükselmektedir. Bir toplumun değeri kadınına verdiği değerle ölçülür. Kadın aile ocağının koruyucusu ve temelidir. Toplum aileler üzerinde oluşur. Bu ise kadını toplumun temeli yapmaktadır. Fransız filozofu F.M.Fourier13 sözleri bugün de güncelliğini korumaktadır: “Her toplumda kadın özgürlüğünün düzeyi genel özgürlüğün düzeyi anlamına gelir.” Tolumun kalkınması öncelikle kadın özgürlüğünden başlar. Sadece özgür kadın özgür düşünceli ilerici insanoğlunu dünyaya getirmek gücüne sahiptir. Kadın kendi döneminin aynası, toplumun durumunun göstergesidir. Maalesef, modern teknik ve bilimsel ilerleme asrında kadın ayrımcılığı ile ilgili hala çözümlenmemiş sorunlar bulunmaktadır. Son dönemlerin genel istatistiksel rakamlarına baktığımızda, kadınların eski toplumlarda olduğu gibi alınıp satılması, cinsel istismara zorlanması, tacize ve baskılara maruz kalmasıyla ilgili olguların arttığının tanığı oluruz. Özellikle, yaşam düzeyinin düşük olduğu taşralarda ve sosyoekonomik ilerlemenin zayıf olduğu çevre bölgelerde bu gibi olaylara daha sık rastlanmaktadır. Kadının toplumdaki statüsü sosyal ve sınıfsal karakterli olup bir takım koşullara bağlıdır. Merkezde yaşayan kadınlarla çevre bölgelerde yaşayan kadınlar arasında, hem de üst sınıfa ait kadınlarla aşağı sınıfa ait olan kadınların yaşam tarzı, hak ve özgürlükleri arasında keskin farklar bulunmaktadır. BM᾿nin “Cinsiyet gelişimi” projesi kapsamında 19-60᾿lı yaşlarda bulunan kadınlar arasında yapılan anket sonucunda Azerbaycan᾿da son yıllarda kadınlara karşı şiddet olgularının çoğaldığı durumu ortaya çıkmıştır. Azerbaycan Cumhuriyeti İçişleri Bakanlığı Genel İşlemler İdaresinden verilen bilgiye göre, esasen aile içi şiddet sonucu meydana gelen cinayetlerin % 73,9᾿u dövülme, % 22,4᾿ü kasten ağır ve hafif zarar verme, % 0,5᾿i kasten adam öldürme, % 3,2᾿si ise diğer suçlardır .(29) Her sene 4 bine yakın kadın eşi veya yasadışı nikâhta oldukları erkekler tarafından ağır şekilde dövülmekte, her gün 100᾿e yakın kadın fiziksel darbelere maruz kalmaktadır. 2009᾿da “Aile içi şiddete dair” yasa tasarısı kabul edilse de, yasanın uygulanması sonucunda olumlu değişiklikler elde edilememiştir. Şöyle ki, 2010 yılında 109, 2011 yılında yılda 135 kadın aile içi şiddetin kurbanı olmuşsa, 2012 yılının ilk 6 ayı için bu rakam 790᾿a yükselmiştir. Günümüzün Türk kadınlarının başlıca sorunları arasında kadın ticareti (traffiking), taşrada erken nikâhın acı sonuçları, aile içi fiziksel ve psikolojik şiddete maruz kalma, cinayet niteliğinde ölüm olayları, iş yerlerinde cinsel istismara maruz kalma, cinsel içerikli baskılar, töre cinayetleri, eğitim olanaklarının sınırlanması vs. bulunmaktadır. Yukarıda da belirtildiği üzere, sosyoekonomik yönden geri kalan, ataerkil geleneklerin halen etkin olduğu ücra 13 ‘’Feminizm’’ kelimesinin onun türettiği söylenilir.bölgelerde kadın hakları daha yoğun sıklıkla bozulmaktadır. Kadın sorunları konusunda uzmanlaşmış STK᾿ların yürüttüğü soruşturmalardan Azerbaycan᾿da insan ticareti ve cinsel istismarın kurbanlarının % 82᾿sinin cahil, eksik eğitimli insanlar olduğu anlaşılmaktadır. Onların çoğu ailede ve işyerlerinde fiziksel ve psikolojik baskılarla karşılaşan 22-45 yaş arasında kızlar, dul ve boşanmış kadınlardır. (21, s. 14) Eğitim almayan kadınlar arasında erken evlilikler daha yaygındır. Son dönemlerin istatistiksel verilerine göre, Azerbaycan᾿da erken yaşta aile kuran kadınların % 39᾿unu kent, % 61᾿ini ise köy insanları oluşturmaktadır .(21, s. 14) Benzer durum diğer Türk devletlerinde de bulunmaktadır. Türkiye Başbakanlığı bünyesinde Kadının Statüsü Genel Müdürlüğünün araştırmalarına göre, Türkiye᾿de kadınların yarıdan çoğu şiddete maruz kalmaktadır. Bu gösterge resmi başvurulara göre, 2007 yılı için % 39, çevre bölgelerde (taşralarda) ise % 97᾿dir. Fiziki şiddete maruz kaldıkları konusunda hiçbir kuruma başvuru yapmayanların toplam oranı ise % 92᾿dir .(36) Şiddetin en çok yaygınlaştığı bölgeler Doğu ve Merkezi Anadolu bölgeleridir. Türkiye᾿nin Adalet Bakanlığının yayınladığı bilgilere göre, resmi kayda alınan kadın cinayetlerinin yıllara göre sayısı 2005 yılında 164 iken, 4 yıl boyunca artarak, yaklaşık 1000᾿e ulaşmıştır. Cinayet sebeplerine gelinceyse, ayrılma ve boşanma nedeniyle % 22.95, kıskançlık zemininde % 10.5, işsizlik sebebiyle % 10.15, intihara zorlama % 6.51 olmuş, diğer yüzdeler ise farklı nedenlere göre belirlenmiştir .(37) Bu günkü Türkiye᾿nin karşılaştığı en büyük sorunlarından birisi de cahillik, özellikle de ücra bölgelerde, kırsal kesimlerde kız çocuklarının okutulması ile ilgili çok sayıda sorunlardan oluşmaktadır. Oysa Atatürk kadınların bilgilenmesine yönelik adımları önemsemiş, Türk kadınının “nur ve irfanla bir çok faziletler kazanabileceği ve hatta pek çok yönden Avrupa kadınlarını geçeceği” düşüncesini savunmuştur .(11, s. 221) Genel Müdürlüğünün verdiği bilgilere göre, kadınların sayısının 37 milyon olduğu Türkiye᾿de okulu bitiremeyen kadınların sayısı son yılların istatistiksel verilerine göre, yaklaşık 7 milyon, tam yüksek eğitim alan kadınların sayısı ise 163 bin olmuştur. Türkiye İstatistik Kurumu, Aile ve Sosyal Politika Bakanlığı tarafından hazırlanan 2011 yılına ilişkin raporda okuma yazma bilmeyen 3 milyon 171 bin kişiden 2 milyon 617 bininin kadın olduğu kaydedilmiştir.

Okuma yazma bilen, fakat okula gitmeyen kadınların sayısı 7 milyon 342 bin, ilkokul mezunu 8 milyon 627 bin, ortaokul mezunu 1 milyon 125 bin, üniversite mezunu 2 milyon 299 bin, yüksek lisans mezunu 163 bin, doktora mezunu ise 46 bindir .(39) Eğer merkezde 100 kadından % 63.9᾿u kamu ve özel sektörde çalışıyorsa, % 34.8᾿i ev hanımıdır.14 Çevre bölgelerde ve köylerde ise % 84 tarlada çalışmaktadır. Bunların % 77᾿si aynı zamanda ev hanımıdır .(40) Azerbaycan᾿da da durum tatmin edici değildir. Örneğin, siyaset ve yönetim alanında kadınların ne kadar temsil edildiklerine bakacak olursa, nüfusunun % 52᾿sinin kadın olduğu bir ülkede Milli Meclis᾿te temsil edilen milletvekillerinin sadece % 16᾿sının kadınlardan oluştuğu anlaşılmaktadır. Kadınlar diplomatik heyetin sadece % 14,3᾿ünü oluşturur. Resmi kayıtlı olan 50 partiden sadece birisinin başkanı kadındır .(38) Bölgelerde durum daha da kötüdür. Eğitim düzeyinin düşük olması daha az beceriye ve altyapıya sahip olan kadınların kendilerini toplumsal güç olarak gerçekleştirmesini zorlaştırmaktadır. Azerbaycan toplumuna özgün önyargılar, bölgelerde halen ataerkil geleneklerin kalması kadınları sosyal aktivitelerden uzak tutmaktadır. Türk Dünyasının diğer bölgelerinde kadınların durumu nasıldır? Orta Asya᾿nın “Özgürlük sesi’nin” yaydığı bilgiye göre, Kazakistan᾿da kadınlara karşı ayrımcılık durumları ile ilgili adli tecrübesinin olmaması şiddete maruz kalan tarafın vesadetinin (iddia) sağlanılmamasına ve ayrımcılığının daha geniş yayılmasına neden olmaktadır. Yalnız, 2009 yılında 30 bin kadın aile içi şiddetin maruz kaldığı konusunda yasal birimlere ve mahkemeye başvursa da onların vesadeti sağlanmamıştır .(41) Aynı kaynağın verilerine göre, 2009 yılında “Erkek ve kadınların eşit hak ve özgürlüklerinin devlet güvencesi” hakkında kabul edilen yasa tasarısında çok sayıda eksikler bulunmaktadır. Kazakistan Cumhuriyeti Parlamentosu BM᾿nin kadın hakları ile ilgili kabul ettiği Sözleşmede15 öngörülen bazı maddeleri (mesela, cinsel taciz ve eşitliğin sağlanması konusunda yetkili organlarının olması vs.) asılsız bulunmuş ve projeden çıkarmıştır .

(41) BM᾿ye üye olan tüm devletler tarafından söz konusu Sözleşme kabul edilse de, maddelerle ilgili yerel mevzuat projelerinin hazırlanmasında ve uygulanmasında çok sayıda eksikler bulunmaktadır. Diğer bir Türk devletinde, Çin᾿in işgali altında bulunan Doğu Türkistan᾿da Uygur kadınlarına karşı uygulanan vandalizm eylemleri korkunç gerçekleri 14 2010 yılı raporları esasında. 15 BM Genel Kurulu tarafından 18 Aralık 1979᾿da kabul edilen ve 3 Eylül 1981᾿de yürürlüğe giren “Kadınlara karşı ayrımcılığın tüm biçimlerinin kaldırılması” hakkında Sözleşmede kadının siyasi, ekonomik, sosyal, kültürel, sivil ve diğer alanlarda (buraya din de dahildir) özgürlüğü öngörülmüştür: kadına yönelik her türlü şiddet hallerini yasaklayan yaptırım ve diğer yasal çalışmaların uygulanması, kadınlara karşı her türlü ayrımcılığın önlenmesi maddesiyle tam koruma sağlanması, yargı ve yetkili yerel makamlar aracılığıyla yasal koruma tespit edilmesi, herhangi bir kişi, kurum veya örgüt tarafından kadınlara karşı ayrımcılığın kaldırılmasını öngören çalışmaların yapılması, kadın haklarını çiğneyen yasaların, mevcut adetlerin kaldırılmasını sağlayan yasaların Kabul edilmesi ve uygulanmasının sağlanması, kadına karşı ayrımcılığı öngören suç anayasa maddelerinin kaldırılması. (42)

ortaya çıkarmıştır. Çin hükümeti tarafından ikinci çocuk sahibi olmak isteyen Türk ailelerine konulan yasaklar kadınların kürtaja zorlanmasına neden olmuştur. Hijyenik olmayan koşullarda yapılan kürtajlar yüzlerce ve hatta binlerce kadın ve çocuğun ölümüne neden olmuştur .(43) Kürtaj yolu ile milletin sayısının azaltılması, anne karnında iken çocukların öldürülmesi dünya kamuoyunda soykırımın yasallaştırılması olarak kabul edilmiştir. Diğer bir husus, Çin hükümeti tarafından yürütülen “entegrasyon” programıdır. Bu program gereği köylerde bulunan Uygurlar, özellikle de genç kızlar Çin᾿in iç bölgelerine aktarılmaktadır. Yani sadece 2009 yılında çoğunluğu kadın olmak üzere 96.000 Uygur bu uygulamaya tabi tutulmuştur. Bu kadınların çoğu satılmış, fuhşa zorlanmış veya öldürülmüştür .(44)

Doğu Türkistan halkına, özellikle de kadınlara karşı yapılan bu uygulamalar insan haklarının en kaba şekilde ihlal edilmesinin ve gerici şovenizmin örneğidir. Aynı durum Güney Azerbaycan᾿da (şimdiki İran᾿ın kuzeyinde) da mevcuttur. Türk halkına, özellikle de kadınlara karşı uygulanan ayrımcılık halleri ve yasaklar gerici İran hâkimiyetinin menfur politikasının sonucudur. Türk Birliği ülkeleri bu gibi durumlara sessiz kalmamalıdır! Doğal olarak, yukarıda verilen örnekler son değildir. Maalesef, bir makale çerçevesinde tüm bilgileri aktarmak imkânsızdır. Kısaca, şunu belirtmek isterim; kadın hak ve özgürlükleri ile ilgili çalışmalar yalnız kadınlar arasında değil, toplumun tüm kesimleri arasında yapılmak zorundadır. Bu doğrultuda ilk aşamada bazı teşvik ve propaganda içerikli eğitici çalışmaların yapılması faydalı olacaktır. Örneğin, ortaokulların programına cinsiyet eşitliği ve kadın haklarının korunmasına yönelik anayasa maddeleriyle bağlı bilgilerin eklenmesi, bölgelerde yaşayan kızların okula katılımı ile ilgili teşvik çalışmalarının yapılması (ebeveynler arasında), gönüllü birliklerin bu alanda çalışmalarının etkinleştirilmesi, büyük kurum ve kuruluşların, şirketlerin ve bankaların bünyesinde zor koşullarda ve ücra bölgelerde yaşayan kız çocuklarına eğitim yardımlarının ayrılmasını sağlayan fonların çalışmalarının düzenlenmesi elzemdir. Ayrıca, kadın hakları ile ilgili İslami değerlerin, kutsal kitapta ve hadislerde yazılanların doğru yorumunun sağlanması yönünde eğitici etkinliklerin yürütülmesi, ücra bölgelerin bilim - teknik donanımının iyileştirilmesi, sosyoekonomik açıdan geride kalan eyaletlerde ve köylerde kadınların iş alanlarının ve girişimcilik faaliyetlerinin sağlanmasına yönelik projelerin geliştirilmesi, kadınların hak ve özgürlüklerinin korunması ile ilgili mevzuatın sosyal ve yasal temelinin güçlendirilmesi vs. bu gibi çalışmaların yapılması da önemlidir.

Kuşkusuz, kadın ayrımcılığının başlıca sebepleri sosyal ve ekonomik gerilik, sınıfsal ve dini ayrımcılık, ataerkil geleneklerdir. Aslında bu durum sadece kadınları değil, tüm toplumu etkilemektedir. Normal yaşam koşullarının sağlanması ve uygun sosyal altyapının sağlanması, şeriat kanunlarının hurafe kılıfından çıkarılması toplumun kalkınmasında ve öncelikle kadınların hak ve özgürlüklerinin sağlanması yönünde atılacak ilk adımlardır. Çabaların olumlu sonuç vermesi ise bu yönde kabul edilen yasa tasarılarının hükümlerinin mevcut Sözleşmeye uygun yapılması ve uygulanmasının anayasa esasında düzenlenmesine bağlıdır.
Sonuç Bir milletin kültürü tarih boyunca yarattığı ve geliştirdiği maddi ve manevi değerlerin bütünüdür. Kültür bir halkın yaşam tarzı, bakış açısı ve düşünce tarzıdır. İşte onun aracılığıyla bir toplumun kimliği oluşur. Tek taraflı gelişen toplumda nasıl bir maddi - kültürel gelişimden söz edilebiliriz? Tek taraflı bakış açısı ve düşünce tarzına dayanan kültür hangi milletin ortak kimliğini oluşturabilir? Doğal olarak, toplumun ne denli gelişip gelişmediği kadının bulunduğu konumla anlaşılır. Kadın her zaman toplumun durumunu niteleyen gösterge sayılmıştır. Amerikalı yazar ve hukuk bilimcisi Thomas Nelson Page (1853-1922) haklı olarak şöyle yazmaktadır: “Kadın bir milletin adetlerini ve davranışlarını biçimlendirir. Bir toplumun ne denli sağlıklı olduğu onun kadının bulunduğu konumla anlaşılır. Onun kurtuluşa hiçbir umudu kalmaz, daha çok rezillik batağına saplanır.” (35) Ne yazık ki, halen toplumumuzda kadın haklarının ihlali, ayrımcılık halleri ile ilgili ciddi sorunlar bulunmaktadır ve onları çözmeden “modern, demokratik, eşit ve ortak bir kimliğe sahip Türk toplumundan konuşmak abestir. Oysa eski Türk topluluğunda kadının adı yüceltilmiş, o, yüksek statüye sahip olmuştur. İslam᾿ın kabulüyle kadınlara hak ve özgürlükler lütfeden, kutsal Kuran kadının yüksek konumunu tespit etmiştir. Maalesef, dinin ilk kaynağından uzaklaşması ve hurafelere rağbet sayesinde kadın yeniden esaret zincirleri ile bağlanmıştır. Kuşkusuz, bilimsel - teknik ilerleme çağında halen hurafelere inancın olması, ataerkil gelenekler, “mentalitet” adı altında geride kalmış önyargılarla kısıtlanan kadına yönelik ayrımcılık halleriyle karşılaştıkça, gelişmemizin içsel değil, görüntüsel olarak gerçekleştiğini ve kadının toplumdaki konumuyla ilgili düşünce tarzının yüzyıllar boyunca çok az değiştiğini daha iyi anlıyorum. Sanırım Türk Milletler Birliği olarak bu birliğe dahil olan tüm ülkelerin önünde duran en önemli görev Türk kadınının tarihten bugüne kazandığı şerefli adını yükseltmek, onun karşılaştığı sorunları modern çağın ruhuna uygun çözmek, dahi Mustafa Kemal᾿in söylediği gibi Türk kadınının konumunu “ilmi, ahlaki, içtimai, iktisadi hayatta erkeğin şeriki, arkadaşı ve yardımcısı.” (11, s. 198) olmak yönünde kuvvetlendirmektir!

AFSANA MAMMADOVA - Doç. Dr., Azerbaycan Milli İlimler Akademisi,