Askıda Ekmek ve Ev Ekonomisi

ASKIDA EKMEK VE EV EKONOMİSİ
İçinde bulunduğumuz toplumun en küçük nüvesini “aile “oluşturmaktadır. Eğer ülkelerin ekonomik yapısını gerçek anlamda tanımak istiyorsak, aile yapılarını kategoriler halinde ele almamız gerekir.
 Toplumu oluşturan zengin- yoksul ve orta halli ailelerin mevcudiyeti nedir? Açlık sınırı altında yaşam süren aile sayısı ila yoksulluk sınırı altında geçimini sürdüren ailelerin, ülke nüfusuna oranı ve lüks içinde yaşayan ailelere karşı mukayeseli durumları nedir? Uçurumun boyutları ne kadardır? 
Çok çocuklu aile yapılanmasından, hızlı bir şekilde az çocuklu, hatta hiç çocuk sahibi olmayan aile oluşumlarına kayış yaşanmaktadır. Genç nüfusun yavaşlamasıyla, gelecekte ne gibi toplumsal sorunlar bizleri beklemektedir? Bu duruma mama parası, bebek bezi parasının, eğitim giderlerinin bir etkisi var mıdır? 
Kentte yaşayan ailelerin kira giderlerinin, ısınma, elektrik, su, ulaşım ve iletişim giderlerinin her geçen gün katlanarak artması, geçim giderlerinin altında ezilen kentli ailelerin, işten atılma, işini kaybetme, ya da sahip olduğu küçük işletmesinin iflas etmesi, dükkânının kapanması gibi sıkıntıların büyümesi. Stresli yaşamın, kentin üstünde karabulutlar gibi dolaşması, dayanılmaz hal alması.
Kırsal kesimde yaşayan ailelerin, tarımsal faaliyetlerinin karşılığında emeğinin karşılığını görememesi; ekim, dikim masraflarının artması, gübre, ilaç, tohum ve mazot fiyatlarının, artan faiz ve vergi yüklerinin altından kalkamayıp, icralık durumları düşmesi. 
 Kentlerde ve kırsal kesimde yaşayan ailelerin toplamının ortalama eğitim seviyeleri, kitap okuma, herhangi bir sanat dalıyla ilgilenme durumları nedir? 
 Ailelerin sağlığa ve tedaviye ulaşabilmelerine paralel olarak, ilaç masraflarını ve hastane giderlerini  kolaylıkla karşılayabilir olması,
 Ailelerin her türlü hukuksal sorunlarını, mahkeme kapılarında kısa sürede ve adilce çözüme kavuşturabilmeleri. Mahkemelerdeki İcra dosyalarının kabarıklığı, hırsızlık, dolandırıcılık, ticari suçlar, siyasi suçlar, boşanma, tecavüz, kadın cinayetleri, işçi cinayetleri, trafik faciaları gibi olayların yaşanma sıklıkları. Hapishanelerin doluluk oranları vb. Bütün bu olaylar ve olgular bize, ülkenin yaşanabilirlik seviyesini göstermektedir.
Ülkelerin ekonomi politiğini anlayabilmek için, güncel deyimle ‘paradigma’nın takibi için aile yapılanmasına bakmak gerekir. Ev ekonomisini anlamak, ülke ekonomisini anlamaya ayna tutacaktır.
İnsanların refah içinde, mutlu bir ortamda yaşamalarını sağlamak; Ev ekonomisinin döndürülmesini sağlamaktan, yani aile yapılarının gündelik problemlerine çözüm üretmekten geçmektedir. Ailelerin durumları, ülkelerin gelişmişlik düzeyini gösterir.
Antik Yunan döneminden, Aristotales’ten beri kullanılan ekonomi deyiminin kökenini oluşturan kavram; ‘ev ’dir. Grekçe ev (oikos) ve de yasa (nomos) sözcüklerinin birleşiminden oluşmakta ve  (oikonomike), evin, ailenin yönetilmesi anlamını taşımaktadır.
Antik Yunan toplumunda “ev ekonomisi”nin yönetimi üç çiftli yapı üzerine kurulmuştu; efendi ile köle ilişkisi, koca ile karı ilişkisi ve üçüncü olarak, baba ile çocukların ilişkisi. O dönemden günümüze, efendi ile köle ilişkisi taşınarak geldi mi? Efendi kavramı hala mevcudiyetini sürdürüyorken kölelik devam ediyor mu?  Orasını bilemem, tartışmalı bir konudur ama diğer iki ilişki biçimi; baba ve çocukları (patriarkal aile yapısı), koca ve karıdan oluşan aile biçimi (monogami) sürüp gitmektedir. 
Antik Yunan medeniyetinde köle, kesin bir şekilde efendinin malıydı, tıpkı bir öküz gibi, manda gibi, kara saban gibi, yasalarla düzenlenmiş bir şekilde, efendiye aitti. Efendi, kölesini alıp satabilir, isterse öldürebilirdi. Köle gün doğumundan, gün batımına kadar çalışır, efendi ise gününü gün eder, felsefe üretirdi. Kölenin çocukları da, kölenin karısı da köleydi ve efendinin özel mülküydü, malıydı. Her türlü üretim –felsefe hariç- köleye aitti. Köle ekmeği üretir, efendisi yerdi. Köle de ekmeğin ucundan bir miktar tırtıklardı ki, ertesi gün de üretebilsin ve efendisini doyurabilsin. Kölenin çocukları da yaşamalıydı ki, yarınların üretimini devam ettirebilsin.
Antik Dönemde ekmek üretimi vardı ama ‘ramazan pidesi’ üretimi yoktu. Ramazan’ın gelmesi için “milenyum”luk bir zaman dilimine ihtiyaç vardı. Öncelikle, kölelik düzeninden çıkılarak feodal düzene geçilmesi gerekiyordu. Feodalizmin ya da Ortaçağ’ın “lonca” sisteminde usta-çırak ilişkisi içinde fırıncılık mesleği gelişmeliydi ki seri bir üretimle ekmekler ve ekmek türevleri üretilebilsin. Lonca sisteminden, yüzyıllar içinde “manüfaktür” üretime geçildi ve bol bol üretilen ürünlerin satılabilmesi için “Pazar”ın genişlemesi gerekiyordu. Bu, Dünya geneline yayılmış Pazar oluşumu, “Merkantilist” dönemin habercisi oldu. Gelişmeler bu kadarla kalamazdı elbette ve merkantilizmi takip eden süreçte “büyük sanayi” atılımıyla fabrika üretimine geçildi. Ekmekler, önce “kara fırın”, “taş fırın” denilen fırınlarda üretilmekteyken, elektrikli fırınlar devreye girdi ve modern “ekmek fabrikaları”nda üretilmeye başlandı. O gün bu gündür insanlar, ekmeğini ya da pidesini, günlük olarak ve taze taze fırınlardan temin edebilmektedirler. Sıra beklemeyi göze alanlar biraz daha ucuz ekmek ya da pide alabilmekte iken, hiç parası olmayanlar “askıda ekmek” ile yetinebilmektedirler.

Bu hayat pahalılığı böylesine acımasızca devam ederse, yakın zamanda, “askıda pide” çıkması da beklenmektedir.
16.04.2022 / İzmir/ Sedat Pamuk