Aaahh!!!

Aaahh!!!!

Başlık bir ünlem.

Bu ünlem sadece; ağızdan bir defada çıkan ses olarak görünse de; ard arda dizilmiş, metin olmuş ifadelerden daha zengin ve anlamlıdır. Ünlemin hangi ses tonunda olduğu ve hangi duyguyu taşıdığı çok önemli. Duyduğumuz (Aaaah !) eski günlerini özleyen bir yaşlıya mı, karnına bıcak saplanmış birine mi, cüzdanını evde unutan hanıma mı ait? Pişmanlığın sesi mi? Aradığını bulmuş olanın sevinci mi? Neresinden baksanız bakın, sadece iki harf, ama ne kadar geniş bir yelpazesi var, aynı zamanda dikkat çekici. Diğer ünlemlerde öyle. (Bir of çeksem karşıki dağlar yıkılır.) der ya bir türkümüz. Dağlar yıkılmasa da bir (of!) çok şey anlatır. Doğru yer ve zamanda; doğru volüm, doğru tonlama ile anlamı derinleşir.

Dikkat çeker.

Yeni yetiştiğim çağlarda; şu anda neden olduğunu hatırlamıyorum. Babama ( Aaamaaan!) deyip odadan çıkmıştım.. Rahmetli; beni öfkeyle çağırıp karşısına oturttu. Çok ciddiydi.( Aamaan! Deyip odadan çıkamazsın ( Aaamaaan! )sözcüğü bir başlangıçtır. Arkasına ne koyarsan o gelir. Bela mı okuyacaksın, özür mü dileyeceksin, küfür mü edeceksin? Hadi şimdi yüzüme söyle!) demişti. O gün bu gündür kimseye( Aaaamaan! )demem.

Sayın Cumhurbaşkanı'mızın (Eeeeyy...!) diye başlayan söylemlerinde, toplumun nasıl dikkat kesildiği gözlerinizden kaçmamıştır. Gözlerinizden kaçsa bile ; isteseniz de istemeseniz de kulaklarınız bu sesi mutlaka duymuştur. Son günlerin kara mizah konusu; muhalefet söyleyince duyulmayan, dikkate alınmayan sözler bir başkası söyleyince dikkate alınıyor diyenler var. Bununla ilgili espriler havada uçuşuyor da birisi de çıkıp (Eğer sesin duyulmuyorsa daha çok bağır!) demiyor onlara...

Hastanede yatan hastalardan biri derdini boyuna anlatır ( Kanım ağrıyor, ellerim uyuşuyor, dengem yok, uyuyamıyorum, ateş basıyor, çarpıntım var...var... var...) Hasta için ne gerekiyorsa, zamanı gelince yapılır. Diğer hasta (Aaah !) diye, bir bağırır. Yapılması gereken anında yapılır. Yani;

(Ağlamayan çocuğa meme vermezler.) sözü doğrudur. Ha bir de; nasıl ağladığı önemlidir. Acil meme, poposunu yırtarcasına ağlayan, yeri göğü inleten bebeğin hakkı olur. İstediğini elde etmenin gizli formülü burada olabilir. Herkesin kendi çapında istekleri vardır da. Bu isteği gerçekleştirmek için seçtiği yol ayni değildir.

Her toplumda; rahatını seven, istekleri için savaşmak istemeyenler , kendilerini duruma teslim ederler, sormazlar, sorgulamazlar, yorulmakdan, incinmekten kaçarlar. Yüzeyseldirler. Bu sığ insanlar, huzurlu olurlar. Görmez, duymaz, söylemezler. Genellikle, bütün enerjilerini sözde din kuralları ile sınırlayarak yaşarlar. Bir de şehvet vardır onların yaşamında. Çünkü şehvet insani duyguların yok olduğu ilkel bir durumdur. Şehvet baskın olduğunda; ne sorumluluk kalır, ne acıma... Şehvet insan bedeninde düşünceye yer bırakmaz. Düşünen, sorgulayan, öğrenmek isteyen, çözüm üreten, araştırma yapan insan huzurlu olamaz. Toplumsal sancıları yüreğinde hissetmeyen insan yaratıcı olamaz, sanatçı veya bilim adamı da olmaz ondan. Aydın insan sancılarla büyüyeceğini bilir, korkmaz, çekinmez.

Araştırmaya, öğrenmeye odaklanan insan, iç huzurunu ve rahatını ön planda tutamaz.

Toplum seviyesi, entelektüel insan sayısı ile doğru orantılıdır. Ne istediğimizi , isteklerimizi gerçekleştirmek için neler yapabileceğimizi düşünmemiz, şekillendirmemiz gerekir. Kısa bir şiirim vardı düşüncelerimi özetleyen, Sizlere de en iyi dileklerimle sunayım. Seçim sizin!

SEÇ BAKALIM

Her insan kendi içinde bir dünya,

Her dünya kendi içinde bir kaos.

Ne içine giresi gelir insanın,

Dışında kalası.

Minik şiirimi de paylaştım sizinle,ama paylaşmak istediklerim bitmedi. Sanırım biraz incindim. Ruhum yumuşak yerlerinden darbe aldı. Böyle zamanlarda daha bir isyankar ve hassas oluruz ya! İşte öyle bir şey. Yakında Londra'ya gitmem gerekecek. Vize işlemlerine başladım. Bizim kapılarımız herkese açık ya,! Aklım biz de başka ülkelere gideceğimiz zaman kırmızı dipli mumla karşılanmasak bile bu denli zorlanmamalıyız diyor. Yanlış mı diyor? Son bir yılda sorgusuz sualsiz, kimliksiz pasaportsuz yüzlerce insan ülkemize girdi, ekmeğimize, aşımıza , işimize ortak oldu. Biz işsizken onlar iş buldu, bizim çocuklarımız üniversite kapılarında ter dökerken onların çocukları üniversitelere sınavsız girdiler. Gönlü zengin parası bol büyüklerimiz, onlara rahat yaşabilecekleri ev ve bahçeler bağışlamak gerektiğini söyledi. Hepsine eyvallah da; bizim günahımızın ne olduğu konusunda bir açıklama yapan olmadı. İngiltere vizesi almak için nelerle uğraştığımızı bilen yok. Hadi İngiltere yorgunu yokuşa sürüyor anladık da ya bizim devletimizin önümüze koyduğu taşlara ne demeli. Yıllarca çalışmışım, yıllardır emekliyim ama bunu vize verecek kuruma ispat edemiyorum. Şaka gibi. Kimliğim, ev tapum, pasaportum, maaş aldığım bankadan son üç aya ait hesap hareketleri, bankada en az on bin tl bulundurma gereği,bankadaki birikimlerim , nüfus dairesinden alınan ayrıntılı vukuatlı aile şecerem, , İngiltereden davet ve davet edenlere ait bilgiler, seyehat sigortam ayrıca dolduracağım bilgi formu, ikametgah belgesi, gidiş dönüş uçak bileti....En önemlisi ve içinden çıkılmazı da ne biliyor musunuz? Daha önceki pasaportlarımı , istiyor, kaç defa yurt dışına çıkmışım, ve hangi tarihte çıkmış, hangi tarihde girmişim onu soruyor. Eski pasaportlarımdan biri, yeni pasaportu mu alırken vize dairesi tarafından , çipli uygulamaya geçildiği için artık istenmeyeceği söylenerek elimden alındı. Giriş çıkışlarım pasaport üzerindeki damgalardan okunmuyor, ben de hatırlamıyorum. Bütün bunlar, üstüne vize bedeli yaklaşık bin TL yatması yetmiyor, endamımı görecek, retinamı tarayacak on beş yirmi gün sonra red ya da kabul edecek. Kabul etmezse masraflarım havaya gidecek.

Emekli olduğumu bütün bunlara rağmen kanıtlamış olmuyorum ayrıca emekli olduğuma dair bir belge gerek ki; bu belgeyi üyesi olduğum Milli Eğitim Kurumlarından alamıyorum. Çünkü oradan bütün kayıtlarımız silinmiş. Çalışanlar çaresiz. Bulmak vermek için çabalıyorlar ama mümkün değil. Arşivler yok, sistem de ben yokum! Ben yokum, etimle , kemiğimle , yaşayan hücrelerimle, uyumlu ve aykırı düşüncelerimle ben yokum!

Bir an kendimi Rahmetli Aziz Nesin'in (Yaşar, ne yaşar ne yaşamaz karekteri) gibi hissediyorum.

Dönerken emekli olduğum EVYAPAN İlkokulu' nun yıkılmış halini, molozları görüyorum...

Kabuğu koparılmış bir yara gibi içim hafiften kanıyor...

 

BİR TUŞLA

Bir tuşu olsa zamanın,

Tıklayıversem geçmişe.

Çok değil; birkaç gün ,

Ya da birkaç dakika öncesine.

Bir tuş siliverse tüm çirkinlikleri.

Açlıktan ölmese insanlar!

Gençlerin boynu bükülmese,

Yaşlılar gözü açık gitmese.

Bir tuşla yok olan itibarlar,

Bir tuşla elimizden kayıp giden imkanlar...

Bir tuşla ısınsa ellerim.

Bir tuş seni bana getirse.

Böyle bir bilgisayar var mı dostlar?

Varsa nerde?

ULVİYE KARA AKCOŞ/23-01-2020