Yazmadığın Mektuba Dair

Sana Büyük Bir Sır Vereceğim;

Yazmadığın Mektuba Dair

Mektubunu büyük bir titizlikle, keyifle, doyumsuz özlemlerle okuyorum. Her harfin-kelimenin-cümlenin ve paragrafın yüklendiği gizemli ve bir o kadar da hoş anlamlar beni umudun-Haziran’ın sıcaklığı ile büyülüyor. Anlattığın her anın ve anının kendi dünyasındaki güzelliği ve geride bıraktığımız her şeyin bugüne dair kurduğumuz düşlerimizin ve bugüne taşıdığımız ve yarın da inatla devam edeceğimiz gülüşlerimiz ancak mektubunda yazdığın gibi ifade edilebilirdi. Bu yüzden çok sevmiştim gülerek ağlamayı, bu yüzden çok sevmiştim ağlatmadan yaşamayı ve yaşatmayı!

Son paragrafındaki hüzünlü beklentilerin yarattığı kırık kelimelerden dokunmuş cümlelerini okuyunca, gökyüzündeki yıldızlara kayıverdi gözlerim. Mektubun gözlerimin altından yüzüme düşüvermişti. Kokunu aradım kağıtlar da, kalem tutan-kırık cümleler yazdığın elini sol ve asi elimle aradım hissetmek için, göğsümdeki sızıyı yazamayacak kadar acı ile hissetmiştim. Saçlarına dokunmak istemiştim, yıldızlarda gözlerini aradım, entarinin sarısı gece mavisine dönüşmüştü, yağmurlu havalarda sımsıkı sarılarak sığındığımız şemsiyemizde yoktu artık, Haziran ayını çoktan geçmişiz, Eylül’de gel dediğin cümleler düşüverdi yapraklar gibi. Eylül ayının bütün yorgunluğun-bütün kırgınlığı-bütün kızıllığı yüzüme vuruyordu.

Umut, Haziran, özgürlük ve dayanışma, türkülerimiz, dayanışma hasretlerimiz derken…

Böyle bir mektup yazmış mıydın? Yine mi uydurmuştum.

Yoksa “Derin uykudaydım, sesine uyandım”.

Yoktun.

Sessizce çekip gitmek kalmıştı geriye!