Vefa; ağır bir yüktür, herkes taşıyamaz…

Vefa; ağır bir yüktür, herkes taşıyamaz…

Yaşamda, görerek, duyarak, deneyimleyerek, öğrenerek, edindiğimiz; birikimlerimizi, düşüncelerimizi, istek ve arzularımızı bildiğimiz ya da bildiğimizi sandığımız sözcüklerle ifade ederiz. Onlarla anlaşır, onlarla çatışırız.

Nasıl oluyor da aynı sözcükleri kullanmamıza karşın çoğu kez anlaşamıyoruz. Kusur sözcüklerde mi? Başka bir ifadeyle söyleyecek olursak, sözcükler; konuşmanın, yazmanın bir aracı. Sorun araçta mı? O aracı kullanan irade de mi? Kuşkusuz aracı kullanan irade kusurlu. Onu seçme, arka arkaya sıralama iradesi bizdeyse kusur da bizde. Herhangi bir olayın, olgunun ve düşüncenin anlatımı için kullandığımız sözcüğün kökenine inmeden, onu doğru kavramadan, algılamadan ve onu bağlamından, gerçekliğinden kopartarak, çarpıtarak, ona niyet yükleyerek ya da kötücül niyetimize haklılık kazandırmaya malzeme yaparak ve bu amaçla sözcükleri boncuk gibi sıralayarak onları günah keçisi yapamaya, kirletmeye hakkımız yok. Sözcüklerin günahı ne? Sorun bende, sorun sende. Sorun düşüncede. Düşünce anlarsın…

Her şeyin parayla ölçüldüğü, kapitalist bir dünyada yaşıyoruz. Kimine göre para her şey. Kimine göre ise para değiş tokuş aracı, yaşadığımız dünyada gerekli ve önemli ama her şey değil. Paranın her şey olduğuna inananlar, para için her şeyi de yaparlar. Yapmayanların olabileceğini de düşünemezler. Aşırı bencil olurlar. Paranın her şey olmadığını bilenler, ise, yaşamda başka değerlerin, başka ölçütlerin olduğunu da bilirler. Paranın padişahlığının da bir sonu olduğunu da… Onlar genellikle başkacı (altruist) olurlar, toplumcu olurlar, sosyalist olurlar… Özveride, özgecide bulunabilirler, paylaşımı, yoldaşlığı, dayanışmayı önemserler, empati yapmayı bilirler…

Biliyorum, sen de adalet dersin adil olduğunu söylersin, sen de empati yaptığını söylersin, ben çok farklıyım da dersin. Doğru, ben fark etmedim ama sen gerçekten de farklısın, farklı düşünüyorsun. Hep farklı düşünür, hep farklı davranırsam farkındalık yaratırım sanıyorsun. Beni fark ederler sanıyorsun. Sayemde farkındalığı yakalarlar diye düşünüyorsun, yanılıyorsun. Düşün, düşünce bunu da anlarsın. Kim bilir, belki de ağır narsis duygu durum bozukluğu yaşıyorsun. Bu durumun da farkında mısın? Bu durumunu da anlıyor musun? Bence bir düşün. Düşünce bunu da anlarsın.

Eğer bir olay, bir olgu, bir görüş, bir fikir ya da bir kişi ve kişilik üzerine konuşacaksan, en azından konuşman gümüş değerinde olacak. Hakiki olacak. Sen de hakikatli olacaksın. Eğer konuşmalarına bu kadar değer yükleyemeyeceksen, -söz gümüş ise sukut altındır- deyip susacaksın. Boş teneke gibi tan tan etmeyeceksin.

Yaşam; insana, insanlığa doğum ile birlikte büyük bir kapı aralıyor. Bir dünya, bir bahçe sunuyor. İçerisinde; mutluluğun, mutsuzluğun, hasretin, kavuşmanın, dostluğun, düşmanlığın, korkunun, cesaretin, aşkın, nefretin, barışın, savaşın, vefanın, vefasızlığın… olduğu bir bahçe. Bu bahçe de insanın, güçlü ve zayıf yanları yan yana. Yüceliği ve sefaleti de öyle. Zenginliği ve yoksulluğu da öyle… Zenginlik deyince ilk akla gelen, mal mülk sahibi olmak, varlıklı olmak anlaşılabilir. Oysa kastım, kafa ve yürek zenginliğidir. Demem şu ki; Bu bahçede neye uzak, neye yakın durduğumuzu bilmemiz gerek. Bu bahçede, neleri derleyip toplayacağımızı, neleri dağarcığımıza atacağımızı, neleri koklayacağımızı ve nelerden uzak duracağımızı bilmek bizi insan olmaya, insan-ı kamil olmaya, yaklaştıracağını ya da insanlıktan uzaklaştıracağını da bilmemiz gerek. Bu bahçede sürdürdüğümüz yaşamda, yapıp ettiklerimiz bizlerin saygınlığını belirler. Yani saygınlığımızı biz belirleriz, bizim yaşam karşısında ki tutumumuz, davranışımız belirler. Hiç kuşku yo ki, saygınlığı biz oluşturur, biz yüceltir, biz sarsarız. Yani kimse kimsenin saygınlığını sarsamaz. Sözgelimi sen bana terörist dedin diye ben terörist olmam. Ama sen yalancı olursun… Sen, fitne yapmış olursun. İftira atmış olursun. Dolayısı ile kendi saygınlığını kendin sarsmış olursun. İstersen düşün bunları bahçenin dışına atılmadan. Doğumunla açtığın parantezi, ölümünle kapatmadan. Parantezi nasıl doldurduğunu düşün. Ölümün kucağına düşmeden.

Sözcükleri bağlamından kopartan, kendi meşrebince onlara anlam yükleyen, sözcüklerin kökenine inemeyen, onların oluşum sürecini bilmeden ağzına geldiği gibi sıralı sırasız konuşanlara inat, ben meramımı anlatmak için bir sözcüğü büyüteç altına almak istiyorum.

Bu sözcük Vefa olsun.

Vefa: Türk Dil Kurumu sözlüğünde; vefası olan, sevgisi geçici olmayan, hakikatli… diye açıklanır. Hakikat de hak sözcüğünden türemiştir. Hakikatli (vefalı), de hakikati himaye eden, sevgisi geçici olmayan, vefası olan demektir…

Bu yazıyı yazmaya başlamadan, vefa üzerine yazılmış yazıları okudum. Bu arada arkadaşım, kadim dostum Mustafa Alagöz’ün KUM Dergisinde çıkan “Vefa” adlı yazısını anımsadım. Arşivimden o yazıyı buldum. Altını çizerek okudum. O yazıdan alıntı yapmak istedim. İznini almak için, Mustafa’ya telefon ettim. Bende olan numarası değişmiş olacak ki ulaşamadım. Mustafa Alagöz beni bağışlasın…

“…Vefadan yoksun sorumluluk insan ruhuna bir külfettir, ama vefaya bağlı bir sorumluluk ise şefkat, sevgi, saygı ve gönüllülük içerir. Bu duygu insanı büyütüyor, kökünün derinlerde olduğunu, geleceğe dal budak salacağını, geleceğin şimdideki kökü olduğu duygusunu yaşatıyor…

…Vefalı olmayı bilmek ve vefalı yaşamak aradığımız mutluluk için olmazsa olmaz bir hayat damarıdır. Vefa duygusu olmayan bir insanın mutlu olabileceğini düşünemiyorum…”

Mustafa Alagöz gibi güzel insanlar pat diye ortaya çıkmazlar. Acı, tatlı ve de meşakkatli bir süreç içinde oluşurlar. Mustafa, benim için vefalı bir dost, arkadaş… Teşekkürler Mustafa.

Vefanın derinliğini, anlam zenginliğini anlayanlar ve onu içselleştirenler olduğu gibi, vefa semt adıdır, vefa bir lise adıdır, vefa bir spor kulübünün adıdır, vefa bir bozacı adıdır diye düşünenler de olabilir. Kimilerinin, vefa dan anladıkları bunlarla sınırlı olabilir. İşlerine yaradığın sürece sana çok vefalı olduğunu söyleyebilirler de, hatta vefa üzerine sana diskur da çekebilecek kadar dil becerisine sahip olabilirler, ne ki; işleri bittiğinde ensende pişirdikleri vefa değil bozadır. Sorun vefa sözcüğünün sorunu değil, sorun çatışmacı kültür geleneğinden beslenen insanın, algı sorunu. Çatışarak kendini var eden insanın sorunu. Sorun insanlık sorunu. Sorun paranın kirine bulaşıp, bulaşmama sorunu…

Vefa içini boşaltınca hafiflemez, tam aksine ağır bir yük olur. Onun ağırlığını herkes taşıyamaz…

hgencerucar@gmail.com H.Gencer Uçar

H.GENCER UÇAR - OCAKLAR -ERDEK